Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Değişik toprak

Değişik toprak
 

DEĞİŞİK TOPRAK


-Tekmil ver asker!

-Necati Söylemez Adıyaman! Emret komutanım!

-Sen!

-Hasan Çıtak Trabzon! Emret komutanım!

-Sen!

-Caner Taş Aydın! Emret komutanım!

Sert ve çevik tavırlarıyla Çavuş Ekrem sıradan yirmiye yakın askerden tekmil aldı. Sonra ellerini gövdesinin arkasında kavuşturarak konuşmaya başladı:

-Yandınız ulan siz! Ne işiniz vardı geldiniz buraya! Bittiniz siz! Çıkamazsınız buradan! Daha kış başlamadı! Bir ay sonra göreceksiniz manzarayı! Donacaksınız! Donacaksınız!

Çavuş Ekrem tok sesle konuşurken, usta birliğine yeni gelmiş ve bir odaya doluşmuş olan askerlerin beti benzi atmış, çavuşun sözlerinden dolayı korkudan sapsarı kesilmişlerdi. İçlerinde sadece Onbaşı Caner, çavuşun sözlerini önemsemiyor; korkudan dillerini yutmuş asker arkadaşlarını etki alanına almış üst tertibin hal ve hareketlerine neredeyse gülmeye hazırlanıyordu. Ancak acemi birliğinde sırıtması nedeniyle başına gelenler aklına gelince dudaklarını hemen kapatmak zorunda kaldı.

Tecrübeli çavuş, onbaşının hiç tepki vermediğini anlayınca yanına yaklaştı:

       -Sen onbaşı! Tekrar tekmil ver! diye gürledi. Onbaşı hızla selam verip tekmil verdi:

         -Caner Taş Aydın! Emret komutanım!

         -Acemi birliğin neresiydi senin!

         -İzmir Narlıdere! İstihkâm, Talimgâh iki komutanım!

         -Bittin sen oğlum! Hayatın kaydı! Burası Sarıkamış! Çıkamazsın sen buradan! Anladın mı?

         -Anladım komutanım!

        

          Çavuş Ekrem, Anladım diyen onbaşıya tekrar baktı. Hiç de anlamışa benzemiyordu. Çünkü yüzündeki kırmızılık sarıya dönüşmemişti. “Bu asker deli galiba” diye düşündü. Aynı anda onbaşı Caner’in içinden de aynı şeyler geçiyordu: “Bu çavuş biraz kafadan kırık herhalde!”

      

        Aradan aylar geçti… Onbaşı sürgün olarak geldiği Sarıkamış’taki ilk gününü hatırladı. Otobüsten indikten sonra yol kıyısında rastladığı çeşmeden akan buz gibi suyu içmiş, bir süre ayakta durup değişik bir manzaraya sahip bu vatan köşesinin tertemiz havasını derin derin içine çekmişti. O anda bu su ve havanın bambaşka bir güce sahip olduğunu anlamıştı. Denizden iki bin metre yükseklikteydiler, karşısında çam ağaçlarıyla örtülmüş sıra sıra dağlar duruyordu.  Temmuz ayında sıcaktan terlemesi gerekirken bu şirin ilçede serin bir hava vardı.

        

        Daha sonraki aylarda alışkın olmadığı için devriye gezdiklerinde buzda kayıp kayıp düştüğünü anımsadı. Eksi 27 derecede sabit nöbet tutarken neredeyse donmak üzere olduğu aklına geldi. Şiddetli bir kar fırtınası olduğu gece on-on beş metre yerde yuvarlanmış; miğferi, silahı, kasaturası bir tarafa, kendisi bir tarafa fırlamıştı. Hele hele bir gece şehirde öyle bir fırtına çıkmıştı ki sabaha kadar uğultular kesilmemişti ve şiddetinden dört asker yüklendikleri bölük kapısını açıp dışarı çıkamamışlardı. Ordugâha çıktıkları günlerde ormanlık bölgede sağanak yağmur altında yerde bağdaş kurup yağmursuyu ile karışmış fasulyeyi iştahla kaşıkladıkları geldi aklına. Kar kalınlığının bir metreye yaklaştığı günlerde soğuktan vücudunu hiç hissetmediğini, sadece parmaklarının sızladığını gözünün önüne getirdi.

        

         Bir seferinde Ağustos ayında şiddetli bir şekilde yağan dolu taneleri koğuşun camlarını kırmıştı. Ceviz büyüklüğündeki dolular kendisini hayretler içersinde bırakmıştı. Burada hakikatten anormal bir hava vardı.

        

         Geceleri nöbet tutarken ara sıra Allahuekber Dağlarına bakıyor ve orada şehit olan Türk askerlerini daha iyi anlayabiliyordu. Onbaşı Caner onların acılarına çok yaklaşmış gibiydi.

        

         Bunları düşünürken birdenbire Çavuş Ekrem yanında bitivermişti. Üst tertipler terhis oluyorlardı. Herhalde çavuş veda etmeye gelmişti:

         -Caner Onbaşı, iyi dayandın yahu! Sen biraz farklı çıktın! Merak ettim. Neden etkilenmedin benim sözlerimden. Sanki burada yaşamıyormuş gibiydin ilk tanıştığımızda.

      

          Onbaşı Caner güldü. Bu sefer gülmenin zararı yoktu çünkü.

       

         -Ekrem çavuşum, sivilde bizim evde her gün kar yağıyordu, sık sık şimşekler çakıyordu, fırtınalar, kasırgalar hiç dinmiyordu. Eksi elli derecede yaşıyorduk. Sofrada yemek yerken bile depremler meydana geliyordu. Sarıkamış’ın havası bana daha iyi geldi, diye fısıldadı komutanına.

   

          Üst tertip Ekrem Çavuş “Allah Allah tam anlayamadım” diye söylendi kendi kendine. Yine “Bu asker kafadan kontak galiba” diye düşündü içinden. Oradan hemen uzaklaşma ihtiyacını hissetti.

         -Allahaısmarladık Caner Onbaşı! Kendine iyi bak toprak! diye bir selam çaktı.

     

         Sarıkamış’ta askerler ara sıra birbirlerine “Toprak” diye seslenirdi. Çünkü kışın toprağı hiç göremezlerdi kardan.

     

        -Güle güle Ekrem Çavuşum! Güle güle toprak! Sen de kendine iyi bak! dedi arkasından Caner Onbaşı. Kendisinin de bir gün terhis olacağını aklına getirip hüzünlendi. Ağır adımlarla içtimaya doğru yürüdü.

 

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..