Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dayanılmaz bir yazma arzusu

Dayanılmaz bir yazma arzusu
 

Odamdaki kitaplarımı düzenlerken eski bir defter buldum. Bir kaç hafta önce arayıpta bulamamıştım oysa. Fotoğrafta gördüğünüz üzere, defterin kapağında şöyle yazıyor ; Kerem Evrandır'ın şiir defteri. Gerçi K harfi düşmüş tam okunmuyor. "Kerem Evrandır kim" diye sorarsanız söyleyeyim, benim.

Benim adım Kerem Oğuz Evrandır. Peşinen söyleyeyim, soyadımın ne manaya geldiğini bilmiyorum. MB'ye ilk kayıt olduğumda, iş yerimle ilgili aksaklıkları yazmak istediğimden ve daha o zaman istifa etmeye karar vermemiş olmamdan ötürü soyadımı kullanmak istemedim. Bir süre fotoğrafımda yoktu. Bir de, "Kerem Oğuz" ismi sanki bir yazar (bizim yazarlık biraz tribalde olsa olsun, yazıyorum, öyleyse yazarım) için daha karizmatik geldi bana. O yüzden, ismim Kerem Oğuz olarak kaldı. Sanırım böyle de devam edeceğim.

Şiir defterine rastlamak benim için çok duygusal bir an ifade ediyor. Ben 78 doğumluyum. İlk yazdığım şiirin tarihi Kasım 1986. İlk okul ikinci sınıfın başı yani. Tabi yazdıklarıma ne kadar şiir denir, orasını siz düşünün.

Neden bir ilk okul ikinci sınıf öğrencisi şiir yazmak ister? Bir defter alır, üzerine ismini yazar, içine bir indeks hazırlar sayfanın sağına şiir yazar, soluna konuyla ilgili bir resim yapmaya çalışır ve tüm bunları geçici bir heves olarak yapmaz, ısrarla iki yıl boyunca yazar? Üstelik şiirlerine şöyle isimler koyar ; "işte insan budur", "konuşmak", "sıkıntı"....

Sanırım neden yazmaya meraklandığımı tahmin edebiliyorum. Bu yaşıma kadar ciddi bir travma yaşamadım fakat depresif ruh hali ayrılmaz bir parçamdır. O sene taşınmıştık. Yedikule'den (Zeytinburnu) Acıbadem'e (Kadıköy). Bu benim için çok büyük bir değişiklikti. Şimdi Bolivaya'ya taşınsam, bu kadar değişik gelmeyeceğine eminim. Okulum,mahallem ve tüm arkadaşlarım değişmişti. Yani birden hayatımda sadece 3 kişi kalmıştı. Annem, babam ve 2 yaşında ki kardeşim. Günlerce akşamları ağladığımı ve Yedikule'deki küçük evimize dönmek için aileme baskı yaptığımı hatırlıyorum. Yatağım bile benim yatağım değildi. Sahi, burada ne kadar kalacaktık?

İşte o dönem belki derslerimden artan zamanlarda uğraşacak bir şeylere ihtiyaç duymuştum, belki de ve daha muhtemel olarak farklı bir şeyler yapıp dikkat çekmeye ihtiyaç duyduğumdan bir şiir defteri tutmaya karar vermiş olabilirim. Şimdi düşününce ne kadar eğlenceli geliyor, okulda bana "Şair Kerem" dendiğini hatırlıyorum. Belki dalga geçiyorlardı fakat ihtiyacım olan farklılaşmayı yaratmıştım. Önemli olanda buydu.

İlk okul boyunca yazmaya devam ettim. Öğretmenimin ve ailemin benim enerjimle başa çıkmaları için iyi bir yol olmuştu beni yazmaya yöneltmek. Hangi güne kadar yazmaya devam ettiğimi çok iyi hatırlıyorum fakat. Orta okulda Türkçe öğretmenim yazdığım kompozisyona zayıf not vermişti. Neden zayıf aldığımı sorduğumda yaptığım imla hatalarını gerekçe göstermişti.

(Şimdi belki de bazılarınız diyorsunuz ki hala çok yapıyorsun. Evet. Yazılarımı onlarca kere okuyup düzeltmeme rağmen hala hata yapıyorum)

Kağıdımı beraber kontrol ettik. "Zaman zaman" yazmışım bir yerde. Fakat arada virgül var. Yani "zaman,zaman"... Bu yüzden 10 puan kırmış mesela. Öğrencilik hayatımda ki tek ciddi kavgamı o zaman yaptım sanırım. 11 yaşındaydım. Kağıdı fırlatıp çıktım. Bir daha mecbur kalmadıkça yazmadım. Daha sonra annemi okula çağırdı ve "benim saçlarımı sizin oğlunuz döktü" dedi. Yalan söylüyordu, derse girdiği ilk gün kafası keldi. Annem okula ilk defa böyle bir problem yüzünden geldi, o günden sonra sık sıkta gelmeye devam etti.

O sene Türkçe'den geçtim fakat Almanca'dan ikmale kaldım. Yazın, okula gider gibi günde 8 saat Almanca gramer çalıştığımı ve kelime hafızamın çok ilerlettiğimi hatırlıyorum. Arkadaşlarımdan ayrı kalmaktan çok korkmuştum. Eylül ayı geldiğinde, tembellerin sınav dönemi gelirdi o zamanlar. İkmal sınavından geçtim. Takip eden ilk sene, yazın çalışmamın etkisiyle ve doğal yazma arzum nedeniye kompozisyon dersinden yüksek not aldım.

Almanca öğretmenimizin ismi Ursula Tiedeken idi. Beni yanına çağırdı. Bu yazıyı sen mi yazdın dedi. Evet dedim. Sevindiğimi hatırlıyorum çünkü bir yıl öncesinde çok kötü anılar yaşamıştık. Bu bir barış anlaşması olabilirdi. Fakat çok beklenmedik bir yanıt verdi bana, "bunu senin yazdığına inanmıyorum"

Bu bir iltifat mıydı, yoksa hakaret mi?

Bu sefer kavga etmedim, kavga etmeye değmez buldum. Bugün olsaydı küfür eder, kalbini kırardım o ayrı.

O zamanlar yazabildiğimi düşünmüyordum hiç. Tek bildiğim yazmayı sevdiğimdi.

Aradan tam yirmi yıl geçti. Şiir defterimi tutmaya başladığım aynı günlerde MB'ye üye oldum ve çocukluk heyecanımla tekrar tanıştım. Bugün hala yazabildiğimi düşündüğümden değil, yazmayı çok sevdiğimden yazıyorum.

O zaman bu defter benim için kurtuluş olmuştu. Bu günde aynı etkiyi MB'de ki paylaşım sayesinde yeniden yaşıyorum. Bu kadar uzun ve bu kadar kişisel bir yazı yazdığımda bile mutlaka bir kaç kişinin buraya kadar okuyacağını, okumakla kalmayıp beni anlayacaklarını biliyorum.

Daha önce küçük bir çocuğu küçük dertlerinden kurtaran yazma serüvenin şimdi biraz daha büyük bir çocuğu biraz daha büyük dertlerden kurtarması için çılgın bir motivasyonla yazıyorum. Bana kendimi yanlız hissettirmeyen tüm dostlarıma selamlarımı yolluyorum.

Son olarak hala okumaya devam ediyorsanız, 1986 ruhunu biraz yaşatmak istediğimden ve sizi biraz da güldürmek istediğimden, o defterden bir şiiri yazmak istedim;

Kimi konuş der / Kimi konuşma / Sen de sakın şaşırma / bu garip konuşmada...

Esenlikler diliyorum...

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..