Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '20

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Dans Terapidir

Müziğin, ruhun gıdası olduğunu hepimiz biliriz malûm.

Seçtiğimiz ve dinlediğimiz türe göre ferahlatıcı, tazeleyici, canlandırıcı veya sakinleştirici, kâh dinlendirici, kâh eğlendirici, ama genelde yenileyici, geliştirici ve iyileştiricidir.

 

Peki ya müziğin, asıl da dansın tamamlayıcısı olduğunu ve dansın, müziğin de ötesinde, sadece ruhun değil bedenimizin de, tüm benliğimizin - tüm varlığımızın şifası olduğunu bilir misiniz?

 

Hele de müzik eşliğinde yapılan o ritmik ve ahenkli hareketler olan dansın, kan dolaşımımız ve sinir sistemimizle birlikte zihnimiz, beynimiz de dahil tüm sistemimizin, nasıl da birden daha sağlıklı işlemesini başlattığını, tüm hücrelerimizi, benliğimizi, tüm varlığımızı arındırdığını, beslediğini, eğittiğini, geliştirdiğini, yenilediğini ve iyileştirdiğini, ihtiyaca göre hem canlandırıp hem de sakinleştirip, her uzvumuzu, dokumuzu çalıştırıp yorar gibi dururken aslında dinlendirdiğini, bize neşe, enerji, istek, moral, cana can, kana kan kattığını, hayat kattığını, bünyemizdeki bütün stresi attığını, dokularımızda ve hücrelerimizde kilitlenmiş devreleri açtığını, bütün gerginliği - gerilimi yok ettiğini bilir misiniz?

 

Ama herhalde bilinmiyor ki, geçenlerde pandemi nedeniyle oluşan şu içinde bulunduğumuz durumdan endişelenen, alınan tedbirlerden, koyulan kısıtlamalardan, evde kapalı kalmaktan ve en çok da belirsizlikten çok canı sıkılan, morali bozulan, strese giren bir arkadaşıma ben de “hiç durma, hadi hemen-hemen şimdi aç bir neşeli, mutlu, hareketli müzik evde kendi kendine danset, bak göreceksin ne kadar iyi gelecek” dediğimde, önce bir şaşırdı, yadırgadı galiba, sonra da sanki bilgece bir öneri değil de saçmalıyormuşumcasına, bir de üstelik “daha çok var ona, o moda girmeme” diyerek tersledi beni. Oysa tam da o ana uygun ve ihtiyacı olan bilgece bir nasihatti... ama anlamadı işte demek ki.

 

Bir çok durumda sık sık, sebep ile sonuç da karıştırılıyor maalesef. Çünkü tek başınayken dansetmek için bir moda girmek gerekmiyordu, aksine, dansettiğinde iyi bir moda girecekti zaten.

 

O yüzden, ben de dedim ki kendi kendime, sadece o arkadaşım değil, bir çok insan dansın içerdiği “sırrı” da bilmiyor zaten, demek ki dansı da anlatmam lazım insanlara!

 

Efendim dans, insanlık tarihinde ve gelişiminde müzikten bile önce var olan ve yapılan bir şeydir. Yani keşfedilmemiştir, keşfedilmesi gerekmemiştir bile. Çünkü daha yaradılıştan zaten DNA'mıza kaydedilmiş, ihtiyaca binaen şifa amacıyla işletim sistemimize kodlanmış bir bilgidir-veridir, bir iç güdüdür, içsel bir reflekstir, dürtüdür.

 

Şaşırdınız mı yoksa şimdi de siz, bu dediğime? Hattâ inanamadınız belki de...

Kanıt mı?

Bakınız lütfen en ilkel kabilelere, kanıt apaçık önünüzdedir zaten. O ilkel yapılarda, müzik diye bir şey yoktur henüz aslında, sadece bir ritm vermek için bedenin hareketlerine, “tam tam” gibi davul gibi veya çıngırdaklı ses çıkaran bir şeylere vururlar müzik niyetine ve kendileri de birtakım sesler çıkarır tizli pesli, bağıra çağıra çünkü bu da yine güdüsel olarak deşarj edici bir şeydir, ama en başlangıçta, en ilkel zamanlarda bile dansetmektedir işte o ilkel insanlar bile mutlaka!

 

Veya bebeklere bakın. Hiçbir şey bilmemektedirler daha, ama sırt üstü yatarken dahi, nasıl bir uçmak istercesine, sallanmak istercesine hareketler yaparlar. Alkış gibi veya ritmik başkaca bir ses duyduklarında hele, nasıl da o sese uygun ritmik hareketlerle kollarını, ellerini, bacaklarını, başlarını oynatır sallarlar. Daha henüz hiç kimse onlara dans etmeyi öğretmemiştir ama hele de oturmaya ve artık desteksiz ayakta durmaya, birkaç adım atıp, yürümeye de başladıklarında, adımlarını ve ayaklarını nasıl da ritmik olarak ayarlayıp belli aralıklarla yerde tutup bedenlerini bir aşağı bir yukarı, bir eğilip bir kalkıp veya bir oturur gibi yapıp sonra dik durup sonra yine oturur gibi yapıp gene dik durup ve aynı zamanda da bir sağa bir sola bedenlerini çevirip, döndürür, döner, bel kıvırır, popo bile sallarlar. Ritmik ve tekrarlayan hareketlerle parmaklarını, ellerini, kollarını, bileklerini, dizlerini, başlarını da aynen. Hele de kız iseler ve biraz da büyümüş ve saçları da uzunsa, saçlarını bile savururlar. Dans dediğimiz şey, bütün bu hareketlerin, yani figürlerin, belli bir düzen ve ritm içinde ahenkle içten gelen bir refleksle, bir “yeti”yle, dürtüyle, duyguyla aynı sürede tekrar edilmesidir zaten. Ve bebek çok çok sonraları ancak bu yaptığı hareketlerin dans olduğunu öğrenecektir. Ama bilmeden, o bile aslında dansetmektedir işte yani, her ne kadar dansın o sanatsal - estetiksel yönü de henüz devrede olmasa dahi.

 

Öyle bir şeydir ki bu, insanoğlu hiçbir şey yapmasa bile, özellikle de huşû halindeyken, yani en üst konsantrasyonda veya tümüyle kendini saldığında, akışa bıraktığında ya da etrafındaki akışla birlikte kendi de aktığında da diyebiliriz, tamamen iradesi dışında kendi farkında bile olmadan en azından bir o yana bir bu yana salınır durur kendiliğinden, tıpkı bir sarkaç gibi. Neden? Her ne kadar bu salınmaya tabii ki tam bir dans denmese de, bunun da kökeni yine danstır da çünkü o yüzden. İhtiyacıdır çünkü insanın, çünkü bu suretle enerji kanalları açılır, arnır-temizlenir, kilitlenmişlikler ve düğümler çözülür, blokajlar kalkar, çakralar açılır. O nedenle de Yaradan bu “ahenkle ve ritmik salınma, dansetme” güdüsü ve dürtüsünü, işlemiştir-yüklemiştir daha doğuştan öz nüvemize.

 

Zaten dinde de çok sık rastlanır buna.Tam bir inanç ve teslimiyetle direkt Allah'a yönelişlerde, özellikle islamda Kur'an dinlerken veya okurken ya da namazın son rekat sonrasında otururak dua ederken, Allah'ı zikr ve hamd ile tespih çekerken... veya hakikaten dünya gailesinden ve dünyasal amaçlardan, hesaplardan tamamen uzak, halis ve has bir idrak, niyet ve Allah'a yönelişle gerçekleştirilen ister bireysel, isterse de topluca ibadet, dua, şükür, kutsal ayin gibi durumlarda görürüz bu salınım, sallanış veya dönüş gibi, -bunları ayrı tutup adına dans denilmese de- esasen onlar da dans olan bedenin bu ritmik-ahenkli hareketlerini... Mesela Mevlâna'nın ilk zamanlardaki Semâ ayinleri. (İlk zamanlardaki dedim, çünkü sonraları buna da zaman zaman dünya gailesi karıştı da o yüzden)

 

Dansın bu özel ve kendine has durumu, bu sırrı, özgünlüğü, insanda hem bedensel hem ruhsal olmak üzere tam bir bünyesel ve varlıksal ihtiyaca karşılık mutlu edici, sağlık kazandırıcı, iyileştirici, geliştirici, işlevselleştirici, düzeltici, canlandırıcı, hasılı şifalandırıcı özelliği, spor camiasınca da farkedildiği içindir ki zaten, aerobik gibi, step gibi bir takım dallar da diğer fitness dallarından çok daha fazla rağbet görmektedir. Bir yandan huzur verir, rahatlatır, bir yandan da eğlencelidir de çünkü, neşe verir dans gibi olunca, diğer egzersizlerdeki gibi canı sıkılmaz, çaresizce, belirsizce veya bir bilmezlik içinde boşlukta asılı kalmaz insanların ruhları, duyguları, düşünceleri ve dikkatleri.

 

Her bakımdan, her şeyiyle hareket ettirici, meşgul eden ve akış sağlayıcı bir “bütün”dür çünkü dans. Bu yüzden de yormaz, dinlendirir esasen, doğru bir şekilde yapılırsa hiçbir yeriniz tutulmaz da zaten. Sırf kaslarınız, eklemleriniz değil, beyniniz de, zihininiz, düşünceleriniz, duygularınız, moraliniz, iradeniz, aklınız da tutulmaz, aksine açılır, yoluna girer, akışa girer, devreye girer... bütün kilitlenmiş enerji düğümlerimiz çözülür... bütün blokajlarımız yok olur, dağılır. Tıpkı arı-duru-temiz-berrak, sakin ve dozunda ferahlatarak coşku veren, istek veren, heveslendiren, engelsiz akan bir nehir gibi akar, “tüm hücrelerimize, beynimizin ve sinir sistemimizin en küçük ve uzak nöronlarına bile hayat veren, enerji kazandıran, can katan kanımız” damarlarımızda.

 

Bu yüzden zaten, ihtiyacı olan her şeyi de insan için lûtfettiği gibi, hem etrafımızı, hem dünyayı-tüm kainatı ve bizi bir sürü şeyle donattığı gibi, buna da ihtiyacımız olduğunu bildiği için Yaradan, dansı da bir güdü olarak, bir dürtü olarak işlemiştir, bahşetmiştir, lûtfetmiştir doğamıza, en temel yapı taşımıza.

 

Sonuç olarak, evet işte, hele de ihtiyaca en uygun müziğin eşliğinde, tam ve mükemmel bir terapidir dansetmek. İster modern, ister klasik, ister techno... ister hareketli, ister slow, ister vals, ister tango... ister oryantal, ister türkülerle halk oyunu veya rock'n roll ya da çaça, rumba, twist, salsa, mambo... hiç farketmez, yeter ki dans olsun.

 

Yeter ki dans da ne ki deyip geçmeyin öyle hemen. Hafifsemeyin, küçümsemeyin, burun kıvırmayın dansa. Yemek-içmek kadar, uyumak kadar en doğal ihtiyacımızdır dansetmek. Danstan mahrum bırakmayın kendinizi. Dansı esirgemeyin kendinizden. Dansedin ki, üzülenlerden, sıkılanlardan değil, sevinenlerden olabilin siz de.

 

Ve böylece;

Işıl ışıl aydınlık geleceklere doğru, gülücüklerle dolu yelken açalım hep birlikte, sağlıkla, bilinçle ve sevgilerimizle...

.

.

.

Filiz Alev Tekin

20.10.2020

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..