Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '11

 
Kategori
Tarih
 

Davutpaşa Kışlası, dinsin gözlerin yaşı

Davutpaşa Kışlası, dinsin gözlerin yaşı
 

Dünün zindanı, bugünün bilim yuvası


Dün Davutpaşa Kışlası’ndaydım gene. 31 sene önce ellerim arkadan kelepçeli girdiğim kapıyı bu defa bir öğrenci heyecanıyla geçtim. 

31 sene önce bütün bedenim yara bere içindeydi, tabanlarımdan kan sızıyordu, yüreğim kırıktı; ama başı dik ve mağrurdu geçişim. O ünlü Türkmen türküyü mırıldanıyordum sessizce: Hele ölmemişem, yaralıyam ben… 

Dün ise gözlerim nemlendi, baktığım her yerde bir dönemin filmi geçti gözlerimin önünden. 

Dünün işkencehanesi olan kışla bugün bilimin hizmetinde, Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından kullanılıyor. Şen şakrak, cıvıl cıvıl gençleri gördüm, “Biliyor musunuz çocuklar, ” diyesim geldi, “Ben bu kapıdan girdiğimde sizden küçüktüm…” 

Üzerimize kurşun yağdırılan mitralyözün yerleştirildiği kum torbalarının olduğu bölüme geldiğimde sanki aynı günleri yeniden yaşayacakmışım gibi pır pır etti yüreğim. Mermi izleri duruyor mu diye tavana baktım, silmişler yazık. Oysa tarihin izleriydi onlar. Ayasofya, Selimiye, Yerebatan ve Süleymaniye kadar özenle korunması gerekiyordu. 

Auswitch toplama kampından sağ kurtulan Yahudi gibiydim dün. Arkadaşlarımın yok edildiği gaz odalarını dolaşıyordum adeta. 

12 Eylül 1980 sabahı hoparlörden cezaevi komutanı binbaşının bet sesi geldi kulaklarıma: “Vatan hainleri, sonunuz geldi…” 

Oysa bizden daha iyi bilirdi, bin tane canımız olsa, birini bile kendimize rezerv saklamadan vatanımız için feda etmekten kaçınmayacağımızı… 

Ardından süngü takmış ve namluya mermi sürerek koğuşlarımızı dalan askerlerin komutanı yüzbaşının sözleri yankılandı: “Anayasa askıya alınmıştır… Bittiniz…” 

Sonra sorgular, işkenceler… 

İlk alınanlardan Metin haykırıyordu: Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş geldi, safa geldi..." 

Ardından Erdoğan: “Haklarınızı helal edin arkadaşlar! Bir daha görüşemeyebiliriz." 

Sonra Erol, Hüseyin, İrfan… Ve İrfan’ın sonsuza dek kalmak üzere göklere yükselişi, orada suratından hiç eksilmeyen gülüşü… 

Darbeye içeride yakalanmanın en korkunç yanı buydu. Ka­nadı kırık kartallar gibiydik. Kurtların ve sırtlanların ortasına bı­rakılmıştık. Dövüşemiyor, kendimizi koruyamıyor, uçup gidemiyorduk... 

Barbaros’un ziyaretçilere hitaben yaptığı konuşmayı mı duydum ne? “Analar, babalar, bacılar, kardeşler…” diye başlıyor ve bütün sülale sayılmadan ana mevzuya bir türlü sıra gelmiyordu. 

Muharremin, o koca gövdesinden kükrer gibi çıkan sesi yankılanıyordu duvarlarda: “Bunlar öldürecek hepimizi. Bari dövüşerek ölelim. Haydi barikatlara…” 

Cenazemi almaya gelip, henüz tam ceset kıvamına gelmemiş bedenimi gören amcamın şaşkın ve yaşlı gözleri canlandı önümde: “Yaşayu misun oğlum? Ne yaptiler size?” 

Ve haftalarca süren işkencelere rağmen bitmeyen direniş sonunda cezaevi komutanının teslim oluşu: “Ulan, ne biçim adamlarsınız siz! Vuruyoruz olmu­yor; dövüyoruz olmuyor; sövüyoruz olmuyor. Ne yapmamız la­zım size? Kurşuna mı dizeyim illa ki?” 

Sonra sarf ettiği o can alıcı felsefi ve edebi cümle: “Ulan hepinize gerek yok! Sizin gibi beş adamım olsa, dün­yanın ...na koyardım." 

Komutanın son cümlesini duyamamıştım, hâlâ düşünür dururum, ne demişti acaba? 

Dünkü ziyaretim boyunca o Türkmen türküsü hiç düşmedi dilimden: Nerde mektepten çok zindan görseniz, Bilin o yerliyem, oralıyam ben… 

“Dünün zindanlarından artık mektepler, müzeler, parklar, oteller yapılmaya başlandı… Zindanlar en çok okul olmaya yakışıyor … İnsanlığın ve insan haklarının öğretildiği bilim yuvaları…” derken, bir de bakmışız eski günlere mi dönüyoruz, ne… Zindanlar yeniden mi fazlalaşmaya başladı? 

Varsın olsun, bu da gelir, bu da geçer, ağlama… 

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..