Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Nehir

Nehir
 

NEHİR


-Yazdığım şiirler güzel değil mi Tarık!

-Bana göre son derece güzel.

-Fakat bastıramıyorum, elimde kalıyor. Yayınevleri kitap halinde şiirlerimin ortaya çıkması hususunda yardımcı olmuyor.

-Haklısın Nehir. Bir türlü hamle yapamadın.

-Hiç anlayamıyorum Tarık. Neden tıkandım kaldım?

Nehir’le Tarık Edebiyat Fakültesinden arkadaştılar. Zaman zaman bir araya gelir, edebiyat ve sanat tartışmaları yaparlardı. Tarık öykücü, Nehir ise şairdi. Kategorileri farklı ama yolları aynı idi: Edebiyat…

Tarık, Nehir’i yakından tanıyordu. O, çok hassas ruhlu bir kızdı. Bunu şiirlerine de yansıtıyordu. Duygusallığı şiirlerine büyük ölçüde romantik bir hava katıyordu.

-Sen nasıl öykü yazıyorsun Tarık, ben hiç beceremem.

Tarık güldü:

-Ben de hiç şiir yazamam. Demek ki yetenek meselesi. Allah vergisi.

Birbirlerine son okudukları kitapları anlattılar. Nehir, Jack London’un “Martin Eden” inden bahsetti, Tarık da Kafka’nın “Dönüşüm” ünden... Tarık son zamanlarda Çehov’dan, Maupassant’tan, Erskine Caldwel’den, Sait Faik ve Sabahattin Ali’den öyküler okumuştu. Nehir de yabancı şairlerin şiirlerini incelemişti.

İkisi de öğretmendi. Nehir Kütahya’da, Tarık Milas’da edebiyat öğretmenliği yapıyordu. Buca Eğitim Fakültesi öğrencilik yıllarında sık sık görüşürler, ders çalışırlar, bazen Mişmiş Pastanesine giderler, ara sırada İzmir’de sinemaya girer, sonra da Kemeraltı’nda dolaşırlardı…

Tarık tam unutmuştur diye düşünürken Nehir tekrar aynı konuya geldi:

-Anlayamıyorum. Madem güzel şiirler yazıyorum, neden yayınevlerine kendimi kabul ettiremiyorum Tarık?

Tarık bu konuda pek konuşmak istemiyordu ama Nehir’in ısrarcı sorularına yanıt vermemek kendisinde sıkıntı yaratıyordu. Kendisini şöyle bir toparladı. Bazı gerçekleri Nehir’e anlatmalıydı. Açık konuşmak gerekiyordu:

-Nehir, aslında sen bu işin uzmanısın. Biliyorsun ikimiz de edebiyatçıyız. Sen de, ben de edebiyattan anlıyoruz. Şiirlerinin kaliteli olduğunu ben çok iyi biliyorum. Ancak belki de hiç aklına gelmeyen gerçekler var…

-Neymiş o gerçekler Tarık?

-Edebiyat başka şey, yayıncılık başka şey Nehir. Sen şiirlerini yazarken, şiiri, romantizmi, güzelliği, insanlığı düşünüyorsun. Yazarken manevi bir haz içersindesin. Ancak yayınevleri ve editörler olaya senin gözünle bakmazlar…

-Nasıl yani? Nasıl bakarlar?

-Yayınevleri patronları, editörler işin ticaretini düşünürler. Kitabı basarsak kaça mâl olur, okunur mu okunmaz mı, kitabevleri kabul eder mi etmez mi, kitabın yazarı genç mi yaşlı mı, kitapların devamı gelir mi gelmez mi, fuarlara katılabilir mi katılamaz mı, siyasi görüşü nedir, sosyal mi asosyal mi, parası var mı yok mu, bu basım bize ucuza gelir mi gelmez mi?. Çeşitli ekonomik bakışlar devreye girer. Kısacası maddiyat ön plandadır.

Nehir’in kafası karışmıştı. O, hakikaten şiir yazmayı, edebiyatı, yazıları ve düşünceleriyle insanları mutlu etmeyi tasarlayan bir insandı. Tarık’ın düşündüğü gibi parayı hiç aklına getirmemişti. Saf ve temiz bir edebiyatçıydı.

Tarık, arkadaşının üzülmeye başladığını farketti. Acı gerçekler Nehir’i sıkıntı içerisine sokmuştu. Uzun bir süre sessizce durdular..

Sessizliği Tarık bozdu:

-Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun Nehir?

Nehir; bir uzaklara baktı, bir Tarık’ın gözlerinin içine baktı.Başını bir yere eğdi, bir kaldırıp gökyüzüne çevirdi. Tekrar Tarık’ın gözlerinin içine baktı:

-Ben paradan filan pek anlamam Tarık. Ben bir edebiyatçıyım ve bir şairim. Yüreğimin, kalemimin, arzularımın, hislerimin götürdüğü yere kadar şiir yazmaya devam edeceğim, dedi.

Bir an karşı kıyıdan Karşıyaka’ya doğru bir yolcu vapurunun geldiğini fark ettiler. Garsona paralarını ödedikten sonra iskeleye yürümek için masalarından kalktılar.

İki edebiyatçı; düşünceli düşünceli rıhtıma doğru yürürken…, bembeyaz martılar, yaklaşan vapurun etrafında adeta şiir ve öykü çığlıkları atıyordu…

 

 

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..