Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '07

 
Kategori
Kitap
 

Çölaşan! Kalem mi, meşe odun mu?

Çölaşan! Kalem mi, meşe odun mu?
 

Temel'in at yarışları kitabı gibi


Emin Çölaşan’ın KOVULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ adlı kitabını ben de okudum. Ne var ki bugüne kadar yorum yapanlardan farklı şeyler buldum kitapta. Daha doğrusu hiçbir şey bulamadım. Karadenizli Temel’in AT YARIŞLARI kitabı gibi, “dıgıdık” ile başlıyor, “dıgıdık” ile bitiyor.

“Ertuğruk Özkök aradı, yazılarını yumuşat, iktidarla bizi kötü yapma, dedi; ben de ne bağırıyorsun, diye posta koydum, Okuyucular benim arkamda...”

Tüm kitap yukarıdaki cümlelerin farklı şekillerde kurulmasından ibaret...

Doğrusu, kitabı okumaya başlarken beklentilerim yüksekti. Aldığı bunca eleştiriden ders çıkarıp, kalemine biraz esneklik, biraz güzellik, kıvraklık, yaratıcılık, espri kazandırmıştır umudundaydım.

Boşuna heveslenmişim...

Bu kumaştan palto çıkmayacağı aşikâr. Yetenek bu kadar çünkü. Yazmak; futbol oynamak gibi, resim yapmak gibi, beste yapmak gibi Tanrı vergisi bir şey, çalışmakla ancak bir yere kadar. Çölaşan da yapabileceğinin maksimumuna ulaşmış zaten. Elden başka bir şey gelmez. Tanrı, yazma yeteneği dağıtırken ona biraz pinti davranmış.

O, ele geçirdiği köşesini babasının malıymış gibi kullanarak kendi gibi düşünmeyenlere küfreder, iyi yaptıklarını görmezden gelip olumsuzu bire bin katarak abartır; isminin başına “i” koyarak insanlarla dalga geçer, sonra matah bir şey yapmış gibi böbürlenir ve bunun adına da namuslu ve dobra yazarlık der. İnsanlara hakaret etmeyi, aşağılamayı okkalı küfretmeyi yazarlık sanır.


Öyle olsaydı edebiyat ödülleri stadyumlarda dağıtılırdı.


İşin kötüsü bu üslubuyla Çölaşan, bugüne kadar haksızı haklı çıkardı, hırsızı namuslu; keli sırma saçlı, körü badem gözlü hale getirdi...


Hâlbuki birazcık yeteneği olsaydı, küfre ne hacet, öyle bir yazardı ki, dövmekten beter ederdi adamı. Ama bunu yapmak için yazı ustası olmak lâzım; sanatkâr yani. İnce ve kıvrak bir kaleme sahip olmak icap eder; odun gibisine değil.


Kitapta en çok ilgimi çeken satırlar önsözdeydi:


“Mücadeleci, ilkeleri ve inançları olan, ilkelerinden ödün vermeyen, çizgisi düz bir gazeteciyim.”


“Sözüm sözdür. (...) Arkadan vuranlara, kalleşlik yapanlara, sözünde durmayanlara karşı çıkarım. Ne söyleyeceksem insanların yüzüne söylerim.”


“Vatanı ve milleti satanlardan, (...) korkup susanlardan, ikili oynayanlardan nefret ederim.”


“Bu huyları ve yapıyı ailemden aldığım anlaşılıyor.”

Tipik bir narsizm!

Sahi bir insan neden bu kadar çok böbürlenir? Neden kendini bu kadar çok över? Kendisine yapılan övgüleri inandırıcı bulmadığından mı? Aşağılık kompleksinden mi? Gerçekte sahip olmadığı değerlere sahipmiş gibi görünmek istediğinden mi? Yoksa hepsi mi?


Aziz Nesin, soyadı kanunuyla birlikte cimrilerin Cömert; korkakların Cesur; dolandırıcıların Dürüst; çirkinlerin Güzel... soyadını almalarından hayıflanarak, kendisinin ne olduğunu sormuş kendine, cevabını bulamayınca NESİN’i seçmiş soyadı olarak...


Kendini bu kadar öven insanlar için söylenen birkaç söze göz atalım:

.İnsanların ahmak sınıfı kendisinin övülmesinden hoşlananlardır. (Ahmet bin Hanbel)

Kendini övmek... Hiç övülmeyecek bir özellik. Ne yaparsa yapsın, ne halt ederse etsin, kendini öven insan makbul sayılmaz. (Aydın Boysan)


Kendini öven insanlardan kaç. (Atasözü)

*****
Çölaşan en büyük günahını 1980 sonlarına doğru, yani tam 27 sene önce hazırlamış olduğu yazı dizisinde işledi...

12 Eylül darbesinden sonra on binlerce genç tutuklanmış, ağır işkencelerden geçirilmişti. Vahşet boyutuna varan uygulamaların en üst noktaya çıktığı yer Mamak cezaeviydi. Dayaktan ve işkenceden kırılan gencecik bedenler daha fazla eziyet çekmemek için cezaevi yönetimine koşulsuz teslim olmuştu.


İşte tam o dönemde Çölaşan cezaevine girerek bir yazı dizisi hazırlıyor. Çekilen fotoğraflardan bile tutukluların yüzlerindeki korku ve dehşet izleri okunabilirken, o, vahşeti aklayan bir yazı dizisi hazırlıyor. Bu yazı dizisinden birkaç gün sonra 17 yaşında bir çocuk, yaşı bir yıl büyütülerek idam ediliyor.


Oysa işkence dünyanın her tarafında suç. Ülkemizde de. Üstelik o insanlar, suçları ne olursa olsun artık tutuklular ve can güvenlikleri devlete emanet. Ne cezalara çarptırılacaklarına mahkemeler karar verecek, gardiyanlar değil.


Oysa güçsüzden yana olduğunu söyleyen (Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi, Sf 5, Satır 7) Çölaşan, gazeteciliğinin o ilk yıllarında güce tapıyor adeta.


Bir suçu görüp de örtbas etmeye çalışan, en az suçu işleyen kadar suçludur. Çölaşan budur işte.


Konuyla ilgili olarak 2005 yılında yaptığı röportajda usta gazeteci Arda Uskan, Çölaşan’a bu vahşeti akladığını söyleyerek, o günlerde Mamak’ın işkenceleriyle ünlü bir yer olduğunu hatırlatıyor.


Aradan yirmi beş yıl geçmiş... Çölaşan’ın cevabı ilginç:


“Biz işkence filan görmedik.”


Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir, demiş İbn-i Sina. Sanki Çölaşan’ı tarif etmiş. Tanımazdı onu oysa...


Ve vicdanı kör olanlar, doğuştan âmâ olanlardan daha karanlıkta yaşarlar...

Bunu da ben söyledim. Birileri erken davranıp, benden önce söylemediyse elbette.

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..