Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '13

 
Kategori
Gezi Rehberleri
 

Dağa kaçtım ~~ Sonbaharda Bafa çevresi 2

Dağa kaçtım ~~ Sonbaharda Bafa çevresi 2
 

İşte Paulos’un hikâyesi;

Paulos, Elaia’lı (Çandarlı) fakir bir çobanken, Latmos’a gelip sekiz ay Theotokos Mağarası’nda kalıyor. (şimdiki Arap Avlusu civarında bir yer) Bölgede daha önceden mevcut bulunan Soteros Manastırı’nın başrahibinin gösterdiği kayanın içine çekilerek burada Stylos Manastırının temelini atıyor. Bu manastırın kalıntıları, bugün Karakaya Köyü’nün üstünde Arap Avlusu diye anılan mevkide yer alıyor. Buraya Bafa Gölü kıyısından başlayan Kral Yolu’nu takiben 5-6 saatlik bir yürüyüşle ulaşılabiliniyor. 

 

 Beşparmaklarla bütünleşmiş bir yapı, Yediler Manastırı

 

Paulos, zamanında Hristiyan dünyasında o kadar nam salmış ki, Miletos, Girit, Bulgaristan ve Rusya’dan ziyaretçiler Bafa’ya kadar gelmişler. Vatikan’dan gelen bir rahip ise, papanın selamını bile getirmiş. Bir Bulgar prensi mektup göndermiş. Çilehanesinde bir çoban ona kandil, bir testi zeytinyağı ve yiyecek vermiş. 

Paulos, yıllar sonra bu ziyaretlerden bıkıp aniden ortadan kaybolmuş. Latmoslular, Paulos’u aramışlar ve onu Samos’da bulmuşlar. Bafa’ya geri döndükten sonra, Samos’a yeniden ikinci kez gitmiş. Döndüğünde çilehanesine çıkmaya gücü yetmemiş ve 15 Aralık 955’de ölmüş. Mucizeleri arasında bir çoban için pınar akıtması, fırtınalı bir gecede mağarasına yırtıcı bir pars gelmesi anlatılıyor.

 

11.yy.da Batı Anadolu’ya yönelen Türk akınları yöreyi de etkiler. Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos devrinde bölge, yeniden bir durulma evresine yönelse de, 14.yy.dan başlayarak manastırlar yok olma sürecine girer ve 17.yy.da keşişler bu toprakları tamamen terk ederler. Bu anlamda; bölgedeki manastırların varlığı, 17.yy.a kadar tam 7 yüzyıl kadar sürer.

Manastırlar, genel olarak kale formatında inşa edilmiş; dış ve iç avlu, ortada yer alan ana kilise (Katolikon), bir Ortodoks geleneği olan ölülerin kemiklerinin toplandığı kemik deposu ispitalya (Anadolu’daki en iyi örnekleri: Güllübahçe’de Kelebeç köyü, Fethiye’de Kayaköy), rahiplerin birlikte yemek yedikleri trapeza adı verilen büyük bir mermer yada taş masanın bulunduğu bir yemek salonu, rahiplerin inzivaya çekildikleri inziva hücrelerden oluşmakta idi. Hemen hepsinde gölün suyunun acı olması nedeniyle, içme suyu sarnıçlardan sağlanıyordu. Manastırlar vergiden muaftı. Gelir kaynakları; balık, hayvancılık, kereste ve zeytindi.

Yediler Manastırı, Latmos’un en önemli manastırı olarak biliniyor. Manastır diğerleri gibi kale formatında yapılmış. Bir dış ve iç avlu var. Altından geçen bir su kanalı olduğu söyleniyor. Bu kanal zaman zaman yeryüzüne çıkan küçük bir dere görünümünde. Sur içinde üç şapel, bir ana kilise (katolikon) , ispitalya ve inziva hücreleri ile trapeza yer alıyor. Kalesi iki bölümlü, aralarında geçiş merdivenle. Keşiş odalarının duvarlarında nişler bulunuyor. 10.yy.dan önce inşa edilmiş olmalı. Adının Kellibarion olabileceğine dair rivayetler var. 

Manastırın hemen dışında, Hz. İsa’nın hayatından sahneleri içeren resimlerin de bulunduğu kayanın yer aldığı düzlük alanda, keşişler herhalde buğday ekmişler, zeytin toplamışlar, küçük ölçekli tarımsal faaliyetlerde bulunmuşlar, iaşelerini sağlamış olmalılar. Tavanı resimlerle kaplı bu kaya, aynı zamanda keşişlerin inziva ortamı olarak da işlev görmüş.

Kaynaklarda bölgede 12 civarı manastırın varlığından söz ediliyor. En öne çıkanlar, Yediler ManastırıArap Avlusu olarak da bilinen Stylos Manastırı, ondan daha eski olan ve ona komşu konumdaki Soteros Manastırı, Söke-Milas karayolundan görülebilen ve karaya çok yakın bir adanın üzerinde yer alan ve halkın Kahve Asarı dediği manastır yapıları sayılabilir. Ayrıca Kapıkır Köyü’nün kıyısındaki Kapıkırı Adası’ndaki kiliseler, Kapıkırı’na göre kuzey batıda yer alan Menet Adası üzerindeki kilise ve diğer yapılar da o günlerden günümüze ulaşmış dini yapılar arasındadır.(1)

 

Manastırı enikonu dolaştıktan sonra, aynı yolu takip ederek yeniden Gölyaka Köyü’ne ulaştık. Köye geldiğimizde saat 13.30 civarındaydı. Alman yol arkadaşlarımızdan burada vedalaşarak ayrıldık; biz Kapıkırı Köyü’ne devam ettik. 2500 yaşında olduğu Alman uzmanlarca saptanmış yaşlı zeytin ağacının önünden saygıyla geçtik ve göl kıyısına indik.

Aynı manastır gibi, ana kayaya oturmuş tipik bir Gölyaka evi

 

Hava oldukça sıcaktı. Sıcaklık, yaklaşık 27 derece civarındaydı. Göl kıyısındaki ılgın ağaçlarından birinin gölgesine sığınıp, yanımızda getirdiklerimizi öğle yemeğinde, gölü seyrederek afiyetle yedik. 

 

Yemekten sonra hedefimiz, göl kıyısını takip ederek yaklaşık 1 km. kadar yürümek ve oradan bir büyük baş hayvan çiftliğinin sınırlarını takip ederek sağa ve dağa doğru ilerleyen patikadan yürüyerek halk arasında bilinen ismiyle Kral Yolu’na ulaşmaktı. Yemek sonrası sıcağın etkisiyle birlikte üzerimize çöken rehaveti son bir gayretle atıp, yeniden yola düzüldük. Yol arkadaşlarıma orayı göstermeden dönemezdim. En azından üç-dört kilometre kadar yerel malzeme kullanılarak oluşturulmuş döşeme taş örgülü 2500 yıllık yoldan yürümeliydik. Sonunda öyle de yaptık.

Bu yol, neredeyse bir günlük yorucu bir yürüyüşle bizi aslında Arap Avlusu’na götüren bir rotanın üzerinde yer alıyor. Ancak Arap Avlusu’na en kolay ulaşma yolu ise, Myus Antik Kenti üzerinden, Avşar ve Azap Gölleri’nin kenarından geçerek giden karayolunu takiben ulaşılan Karakaya Köyü’nden. Bu rotayı bu yılki yürüyüş programımız içinde değerlendirmeyi düşünüyoruz. 

Döşemenin güzelliğine bakın

İnek çiftliğine sınır patikayı takip ederek, yeniden Beşparmaklar’a doğru tırmanmaya başladık. Biraz yükselince, önümüzde yerel malzeme kullanılarak muntazam döşenmiş bir taş döşeme yolla buluştuk. Yol, altından geçen küçük dere yataklarını gözeterek, su geçişlerini kolaylaştırmak amacıyla menfez benzeri sanat yapılarına izin vermişti. Bu gerçekten son derece akıllıca bir yoldu. Zaten yolun bu kadar uzun zaman boyunca korunabilmiş olmasının altında yatan nedenlerden biri de, zamanının mühendisçe yaklaşımlarını içermesiydi. Yukarı doğru tırmanırken, ıpıssız coğrafyada birden karşımıza bir Alman grup ve köpekleri çıktı; köpekler de köşeyi dönünce birden bizle karşılaşmaktan pek hoşnut olmadılar. Neyse ki, sahipleri müdahale edince havlamayı kestiler ve sessizce bizim geçişimize izin verdiler.

İnek çiftliğine sınır patikayı takip ederek, yeniden Beşparmaklar’a doğru tırmanmaya başladık. Biraz yükselince, önümüzde yerel malzeme kullanılarak muntazam döşenmiş bir taş döşeme yolla buluştuk. Yol, altından geçen küçük dere yataklarını gözeterek, su geçişlerini kolaylaştırmak amacıyla menfez benzeri sanat yapılarına izin vermişti. Bu gerçekten son derece akıllıca bir yoldu. Zaten yolun bu kadar uzun zaman boyunca korunabilmiş olmasının altında yatan nedenlerden biri de, zamanının mühendisçe yaklaşımlarını içermesiydi. Yukarı doğru tırmanırken, ıpıssız coğrafyada birden karşımıza bir Alman grup ve köpekleri çıktı; köpekler de köşeyi dönünce birden bizle karşılaşmaktan pek hoşnut olmadılar. Neyse ki, sahipleri müdahale edince havlamayı kestiler ve sessizce bizim geçişimize izin verdiler.

 

 

 Kral Yolu'nda yürüyoruz.

Yol boyunca, zeytinlik sınırlarını belirleyen ağaç dallarından yapılmış ilkel kapılarla karşılaştık; kural olarak son gelen kapıyı kapatmalıydı. Çünkü arazi sahipleri, arazide otlayan hayvanların kendi arazilerine girmelerini istemiyorlardı. Bu şekilde yaklaşık 3 km kadar yürüdük. Arkamızda ise gölün yine ışık oyunlarıyla bezenmiş, son derece güzel manzaraları vardı. Yürüyüş boyunca zaman zaman durup bu doyumsuz görüntülerin keyfini çıkardık. 

 

 Eski Latmos'un savunma sistemlerinden olan burçlarından biri

 

Güneş yavaş yavaş devrilmeye başlamıştı. Biraz daha yürüdük. Yükseldiğimiz tepenin arka yanına geçmiştik. Rota burada da kırmızı ve beyaz çizgilerle işaretlenmişti. Bir düzlükte dönüş molası verdik. Karşımızda; Beşparmaklar’a bir yılan gibi dolanan Eski Latmos Kenti’nin surları ve aralarındaki burçlar duruyordu. Surların bazı yerleri hala oldukça sağlam görünüyordu. Bir gün oraya da çıkmalıyız diye aramızda konuştuk. Ama artık geri dönme zamanı gelmişti. İzmir’e dek sürecek uzun bir yolculuğumuz vardı. Tekrar aynı yolu takip ederek Bafa Gölü kıyısına kadar indik.

 

 

Yaklaşık saat 5 gibi Kapıkırı Köyü’nden hareket ettik. Akşamın serinliğinde; dönüş yolunda, Bafa’ya son kez baktık. Milas-Söke karayolu çalışmaları daha yeni bitmişti. Mola verdiğimiz Kahve Asarı karşısındaki seyir yerinde manzara ne yazık ki pek iç açıcı değildi. Seyir yerinin ahşap çatısının izolasyon malzemesi etrafa saçılmıştı. Aramızda yanlış malzeme seçilmiş olabileceğini konuştuk; ihtimal ki, bu malzeme buranın rüzgârını kaldıracak güçte değildi. Ama bunu 2013 yılının müteahhit ve mühendisleri her nedense(!) düşünememiş ve ayrıca bu seyir tepesine bir çöp kutusunu bile koymayı akıl edememişlerdi. Bundan dolayı da burada mola verenlerin bıraktıkları çöpler, her yana saçılmış durumdaydı. Biraz önce 2500 yıllık döşeme taş yolun üzerinden yürümüş bizler, mahkûm edildiğimiz bu ilkel müteahhitlik hizmetlerine bir kez daha iç geçirerek İzmir’e doğru yola çıktık.

Dipnotlar

(1)   Manastırlar konusunda kaynak; Latmos’da bir Karya Kenti, Herakleia ; Anneliese Peschlow-Bindokat; Homer Kitabevi, 1.Baskı, 2005

 

Yazan: İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: M.YC

 
 
Toplam blog
: 140
: 882
Kayıt tarihi
: 02.09.12
 
 

  Ben ve iki eski dostum; bilgi dağarcığımızı doldurabilmek ve şehrin keşmekeşinden uzaklaşab..