Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '09

 
Kategori
Sinema
 

Deli deli olma...

Deli deli olma...
 

Ölümünü büyük bir üzüntü ile öğrendim. Son filmi üzerine yazmışım geçmişte. Anısına...

Türkiyenin en kuzeydoğu ucunda Kars'ta geçen bir öykü anlatıyor film. İlk Hazar yahudileri olan şimdiki dinleri hakkında kesin bir bilgi olmayan, dünyada çok az sayıda kalmış, Adapazarı ilimizde birkaç temsilcisi bulunan, Rusya'dan Türkiye'ye göç etmiş ve haklarında Türk oldukları iddiası bulunan Malakanların göçleri ile başlıyor ilk sahneler ve Kars'ın bir köyünde başından sonuna karlar altında, üstünde, içinde ve eşliğinde devam ediyor film.

Kar filmin ana karakterlerinden biri. Ama filmin ana karakterleri dahil ne karakterler, ne değindiği bir sürü konu, nede kar abartılı olarak sokulmuyor seyircinin gözüne. Herşey çok sade ve basit tıpkı orda süregiden yaşam gibi... Değindiği hiç bir konu sorun olarak yada mesaj olarak iletilmeye çalışılmamış yoksulluk, yoksunluk, cahillik, yalnızlık, etnik ayrımcılık, aşk, küfür, espri, melodram, dram.... Her şey sadece filmdeki karakterlerin hayatlarını etkiledikleri ve yönlendirdikleri oranda var ne fazla ne eksik... Teori değil pratik anlatıyor film...

Mişka'nın yalnızlığı filmin alt başlığı olabilir bence. Öyle güzel anlatılmış ki içiniz katılıyor izlerken. Bir insan bunca yalnız nasıl yaşayabilir diye düşünüyorsunuz. O kadar somut, o kadar yalın ve bir o kadar içe işleyen bir yalnızlık. Mümkün olsa perdeden içeri sızıp Mişka'nın elini tutmak istiyor insan şöyle kocaman bir sarılmak ve acısını biraz olsun azaltmak. Kendi deyimiyle "Sarmaşık olmayan isteyen bir ayrık otu" o...

Pabuç'a gelince adının hakkını veren pabuç gibi diliyle bütün köyün deliye dolanacağına çalıyı dolaş diye davrandığı, elinde sopasıyla gezip ilk önüne gelene nedensiz bile olsa sopayı indiren bir kadın. Öfkesi sel gibi, yüreği taş... Yaşanmamışlıklarının acısını tüm dünyadan, herkesten çıkarmaya çalışan, kaçırdıklarının hesabını herkesten soran bir kadın. Bu kadar öfke, bu kadar insafsızlık, bu kadar vicdansızlık ne kadar acının karşılığı diye soruyor insan izlerken. Ne kadar eksik kalmışlığın... Ne kadar yaşanmamışlığın... İnsan bu kadar vicdansız olabilmek için ne kadar acı çekmeli?... Ve hep filmin bir yerinde bir noktasında onun o taş gibi kaya gibi öfkesinin çatlayıp ince bir çatlaktan da olsa bize vicdanı ve sevgiyi ve haklılık payını ve insanın olumlu yanlarını hatırlatmasını bekliyorsunuz. Ama hayır hiç bitmiyor Pabuçun öfkesi, hiç dinmiyor acısı, yıllar önce kanamaya başlayan yarası hiç durmadan kanamaya devam ediyor.

Alma filmin küçük karakteri ve masalsı yanını sağlayan, umut aşılayan kısmı... Onca yokluk ve yoksulluk içinde bile bir umut olabileceğini, çocukluğun saf ve temiz sevgisini, karşılıksız ve çıkarsız verebilmeyi, vefa duygusunu, hayallerin insanın yaşadığı koşullarla doğru orantılı olmadığını anlatıyor.

Tüm karakterler çok bizden, çok tanıdık ve sıcak... Argo ve küfür öyle bir kullanılmış ki orda başka hiç bir kelime, dünya üzerindeki hiç bir sözcük bu vurguyu ve anlamı veremez. O kadar yerinde, o kadar hayatın tam ortasında.
Bir insan bir insana "kafir" derken bu kadar mı güzel seni çok sevdim demiş olur. Hiç bir seni seviyorum o kafirdeki duygu yoğunluğunu ve sevginin ve acının ve boşa geçmiş yılların tüm ağırlığını veremez.

Çok gülüyorsunuz, çok ağlıyorsunuz, çok bize dair, çok insani...

Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.

İzlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler...

 
Toplam blog
: 40
: 657
Kayıt tarihi
: 14.11.07
 
 

49 yaşındayım.. Kamuda memur olarak çalışıyorum. Aynı zamanda amatör bir tiyatro ekibiyle 18 yıld..