Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '07

 
Kategori
Yolculuk
 

Cizre' den Şırnak' a çıkalım-3 (Anamız, kardeşimiz, yarimiz)

Cizre' den Şırnak' a çıkalım-3 (Anamız, kardeşimiz, yarimiz)
 

Dicle'nin doğusundan kuzeye, dağların arasına doğru gidiyorum. Solumda güneşin son altın ışıkları Mardin dağları üzerinden süzülüp kaybolmadan, Dicle sularında yıkanarak yüzümde renkleniyor. Arada bir kömür yığınları karartıyor akşamdan önce toprağın üstünü. Bunlar siyah altın, az önce beni altın'a boyayan güneş, bu ışıklarını milyonlarca yıl önceden bu kömürlere yükleyerek, bu günler için göndermiş sanki.

Buralar, dağ arası derler ya hani, işte tamda iki büyük dağın eteklerinin birleştiği vadi, bu gittiğim güzergah. Dicle geride kaldı ben dar kıstak bir geçitteyim. Burası Cizre'den 6 km. uzaklaşmış olduğumuz yerdeki "Kasrik" Buranın tarihi 4000 yıl eskiye gider. Dar bir geçitte sular aşağı, biz yukarı akıyoruz. Tıpkı tarihi gibi, Tabii kaya oluşumları içide sanki tarih saklanmış.Kaya rölyefleri, su bentleri ören kalıntıları ile. Özel zaman istiyor gezmek için, Ben de ayrıntılı gezmiyorum. Yoksa hepsini burada anlatmaya kalkarım. Şırnak'lılar buradan geçerken yaylaya (Şırnak) su götürüyorlar. Bende şaştım aslında yaylanın suyu daha iyi olur ama bu işte bir teslik yoktur herhalde.

Şırnak küçük tepelerin arasından bir görünüyor, bir kayboluyor. Şu tepenin ardında, bu tepenin ardında derken geldik herhalde diyorum. Bir bakıyorum yine uzaklaşmış. Bu yanılsama gece ilk gidişte daha çok dikkat çekiyor. Yol üstünde bir iki köy ve askeri karargah görüyorum. Sağ aşağılar da Cudi Dağı eteklerine doğru "şırnak kömürü" ocak alanları, dikkat çekiyor. Daha yukarı yamaçlar Cudi sırtlarına doğru, meşe ormanlarıyla örtülü.

Cudi Dağı ile Gabar Dağları arasında üçgenin üçüncü çizgisini, üstünde bulunduğum Ziyaret Dağı tamamlıyor. Şırnak girişi yeni duble yol çalışmaları ile kendini tanıtıyor.Yeni yapılmış henüz faaliyette olmayan küçük sanayi sitesini görüyorum. Yukarı doğru oldukça rampadan çıkıyoruz. Sağda yeni yapılmış iki minareli büyük bir camii dikkati çekiyor. Kentin imar oturum alanı "seki"ler şeklindeki kademeli arazi üzerine yayılmış.

Merkezi yere doğru dik bir rampa da sona doğru geldiğimizin farkına varırgibiyim. Sağ tarafda kadim(eski-yeni)şehir mezarlığı. Belli ki buradaki herkes günde birkaç kez ölümü hatırlıyordur. Faydası varmı bilmem ama devamlı görmekte bir müddet sonra farkındasızlık oluşturuyor gibi. Burası yarı meyilli küçük bir alan oluşturmuş. Çarşı da bu kavşağın çevresine dağılmış. Yemekleri güzel restorantlar var. Kamu personeli çok olunca ihtiyacın karşılanması her yönü ile her sektörün gelişmesine katkı yapıyor.

Meydanın üst kenarında Öğretmen evi dikkat çekiyor. Sağ tarafa (doğu istikameti)doğru Uludere, Beytüşşebap, Hakkari ye gidiyor. Sol taraf ziraat bankası, hastahane altından Eruh ve Siirt yoluna çıkılıyor. Çarşı sağlı-sollu giden bu iki yöne doğru ve sağ alt yandaki cadde de yoğunlaşıyor. Bu yakın çevrede dört beş civarında katlı işyeri ve pasajlarda var. Marketlerde batı kentlerini aratmayacak şekilde, her aradığınızı bulabilirsiniz. Öğmek için demiyorum. Bende misafir olarak geziyorum.

Ama kenar ve kuytu mahalle aralarında, köy hayatı ve hayvancılığı ile iç içe yaşayan halk, yok değil. Ama özel idare ve kamu kuruluşlarının, merkezi bölgelerde belediye hizmetlerine katkıda bulunduğu söyleniyor. Kent il olduktan sonra gelişmesi haliyle hız kazanmış. Ben şöyle! batı yönüne doğru gidiyorum. Şehirden üç-beş km. uzaklaşınca Siirt yolu üstündeki Kaymakam Çeşmesinde mola verip dinlensem iyi olur diye düşünüyorum.

Burası Şırnak'lıların en yakın ayak üstü ve doğal alanda yemek ve çay için gelebileceği kendine göre manzaralı bir yer. Yönüm güneye doğru, sanki ben önümde görülen diğer iki adını duyduğumuz dağlar (Cudi ve Gabar) dan daha yukardan bakıyorum gibi. Şırnak'ın bulunduğu bu ziyaret dağı güneye baktığı için daha ılıman oluyor.Oysa Cudi ve gabar hala bembeyaz kar kaplı (benim seyahatim sırasında). Cudi Dağı dorukları kayalık ve çok engebeli güneydoğuda duvar gibi duruyor. Gabar da güneybatıda koca bir kütle ve kıta gibi üzeri kokurdanlık ve karstik bir görünümü var. Yamaçları oldukça dik, ama devamının nereye kadar gittiği görünmüyor. Fakat güney ucu Cizre'ye varmadan Dicle, önünü kesiyor.

Yanımda henüz kurumamış topraklar uzanıyor. Kalkıp, bir yürüyeyim dedim. Nevruzlar açmaya başlamış. Bakın dedim bakın bu gün de nevruz ya, bu doğa nasıl da biliyor ilahi kanunları. Eee herhalde biliyoruz o kanunlar literatürde pozitif bilimlerin kollarıdır. Ama biz başka ortamdayız. Baharın her yerde herkese her dağa her toprağa karşılıksız ve cömertçe gülümsediğini özümserken; Mahalli arkadaş ve köylülerle sohbet ediyorum.

Burada her yabancıyla sohbetin başında Nuh Peyganberden başlandığının farkına vardım. Bu aynı zamanda bizimde inancımızın bir detayı.( Hud Suresi ayet:44) Ençok yaşayan ve sıkıntı çeken peygamber olarak tanıtılmaya başlanıyor. Parmağıyla gösteriyor ihtiyar amca karşıdaki Cudi'nin zirvesini!! Nuh'un gemisi oraya takılıp kalmış. Sular çekilince, sekiz veya seksen kişi ilk yerleşim yerini kurarlar. Bu yere "Seman"(heştan, semanin, temanin ) ismini verildiğini, bununda sekiz yahut seksen anlamına geldiğini söylüyorlar. Şimdi adı geçen yerin tesbiti mümkün değilmiş. Oraya yerleşen Nuh Peygamber ve çevresindekiler daha sonra bu; Şehr-i Nuh'u(Şırnak) kurarlar. Burada uzun zaman yaşarken, burada kışın şiddetinden ve Cizre'nin ılıman ve ulaşım kolaylıklarından olacak ki cizreyi kurmuşlar.

Nuh Peygamber ve üç oğlu Ham, Sam ve Yafes insanlığın yeniden üremesinde başlangıç olmuşlardır. Diye anlatılırken benim aklıma sosyolojik değerlendirme takıldı. Bakın nasıl ataerkil söylem kendini gösterdi. Bu erkekler vardı da bayanlar yokmuydu. Her zaman unutulmuş yada tarihten saklanmışlardır. Anamız, kardeşimiz, yarimiz . Bu Nuh dağı Cudi'den insanlar yeniden çoğalıp dünyaya dağılırken, bu dağdan da hep batı ve güneşin gittiği ufuk seyrediliyor. Bakın mitolojik bir hikaye;

Yalı çapkını (Renkli bir kuş) başlangıçta dikkati çekmeyen toprakrengi-gri bir kuş iken şimdiki parlak renklerine Nuh'un gemisinden çıktıktan sonra kavuşmuş. Doğruca batıya batmakta olan güneşe uçmuş. Güneş göğsünü göğündürmüş (yakayazacakmış) o nedenle şimdiki kahve rengi pas rengi meydana gelmiş. Kuşun sırtı ise yeşilimsi-mavi, akşam gurubunu gök genişliğini yansıtmaktaymış. Bu mitolojik hikaye latin ülkelerinde daha değişik ekli hikayelerle sürmekteymiş.

Buradan sohbete devam edersem bu yazı daha çok uzar diye düşünerek. Yemeğimi de yedikten sonra kalkıyorum.Belki bu yolculuk uludere ve Beytüşşebap'a doğru uzayabilir.

 
Toplam blog
: 376
: 1841
Kayıt tarihi
: 06.07.07
 
 

Hayat herkes için aslında yalnızlıktır. hiç kimsenin doğal garantisi yoktur. (Günlük atüel haberl..