Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '08

 
Kategori
Çocuklar ve ilkler
 

Değerlerimiz

Değerlerimiz
 

Haftalar, belki de aylar sonra ilk kez; kendim için alış-verişe çıktım. (n'aparsınız kolay değil bu devirde; 4 çocuk, 2 gelin, 1 damat, 3 torun ile... şaka-şaka:))) o kadar da demedik hani... Ama, çocuk büyütmek, namuslu yaşarken yaşamın temel ihtiyaçlarına cevap verebilmek kolay değil bu devirde... Öyle değil mi?)

Belki de yıllardır yapmak isteyip tam olarak yapamadığım bir şeyi gerçekleştirerek çıktım alış-verişe... Kendime söz verdim; -almak zorundayım- düşüncesiyle kendimi mahkum etmeyecektim. Zaman ve kaynak kısıtı nedeniyle (ama ya kalmazsa, tam içime sinmese bile almam gerek... Gibilerinden) mecburen alış-veriş yapmayacaktım.
Valla sözümü tuttum he..(helal bana yav :))

Geçen hafta cumartesi öğleden sonra Kadıköy 'deydim. Hiç istemediğim bir saatte (cumartesi günleri Kadıköy 'e gidiş için); en kötü aralık olan 14.00 - 16.00 arasına denk gelmişti varışım. Aman o ne:)) insan sürüsü değil; adeta insan çağlayanı... Her tip vatandaşımızı, bayramlık süre içinde görme fırsatına eriştim. Geçen cumartesi Kadıköy 'de ("iğne atsan.." demiyeceğim ;P çünkü iğneyi ele alacak hareket alanı bile yoktu ve) alış veriş yapan çok az, yeme-içme mekanları ise tıka basa doluydu.

Oysa dün (belki de bana denk geldi) Capitol hınca hınç doluydu ve millet adeta yarış halindeydi. Sanki (jenerasyon farkı önemli; bilen bilir, çok genç olanlar bilmezler...adeta) Et Balık Kurumu önünde kıyma kuyruğu vardı.

Ayakkabı, çanta, deri giyim mağazaları ilgimi çeker...

Belki, kariyerimin ilk yıllarında bu sektörde çalışmış olmam; ilk satış deneyimimi bu sektörde edinmem... Belki de derinin kokusu, hala (az da olsa) sanatla, el işçiliğiyle bağlantılı bir alan olarak ayakta kalması çekiyor beni...

Mağazaları sırayla ve kısa süreli ziyaretlerle bir kez gezdim. Sonra yoğunluk iyice artmaya başladı. İçerisi (ne yazık ki) havasızlıktan durulamaz bir hal aldı. Ama ilginçtir, bu kadar yoğun hastalığa, grip-nezle-soğuk algınlığına rağmen bebeğini, çocuğunu kapan gelmiş..! Kıtlıktan çıkılmış misali...

Çocukların bir kısmı uyur-gezer; "ne işim var benim burada" diyen bakışlarla şaşkın-şaşkın etrafı incelerken, bir diğer bölümü ailesiyle mücadelede; pazarlık yapmakta, bir başka grup ise mekana uyum içinde; sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulama, yoklama derdinde...

Mağazalardan birinde (ki, reklam olmasın, hiçbirinin adı-markası gerekmez; anlayın işte; AVM mağazalarından birinde) çocuk babasının montunu çekiştirmekte; "yaaaağğğğğıığğğğ...buuba yaaağğğğ, söz virdin -alcam- didin alsana işiteeeee...", baba oğluna örnek olmak istercesine kibar bir yaklaşımla; "lan kes şinicik başlaycam haaağğıığğğ...alcez dedik yavuu, şincik alcez demedik yaaağğ", "yağ bubaaaa..." :((( (aynen çekiştirmeye devam ediyor, ama temkinli; n'olur-n'olmaz yarı gard almış durumda:)))). Annesi "len oğlüm temam len...-alecez- dedi ya işite.." (Valla bu söz, bu ikna çabası, bankerin alacaklısına verdiği söz gibi sağlam görünüyor :))

Bu grup mağazayı terk ederken bir başka çocuklu aile giriyor içeri. Baba en önde, iki elini arkada; beline bağlamış. Öyle bir salınarak giriyor ki mağazaya; bırakın mağazayı; sanki Capitol 'ü satın almış. Yönetim Kurulu ile alım-satım sözleşmesi imzalamış, AVM 'yi komple satın almış ta... şööööle hele bi bakim bi yaviiiğğ (ilk göz atışta ne vağğğ ne yog kendince denetliyo sanikim:))) Sahibin oğlu (10-12 yaşlarında olsa gerek) sahibe sesleniyor; "bunu göğğdün mü babaaağğ..", "istemem, banna yakışmaz oggulum.." (mağazaya girmeleri ile çıkmaları bir oluyor, ama havası başka...).

Bir başka aile, bebek çocuk arabasında ve o havasız havada (ortamda) kabanının içinde şaşkın, bitap şekilde etrafı izliyor (büyük ihtimal bir anlam veremiyor kendince... en temiz, berrak algılaması; anlamlandıramıyor kalabalığı, gürültüyü, adeta koşturmaca şeklindeki hareketi...gözleri yorgun, şaşkın, sorar gibi...)

Bir kız çocuğu; saçları lüle-lüle, şirin mi şirin, annesinin eteğini çekiştiriyor; "hadddiii accıktıııımmm"... Kibaaarr, sevimliiii, yanı sıra kararlı bir prenses :)

Çocuklar, çocuklarımız. Kimi varlık içinde büyüme imkanına sahip, kimi "varlık" içinde...
Kiminin ailesinin durumu iyi, belli... Kiminin ailesinin durumu "iyi" belki belli, belki belirsiz... Nasılsa kredi kartı var, taksit var. Alan alıyor tüketiyor (gücü yettiğince veya yetmediğince...)

Ama hepsi tüketim çocuğu oluyor. Kapitalist düzenin tüketime dayanan; "tüketim bilinci"ni güçlendiren, yeni bir toplum(?)
Marka, Pazarlama, Reklamlar, Para, Kredi Kartı, Taksit, Limit, Limitler içinde Limitsiz Yaşamlar..!

Çocukluğum geliyor aklıma...

Babamın memuriyeti nedeniyle, yaşamımızın bir bölümünü geçirdiğimiz Sıvas 'ta; 1970 'li yılların ilk yarısı...
Kışa yaklaşırken (o zamanın o küçücük şehrinde; sebze-meyve, süt ürünleri; hepsi şehrin merkezine yakın olan halde satılır ve) kışlık alış-veriş belli bir tarihten sonra yapılırdı (esnaf, sezon malını almak için İstanbul yolunu tutar; alım yapma imkanı olan mal gelmesini bekler, imkanı kısıtlı olan ise ya borçlanır ya da ertelerdi)

Babamla ilk kez ayakkabı almaya (daha doğrusu bot ya da çizme alma amacıyla) çarşıya gittiğim günü çok net hatırlıyorum. Günü hatırlıyorum da; kaç yaşımdaydım; işte onu anımsamıyorum ne hikmetse...

Hava soğuktu, kar bekleniyordu ve bu nedenle babam, hafta içi olmasına rağmen "hadi oğlum, hafta sonunu beklemeyelim, kar geliyor, okula gidiyorsun..." demişti. Kalktık çarşıya gittik. Yolda giderken (yürürken) bana anlattı;

"Ben çocukken doğru dürüst ayakkabı, çizme, bot yoktu. Birgün babam benim için eve iskarpin getirdi; yaşıma göre bana çok ağır geldi. Hem ağırdı hem de bol... Babam rahatsız olduğumu anlamış olacak; ertesi sabah beni aldı yanına; ustaya götürdü. Orada, ayağıma uyan bir çift bulduk. Sonra babam, önce ustaya baktı, sonra döndü bana baktı ve dedi ki; -oğul, sormirem giyermisen diye... giyerisen alırım diye...alırısam giyersin ona göre- dedi.

Usta hafif tebessüm etti, ben babama "sağolasın bey baba" dedim... ne demek istediğini anlamıştım".

Ben de babamın ne dediğini anlamıştım (eşşşşek değildim ya :))) Adam, memur maaşı ile kaç boğaza bakıyordu. Hem o baba ki; dedem öldüğünde; henüz 19 yaşında iken; ailesinin en büyük erkek evladı olduğu için annesine bakmış, beş kardeşini büyütmüş, gün olmuş; devlete laf olur, söz gelir diye; (muhasebeci olduğu, sıkıntı çektiği halde) dışarıdan defter tutmayı kabul etmemiş, ilkelerine tutunarak; zorluklarla mücadele etme erdemine erişmiş bir baba..!

Çocukluğum ve bugün... aradan 30-35 yıl geçmiş, dile kolay...

Bu kuşak farkı;

Yokluğun (maddede) varlığa dönüşmesinin resmidir (daha yirmi yıl önce bile birçok şey bulunamazken; bugün ülkemizde olmayan şey neredeyse yok. Yeter ki alacak gücün, paran ya da kredi kartın olsun:),

Güzelliğin (toplumsal ahlakta, değerlerimizde, ilkelerimizde çöküşün), sevginin-saygının yok oluşunun resmidir,

Oysa bizi biz yapan kendi değerlerimizdir.

Bilimde, teknolojide, sanatta, kültürde, politikada, turizmde v.d. bir çok alanda sürekli gelişmek zorundayız, gelişiyoruz.

Bu gelişmelerin yanı sıra; küçük hesaplar peşinde olmayan, samimi, dürüst, çalışkan, paylaşımcı, hoşgörülü insanımızın değerlerini korumak zorundayız.
Çocuklarımız, bir yandan daha donanımlı yetişirken; öte yandan kendi değerlerimizi öğrenmeli (bizler tarafından öğretilmeli-aktarılmalı) ve benliğimiz muhafaza edilmelidir. Dilimize, gelenek-göreneklerimize, sanatımıza, kültürümüze sahip çıkmak zorundayız. Değerlerimizi çocuklarımıza, çocuk gözünde değerli sembollerle anlatmalıyız.

Yalnızca tüketen bir toplum olma yoluna (bilinçli bir şekilde) kanalize edilirken, her açıdan üretmek ve şartlarımızı zorlayıp kendimizi aşmak zorunda olduğumuzu dikkate almalıyız.

Biz toplum olarak kendimizi değerlerimizden yoksun bırakamayız. Sevgisiz, hoşgörüsüz, acımasız, vicdansız, saygıdan yoksun, mizahını-masalını-öyküsünü, inancını yitirmiş ya da satılığa çıkarmış olamayız.

Biz, değerlerimiz üzerine pazarlık yapmayız, yaptırmayız.

Biz bu toprakların çocuklarıyız.
Fatih 'iz, Kanuni 'yiz, Mimar Sinan 'ız, Mevlana... Karacaoğlan... Pir Sultan Abdal... Yunus Emre... Mehmet Akif Ersoy... Nazım Hikmet... Peyami Safa... Mustafa Kemal 'iz, Atatürk 'ün kimliğinde Anadolu 'nun inancıyız biz. Toprağı ile suyunun, bu Güzelim yarım adaya vuran güneşin özel kokusuyuz...

Sevgi ve Saygılarımla.

Tarık TORAMAN

 
Toplam blog
: 38
: 629
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba, MilliyetBlog 'un ilkeli yönetiminin yanı sıra; sağlamış olduğu sürekli gelişim içindeki ..