Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Deli

Deli
 

Haddimizi aşarak bazı noktalara girmeyelim, ayrılık/ikilik duygusu ile yaşayanları, Allah Resulü’nün deyimiyle ‘uyuyanları’ uyandırmayalım. ...........


Çobanın biri koyunlarını otlatıyormuş. Yorulmuş, matarasını açmış, tam su içmek üzereyken karşısına aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çıkmış. "Oğul, varsa bir parça da bana su verir misin" demiş.
Çoban bakmış ki sadece bir yudumluk su var. Yine de aksakallı ihtiyara uzatmış. İhtiyar suyu içtikten sonra: "Şimdi, doğru köyüne dön. Birazdan yağmur yağacak. Ve yağmurdan ıslanan herkes delirecek" demiş.
Çoban hemen köye dönmüş. O sırada köy meydanında büyük bir düğün varmış. Köyün önde gelenlerine durumu anlatmış. Tabii ki, hiç kimse çobana inanmamış. Birden yağmur başlamış.
Çoban, yağmur dininceye kadar bir ağaç kovuğundaymış. Sonra tekrar köy meydanına gitmiş. Bir de ne görsün! Herkes elleriyle değil, ayaklarıyla yemek yiyor, üzerindekileri parçalıyor, altlarına pisliyor.
Çoban anlamış ki, bütün köy halkı delirmiş. Ne yapacağını düşünmeye başlamış. O sırada köylüler onu fark etmişler. Çobanın davranışları onlara hiç normal gelmemiş. Hemen bir yere kapatmışlar, üstüne de
"Köyün Delisi"yazmışlar.

Değerli dostlarım!

Bu hikâyeyi okuduktan sonra aklımıza şu soruların takılabilmesi olasıdır:

1-Paylaşmanın önemi, getirileri nelerdir?

2- İnsanları nasıl değerlendiriyoruz?

3- Herkese inanmak zorunlu mu?

4-Biz olaylara nasıl bakıyoruz?

5-Gerçekler karşısında nasıl davranabiliyoruz?

6- Deli kim?

İsterseniz, şimdi beraberce düşünelim bu konularda. Önce, paylaşmanın yararlarından başlayalım.

Evet, paylaşım gerçekten çok önemli. Ama herkese kolay kolay nasip olmuyor. Bu kavramın zihinsel, duygusal ve bedensel gelişimde hayati bir rol oynadığının farkındayız. Evren gibi sonsuz ve sınırsız olmamız gerekirken kendimizi kurallara boğulmuş, kısır, şekilciliğe uyan bir ortamın içinde bulmak ve yaşamak neden?

Paylaşımın sevgi ile birleşmesi en kolay ve hızlı yol oluyor. Ancak, tepkilerin bol olduğu ortamda, menfaatlerin çatıştığı kurtlar sofrasında, kısacası beşeri ilişkilerde geçerliliğini pek koruyamadığını görüyoruz. Dolayısıyla, bu duygu bir dengenin tesis edilmesi ile işlerlik kazanıyor, diyebiliriz.

Paylaşımın derin boyutlarda olanı var. Bu, maddi anlamda olduğu gibi mana yönünde de olabilir. Bir insanın yükünü alırsınız, bunun adı “paylaşım” dır. Mesela mistisizmde acı bir haberin (ölüm gibi) tek bir kişi değil, birçok kişi tarafından açıklanmasının altında yatan sebep bu. Yani sistem, olumsuz bir olayda dahi paylaşımı öngörüyor.

Keza, ehli; inandığı/güvendiği, kendini dağıtmayacak bir dostunun omuzlarına öyle bir yük yükler ki, o kişi gıkını bile çıkarmadan yaşamına devam eder. Ancak, bu ağırlığın nereden geldiğini de iyi bilir. Toplum ise böyle bir oluşun asla bilincinde olamaz.

Haddimizi aşarak bazı noktalara girmeyelim, ayrılık/ikilik duygusu ile yaşayanları, Allah Resulü’nün deyimiyle ‘uyuyanları’ uyandırmayalım. Onların uyumaları gerekir; çünkü var oluş gayeleri bu neden üzerine kurulmuştur. Ayrıca uyuyanlar olacak ki, uyanık olanlar fark edilebilsin. Uyanmak hususunda niyet kadar, insanın kalitesi de önemli.

Dileyen, hadiste geçen “uyku” sözcüğündeki halin ne olduğunu bilir, uyarıyı dikkâte alır, mührü parçalar ve uyanır.

Varlıksız yani beklentisiz bir paylaşımın bedene ve ruha verdiği enerji insanı rahatlatır. Hayata olumlu bakan duygularımız canlandığı gibi, manaya olan yatkınlığımız da hiç kuşkusuz artar. Stres ve acıya karşı da panzehir görevini üstlenir.

Hikâyeyi analiz ederek soruların yanıtlarını vermeye devam edelim:

Çobandan su talebinde bulunan kişinin yetişkin, ihtiyar ve ihtiyaç sahibi olması, karşısındakinin saygı ve sevgi duygularının harekete geçmesine, ona daha sıcak bakmasına sebep olmuştur diyebiliriz. Şayet su isteyen ihtiyar değil de genç biri olsaydı, onun sözlerini dinlemedeki kararlılık herhalde bu kadar güçlü olmayacaktı.

Diğer taraftan, her ihtiyara inanmak gibi bir düşünce de mantıklı olamaz. (Bu, o kişiye saygısızlık yapmak anlamına gelmemeli.) Birilerinin, yaşlı ve yetişkin de olsa onu içine sindirmesi beklenir. Bu koşul, insanın fıtratı gereğidir. Dikkât ederseniz, biz önümüze gelen her ihtiyara bir şey vermiyor, sert ve acımasız olabiliyoruz. Yani bir anlamda verme koşulları, bizdeki acıma ve güven duygusu ile doğrudan ilgili.

Kısacası, burada ihtiyarın verdiği güven ve telkin çok önemli. Genç çobanın üzerinde bu izlenimi bırakmış olmalı ki, sözü dikkâte alınmış. Sizin de fark edeceğiniz gibi, onun bir de keramet yanı bulunuyor. Ama aynı şeyleri çoban için söylemek mümkün değil. Zira, o sözünü topluma geçiremiyor. Yani halkla ilişkilerini derinleştiremiyor. Bir yerde, genç olanla yetişkin arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor. Köylüler de çobanı anlamak için hiçbir çaba göstermiyorlar. Çünkü onu dinlemiyor ve bir yere kapatıyorlar.

Hikâyeden çıkan sonuç şu: Toplumsal yaşamda bu tip olayların inanç zafiyeti nedeniyle şimdiye kadar olumlu bir görüntü vermediğini görüyor ve ne tür zaaflar doğurabileceğini bilemiyoruz. Esasen, bunu anlamak için az da olsa basiret sahibi olmak, karşıdakinin İlahi güçlerle donandığını bilip bu bilinçle hareket etmek, kısacası bu performans kriterlerini az da olsa göstermek yani bir anlamda inanmak/teslim olmak şart. Belki o zaman kimlerin akıllı/sapık ya dadeli olduğu fark edilir.

 

Ahmed F. Yüksel

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..