Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '09

 
Kategori
İstanbul
 

Deniz Mavisi Özlemin Şimdi Bir Düş Oldu Anılarda, Ey Güzel İstanbul !

Deniz Mavisi Özlemin Şimdi Bir Düş Oldu Anılarda, Ey Güzel İstanbul !
 

Seni özledim İstanbul ! Bir oyun diye bindiği otobüsün hareket etmesiyle, giderek uzaklaşan annesine; "sen de gel, sen de gel" diyen bir çocuğun haykırışlarıyla özledim ilkin. Camları tırmalamaktan yorgun düşmüş kollarını, babaannesinin boynuna dolayan o çocuğun çaresizliğiyle özledim sonra. Ama en çokta; ağlamaktan şişmiş gözlerini, " Annen de gelecek. Hele kardeşin biraz daha büyüsün, o da gelecek" ninnisinin avuntusuyla uykuya daldıran o çocuğun düşleriyle özledim şimdi.

Babaannesinin karyolasının yanına eklenen sandalyelerin üzerinde kurulu, taht misali küçücük bir yatakta; bir sultan edasıyla uyanan bir çocuğun sevinciyle özledim önce. Pencereden bakarken karşı kaldırımdaki baloncuyu görünce; " ben de isterim" diye tutturan o çocuğun şımarıklığıyla özledim seni. Bir eli dedesinin elinde, diğerinde balon sokakta yürürken; dedesinin kocaman eli içinde kaybolan küçücük elini birden çekip, sokağın karşısındaki parka koşan bir çocuğun arsızlığıyla özledim sonra. Ama en çokta; kaydıraktan kayarken, hızını alamayıpta düşen o çocuğun kanayan dizinin acısıyla özledim şimdi.

Çocukluğumun ağırlığıyla özledim seni İstanbul. 70 li yıllardaki halinle... Beşiktaş' ını özledim. Ve Ihlamur Caddesindeki evimizi. Hani o beş katlı ve altında pastane olan apartmanımızı. Evdeki her şeye burun kıvırıpta, " illa pasta isterim" diye tutturmalarımı hatırladım bak şimdi. Pencereden salınan sepeti ve " iki poğaça " diye bağıran o müşfik sesi hatırladım bir de. Sonra... Sonra, yine o pencere kenarında kuzenimle oynadığımız "araba kapmaca" oyunumuz vardı. Hani, o dar caddenden geçen arabalarını, ilk görenin kaptığı oyun. Bilmediğim sayılar kadar arabalarım olurdu her oyunun sonunda. ! O deli, dolu yağmurlu günü de hatırlıyor musun ? Elbette hatırlıyorsun İstanbul ! Apartmanımızın yanındaki o dik yokuşundan sel gibi boşalan yağmur suları caddene nasıl da yayılmıştı birden. Bir de o gün pazar kurulmuştu o caddende. Pencerenin kenarında olan biteni merakla izlerken; pazarcı amcalar suya kapılıp giden karpuzlarının peşine düşmüşlerdi de, çılgınlar gibi eğlenmiştim ben. Biberler, domatesler, karpuzlar çamur içinde yüzerken ne kadar çok gülmüştüm. Ne tuhaf şey, şu çocukluk ! Karpuzların peşinde koşan, dizlerine kadar çamura batmış o adam benim babam olsaydı, o kadar çok güler miydim, bilmiyorum şimdi. Pencere kenarında oynadığım; balon oyunum vardı bir de, hatırlıyor musun ? Hani o şımarıklıkla aldırdığım balonu, açık bırakılmış pencereden gizlice gökyüzüne salıverdiğim oyun. " Ne yaptın çocuk, yine mi ?" söylemlerine aldırış etmeden, o koca balon gökyüzünde küçük bir nokta oluncaya kadar dikilirdim pencerenin önünde. Balonun yükselişini heyecanla karışık bir sevinçle izlerken, gözden kayboluşuna tanık olmak da kederle doldururdu içimi. Ya o yitip giden balona doldurduğum mutlu, mesut düşlerimi... Ah o pencere kenarın, İstanbul ! Eve hapsolmuş çocuklar için; özgürlüğe açılan en geniş kapılardı o pencerelerin. İlle de hayali özgürlüklere...

Babaannem ve dedemle birlikte Beşiktaş iskelesinden o koca vapurlarına binip Kadıköy' e gitmelerimizi özledim en çok. Ah, İstanbul ! Hatırlıyor musun o vapur yolculuklarını ? Denizinin kokusunu, rengini, adını bilmediğim geveze beyaz kuşlarını, o koca vapurlarını, yine o koca vapurlarının sanki insanı içine çekip, yutarmış gibi çıkardıkları vuuuupppp seslerini... Koca vapurlarının, o vuuuuppp diye içine çekip aldığı ve koca karnına sığıştırdığı; dedeleri, nineleri ama en çokta çocukları... Ya beni ? Beni hatırlıyor musun İstanbul ? Elbette hatırlıyorsun ! Hani o koca vapurunda dedemle, babaannem karşılıklı koltuklarda otururlardı. Bense; "otur, düşeceksin" uyarılarına aldırış etmeden; birinin kucağından, diğerinin kucağına yalpalayıp dururdum tıpkı o koca vapurun gibi. Sonra başım dönerdi de, hangisi yakalarsa onun yanına atardım demiri. Oturur oturmaz o bitmek bilmeyen sorularıma başlardım. Ta ki dedem;" A bak, ne güzel simit ! Alayım mı sana da ? " diye sorup, daha cevabımı beklemeden, bir parça simidi ağzıma tıkıştırıncaya kadar devam ederdim sormaya. İşte o zaman babaannem de dayanamaz; biraz öne eğilerek kısık bir sesle, " Yavaş ol, boğacaksın çocuğu" diye uyarırdı dedemi. Dedem de biraz mahcup ; " Ne yapayım, başka türlü de susmuyor ki " diye savunmaya geçerdi hemen kendini. Sonra...Sonra vapurun kıyıya yanaşır, yanaşmaz ben fırlayıverirdim dedemin kucağından. Dedem önce , " Bak yine aynı şeyi yaptı" diye söylenir sonra, " Dikkat et düşme ! Sakın dışarı çıkma, kapının yanında bekle bizi ! " diye de bağırırdı arkamdan. " Ve ben, tam da o kapının ağzında beklerdim onları. Sonra dedem, o kapının ağzında yere eğilip, kucağına alırdı beni. Ta vapurundan ininceye kadar da indirmezdi. O kucakta, dedemle aynı boyda olmanın keyfiyle, kollarımı boynuna dolardım. Ve memnuniyetimin sessiz tezahürü, masum bir öpücük kondururdum dedemin yanağına. Biliyor musun İstanbul, o yolculuklar kadar bir de neyi özledim ? Henüz iskeleye halat atmamış o vapurunda, o güvenli kucaktan fırlamanın cesaretini özledim, en çokta şimdi !

Yine biz İstanbul ! Babaannem, dedem ve ben... Bak, bir de; Beşiktaş' tan otobüse binip, Eminönü' ne gitmelerimizi hatırladım şimdi. Adını çok sonraları öğreneceğim Yeni Cami' ni, caminin merdivenlerini... Yeni Cami ' nde namaz kılan dedemi beklerken; o merdivenlerde, babaannemle birlikte yem attığımız kuşlarını hatırladım. Avuçlarımı uzatmış, tam yakalayacakken pııırrr diye havalanıp, bir kaç adım öteme konan o kandırıkçı kuşlarını... O merdivenlerde; kuşlarının peşlerinde, bir aşağı, bir yukarı inip çıkmalarımı özledim. Sonra meydandaki şerbetçileri, pamuk helva satıcılarını... Uçlarına tahtadan küçük saplar takılı fırıldaklarını, kağıt helvalarını, elma şekerlerini... Tahta çubuğa sarılı pamuk şekerini ısırırken; yapış yapış olan yüzümü, ellerimi... Ve yüzümü temizleyen babaannemin sabırlı ellerini özledim. Sonra... Sonra kokularla, seslerin, renklerin birbirine karıştığı, labirent misali Mısır Çarşısı' nı... O masal diyarının sihrinde kaybolmamak için neredeyse yapıştığım babaannemin eteğini... Sonra o meydanı dolduran ve büyüdüğümde tutkunu olacağım o kahve kokusunu... Seni Özledim İstanbul !

Çocukluğumun ağırlığıyla özledim seni İstanbul ! Bilmem hangi semtinden yine adını bilmediğim diğer bir semtine kara treninle yaptığım yolculuklarımın düşleriyle özledim seni. Sesleriyle dumanları birbirine karışan, kıvrım kıvrım uzanan o kara trenlerin; babaannemin masallarındaki ağzından, burnundan dumanlar çıkan ejderhalar misali, nasıl da korkuturdu beni. Daha uzaktan görür görmez dedemin arkasına gizlenir, "az kaldı, şimdi yutacak beni" diye ürperir, gözlerimi kapatırdım. O kara ejderha tam yutacakken, dedem kucakladığı gibi beni, o koca trene binerdik. Biner binmez bütün korkum geçerdi. Her seferinde ama her seferinde cam kenarına otururdum. Bayılırdım o yarı açık camdan, görebildiğim kadarıyla seni seyretmeye. Ah İstanbul ! Hatırlıyor musun o tren yolculuklarını ? Hani bir amca kolunda sepet, naneli küçücük şekerler satardı treninde. Hani bir de, "İster misin küçük" diye gülümseyerek sorardı bana. Ben de dedemin ceketini çekiştirirdim de "hadi al " derdim. Dedem, " yiyemezsin, onlar acı şeker" derdi de; 'acı ve şeker' , bir arada... Hayal edemezdim de bir türlü, ağzıma atıncaya kadar inanmazdım şekerin acı olduğuna. Sonra... Sonra o şekerin nane kokusu tutardı da beni, treninin o taka tak taka tak sesleri arasında, sen gözlerimin önünden kayıp giderken, başımı dedemin göğsüne yaslardım. O en emin sinede, o tatlı uykunun en güzel düşünde, o ejderhanın acı çığlıkları; annemle beni ayırırdı da birbirimizden... Dedem saçlarımı okşar, "uyan hadi, geldik bak " der, kucağına alırdı beni. Ve o ejderhanın bir puuffamasıyla kendimizi dışarda bulurduk. Biliyor musun İstanbul, o yolculuklar kadar bir de neyi özledim? Katı gerçekleri, düşlerle yumuşatabilme yeteneğimi özledim, en çokta şimdi !

Seni özledim İstanbul ! Çocukluğumun ağırlığıyla özledim seni. Yine dedemle ve babaannemle... ki onlar çocukluğumun kahramanları, benim. Ah İstanbul biliyor musun? Çocukluğumun bir kahramanı da sensin ! 70 li yıllardaki halinle ama, İstanbul ! Bir daha geri dönmeyecek o halinle, mahşerin üç atlısı gibisiniz şimdi ; babaannem, dedem ve sen...

 
Toplam blog
: 11
: 1566
Kayıt tarihi
: 29.09.06
 
 

Yazmak bir tutku içimde. Kimi zaman öyle zor ki içimdekileri yazıya dökmek. Bir kelime, bir kelime d..