Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '13

 
Kategori
Güncel
 

Cumhuriyet, türban ve vaziyet

Cumhuriyet, türban ve vaziyet
 

Bağlılık


Dün, bazı kadın vekiller meclise başörtüleriyle girdi.

Hayret! Hiç bir şey olmadı.

Meclisin çatısı çökmedi, deprem, sel, yangın gibi herhangi bir doğal afet yaşanmadı.

Borsa dip yapmadı, altın ve döviz fırlamadı.

Aslında bir felaket olmayacağını üniversite tecrübemizden biliyorduk ama tam olarak emin değildik! Zira ünivesite, bir okuldu ve öğrenciler oradan hizmet alıyordu! Dolayısı ile sıkıntı burada değildi. Sıkıntı, kamuda çalışan görevlilerin, yani kamu hizmeti verenlerin başlarını örtmesinin doğurabileceği vahim sonuçlardı! Bakın, "endişeye mahal yok, göreceksiniz her şey yolunda gidecek" dense de bazıları ikna olmuyordu. Sonunda başörtülü vekiller Meclis Genel Kurulu'na girdi ve çok şükür, ülkemizde olumsuz bir durum meydana gelmedi. Şimdi soralım:  

Madem bir şey olmuyordu o zaman biz, bunca yıl başörtüsü yüzünden neden kavga ettik? Niçin yıllarca birbirimizin ümüğünü sıkıp durduk?

Son on yıldır türban üzerine lehte ve aleyhte söylenmedik laf bırakmadık. Takanları ilkellikle, gericilikle, yobazlıkla, örümcek kafalılıkla itham ettik. Üniversitelerden, askeri mekanlardan, hatta meclisten uzaklaştırdık. Barolar dahil bazı meslek örgütlerinde işlerini zorlaştırdık, mahkemelerde savunma yapmalarına mani olduk. Tabi ki bunun açık ve gizli bazı sebepleri vardı.

Türbanlı ya da başörtülü kadınların "temizlikçi" pozisyonundan "doktor, vekil, mühendis" seviyesine yükselmesi bir kısım zevatı ileri derecede rahatsız ediyordu. Bunlar, örtülü kadının makam sahibi olmasını, iş düşünce ve fikir üretmesini nedense bir türlü hazmedemiyordu. Açıkçası, Anadolu kasabalarına, büyük şehirlerin varoşlarına yakıştırdıkları bu kadın tipini yüksek mevkilerde görmek, onların ruhunda bir rekabet ve kıskançlık duygusu oluşturuyordu. İşte bu durum, böyle kişilerin hissiyatını körüklüyor, gerçek dışı argümanlarla tesettürlü kadınlara saldırmalarına sebep oluyordu.

Aslında bu tavır, umur görmüş eski idareci ve elit kesimle, onlardan gelen neslin zaman içinde kazandığı bir şartlı refleksi ifade ediyordu. 1929/1946 yılları arasında, Nevzat Tandoğan'ın valilik ve belediye başkanlığını birlikte yürüttüğü Ankara'da, Atatürk Bulvarı'na köylülerin, hırpani kıyafetlilerin sokulmadığını, yalnızca gravatlı erkeklerle tayyörlü kadınların girebildiğini hatırlarsak durumu daha iyi kavrayabiliriz. O yıllarda, bu bulvara girebilen şanslı grupla, bunların rahlei tedrisinden geçen oğul, torun ve akrabanın böyle bir anlayışa sahip olması normal sayılmalıdır.

Cumhuri idarenin ilk dönemlerinde böyle kimseler, tesettürlülerle muhtemelen yaşadıkları şehrin ya da semtin dışında karşılaşıyorlar ve onları, buyruk alan, itaat eden varlıklar olarak tanıyorlardı. Bunları sadece ev işlerine münasip görüyorlardı. Zihinlerinde belli bir yere oturttukları örtülü kadın, tahsil yapıp karşılarına dikilince, yaşadıkları çevreden ve sahip oldukları iktidardan pay isteyince kötü bir travma yaşadılar ve uğradıkları bu şokla düşmanca bir tutum geliştirdiler.

Aslına bakarsanız bu tavır,"Eskiden başörtüsü sorunu mu vardı? AKP başörtüsü üzerinden oy topluyor. Başını örten kız çocukları yüzünden, küçüklere tecavüz artıyor!*" benzeri argümanlarla hala devam ediyor. CHP Milletvekili Muharrem İnce'nin dünkü meclis konuşmasında, "Size bu fırsatı vermeyeceğiz!" diyerek Ak Parti'lere yüklenmesi, "türbanın rant (oy) aracı olarak kullanıldığı" inancının hala değişmediğini gösteriyor.

Üstte de yazdığım üzere, bayan milletvekilerinden bazıları başlarını örterek meclise girdiler ama çok şükür bu defa kıyamet kopmadı. Yani CHP'li vekiller, DSP'lilerin 1999 yılında yaptığını yapmadı. O dönem, Fazilet Partisi'nin başörtülü vekili Merve Kavakçı, Nazlı Ilıcak refakatinde Meclis Genel Kurulu'na geldiğinde, DSP'liler ayağa kalkmıştı. Ardından Ecevit kürsüye çıkmış, "Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Çıkarın bu kadını dışarı!" diye bağırmıştı.

Evet bu kez, mecliste kıyamet kopmadı ama bazı vekiller, (galiba) meclisin ilk başörtülü oturumunda yakaladıkları fırsatı değerlendirdiler. Grupları ya da kendileri adına konuştular.

CHP'li Şafak Pavey, " ... türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullandıklarına rastlayamadım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti, Ruhban Okulu, azınlık okulları, cem evleri ... gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim." (1)

"... çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum." (2) dedi.

MHP Milletvekili Ruhsar Demirel de, "Biraz empati yapın lütfen. Erkeklere sesleniyorum. Nasıl giyindikleri kimi ilgilendirir. 4 hanımefendiye mobbing yapılıyor. Bütün kadınlar adına reddediyoruz, insanları kılık kıyafet yüzünden yargılamayı reddediyoruz kabul etmiyoruz." ifadelerini kullandı. Yazımı, yukarıya alıntıladığım sözleri yorumlayarak bitirmek istiyorum.

Bir insanın mecliste veya başka bir yerde bazı konulara girmemiş olması, o kişinin başkalarına empati beslemediği, onların hak ve özgürlüklerine duyarsız kaldığı anlamına gelmez. Marızlarına laf giydirirken bile yüzünden gülümseme eksik olmayan Şafak hanımın bu gerçeği bilmemesi düşünülemez. Mesela ben, Ruhban Okulu hakkında hiç yazmadım ama bu okulun açılmasından yanayım. 

Pavey konuşmasında, kuytularda öpüştürdüğü tesettürlü hayali genç kıza, "bu imkanı, Atatürk'e borçlu olduğunu" hatırlatmayı da ihmal etmedi. Sanırım, Atatürk'ü yadettirecek başka örnek bulamadı. Bu öğütün daha akıllıcası zaten, bir kesim tarafından sürekli tekrarlanıyor. Her şeyimizi Atatürk'e borçlu olduğumuzu kabul etmemiz ve bunu sürekli hatırlamamız isteniyor. Zaman zaman bu, "yobaz" tabir edilen kimselerin dini ısrarının bile ötesine geçiyor. Sanki yeni bir inanç üretilmeye çalışılıyor. Doğrusu, 1972 ile 1997 yıllarındaki "Andımız"da, "Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk!" ibaresinin bulunması, insana böyle bir niyetin olduğunu düşündürmüyor da değil!(4)

MHP'li vekil Ruhsar Demirel ise, meclis kürsüsünden erkek mebuslara seslendi ve onlardan empati yapmalarını istedi. Sanki kadının başını açtıran, sistemin temelini oluşturan dominant zihniyet değil de "erkeklermiş" gibi konuştu. Bilmiyorum belki de, "4 hanımefendiye mobbing yapılıyor." derken benim anladığımın tam tersini amaçlıyordu. Yani erkek mebuslara, "Başörtüsü taktırmakla kadın vekillere eziyet ediyorusunuz" demek istiyordu.

Güzel söz etkileyicidir. Ne var ki, her etkileyici söz gerçeği anlatmaz. Açıkçası insan, gerçeğin değil arzularının peşindedir. Eğer olaylara bu noktadan bakarsanız, sürüp giden gerilimin doğurduğu tartışmaların, içimizdeki "ben"den zuhur ettiğini anlarsınız.

*İddia, Canan arıtman'a aittir ve kendisi tarafından bilimsel olduğu ifade edilmektedir
(1-2) Milliyet
  (3) http://www.aktifhaber.com/mhp-hanimlar-uzerinden-siyaset-yapmayin-877254h.htm
  (4) Milliyet Blog M. Garip
 Resim: kuleliler 

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..