Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Dersim Sendromu

Dersim Sendromu
 

Dersim tartışmalarının bir ekseninde de ucu psikolojik tanı koymaya kadar giden bir CHP-Alevi ilişkisini sorgulama var.

“CHP, Dersim’de (ve benzer bir çok yerde) Alevilere karşı yoğun bir eylemsellik içindeyken nasıl oluyor da Aleviler CHP’ye oy vermeye devam ediyor?”

Bu aslında tarihe hep bulunduğumuz yerden bakmanın tipik uzantılarıdır. Sonuçta ortaya anlaşılmazlıklar, sendrom biçmeler koyuluyor ancak yine teşhis tam olarak yapılamıyor.

O zaman şu soruyu sormamız hem de cevabının peşinde koşmamız gerekmez mi?

“Sağcı partiler ve politikalar bu ülkenin işçisinin, emekçisinin, köylüsünün 60 yıldır canına okuyor, belini büküyor. Ancak kitlesel ve sınıfsal olarak insanlar sağ partilere oy vermeyi sürdürüyorlar. Bu nasıl açıklanmalı?”

Bu sorunun cevabını vermek kolay değildir; ancak bütün sosyal bilimciler bir şekilde konuyu açıklamaya çalışırlar.

“Dünyadaki ünlü bütün futbol derbilerinin geri planında bir sınıfsal, dinsel, etnik çatışma varken, Türkiye’de şiddet unsuru çok daha üst düzeye çıkmış Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini hangi bilimsel sosyal veri ile açıklamalıyız?”

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bugünkü gibi güçlü sınıflar, etnik yapılar, dini kimliğe bağlı bir kademelenme yoktu. Yani Toroslarda yaşayan Alevilerle, Dersim’de yaşayanlar arasında çok güçlü bağlar olduğu söylenemezdi. Ancak merkezi devlet –Osmanlı- aynı şekilde baskı uyguluyordu. Aynı şey Kürtler için de geçerliydi. Bugün Kürtlerin lehçelerinden söz ediyoruz; iki Kürt aşiretinin anlaşamıyor oluşundan… Bunlar da yine bize bir olguyu gösteriyor. Şeyh Sait İsyanı da bütün Kürtleri kapsayan bir eylem değildi.

Dersim de çok özel bir bölgeydi ve sorunları genel değildi.

Osmanlı kurulurken, ilk genişleme hareketini batıya doğru yapmıştı. Çünkü batıda nispeten bütünlüklü bir yapı, devlet vardı. Doğuda ise kendisinin içinden çıktığı bir çok bölünmüş unsur, beylik, aşiret, etnik, dinsel yapı vardı. Bu yapı Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır. Bu yapının içinde yaşayan kimliklerin hala o bölgede bulunması önce Osmanlı için, sonra da Türkiye için bir övünç kaynağıdır. Her türlü baskı, sindirme, kıyıma karşın egemen güç o insanların, kimliklerin orada yaşamasını sağlamıştır, yok etmemiştir.

Örneğin gidin, Fransa ve Almanya’nın kapladığı topraklarda bundan beş yüz yıl önce kimler vardı ve bugün neredeler?

Kurtuluş Savaşı sırasına okul kitaplarında bize anlatılan isyanlar da benzer yapıdaydı. Yeni merkezi güce karşı bir tepki gösteriyordu. Baş kaldırıyordu. Çünkü yeni merkezi güç modern bir devlet kuracak, vergisini kendisi toplayacak, düzenli bir ordu kurup, hem güvenliği sağlayacak hem de her şey ondan sorulacaktı.

İsyan eden beyler, aşiretler feodal unsurlardı. Merkezin o gün yaptığı şey sınırları çizilmiş bu alan içinde bir devlet kurmaktı. Bugün olayı dramatikleştirerek, romantik bir pencereden bakarsanız bunu anlamanız mümkün olmaz. Ancak olayın bu boyutunu da görmeli, anlamalıyız. Bu bizim insani duruşumuzu güçlendirir. Edebiyat zaten bunun için vardır.

Türkiye Cumhuriyeti bu birliği sağlamaya çalışırken herhangi bir ayrım yapmamıştır. Yani özel olarak Alevileri, Kürtleri yok etmek istememiş, merkezi devlete tabi olmalarını beklemiştir.

Zaten Aleviler bu hareketin anlamını çok çabuk kavrayarak merkezle ittifak yapmıştır. Çünkü yeni devletin laik yapısı, her ne kadar yok edilmesi mümkün olmayan sünni nitelik taşıyorsa da Alevilere yaşam alanı tanıyordu. Aleviler son dönemde kendi üzerlerinden oynanmaya çalışılan bir takım tahrik hareketleri olmasa bu ittifakı sürdürecektir de. Ancak derin devlet Aleviler üzerinden bir takım hamleler yapınca haklı olarak ve haliyle Aleviler de kimliklerini koruma, kollama yoluna girmişlerdir.

Ancak bunun Dersim ile bir bağlantısı yoktur.

Yani, Kemal Sunal’ın Alevi kimliğini bilip bilmemizden önce, kişi olarak o Alevi kimliğinden ötürü sorunlu muydu değil miydi bu sorunun cevabını (ne kadar anlamlı olduğunu bilmiyorum, belki) aramamız gerekir ki; hayatta olmadığı için bu da çok beyhude bir arayıştır. Türkiye’de hiç kimse Kemal Sunal’ı dinsel, etnik kimliğinden ötürü ayrı bir yere koymadı. O da ister gizli olsun, ister aleni, kimliğinden ötürü bir yerlere gelmede bir sıkıntı yaşamadı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en ünlü sinamacısı, halk adamı, kahramanı oldu.

Bugün O’nun Alevi olduğunu öğrendiğimizde onun pozisyonu değişiyor mu?

Türkiye’nin yapısı buna izin verdi. Biz şimdi kalkıp onun ismi üzerinden politika yapmalı mıyız, açıkçası daha derinlemesine düşünülmesi gereken bir fenomendir.

Aynı şey Kürtler için de geçerlidir. Merkezi devlet bölgenin aşiretleri ile belli bir ittifak yapmıştır. Bugün Kürtlerin temel sorunları, merkezi devletin oraya yaptığı baskı değil, kendi aşiret düzenini kıramamış olmalarıdır. Eşyanın doğası gereği Kürtler de toplumsal sınıflara ayrışmaya başlayıp, bölgedeki aşiret yapısı çözüldükçe bilinçlenmiştir. Ancak geri kalmışlıkları merkezi devletin sorumluluğunda olmakla birlikte onların feodal düzeni sürdürmelerinden kaynaklıdır.

Merkezi devletin bu yapı işine gelmiş olabilir.

Yıllardır sömürülme propogandasının geri planında bir ekonomik veri de koymak gerekir.

“O bölge ülkeye ne kadar hasıla sağlamaktadır ki sömürülsün” sorusunun cevabı net olarak ortaya koyulursa bu şekilde daha güçlü tartışmalar yapılabilir.

Ancak Türkiye büyük bir değişim içindedir. Ekonomik olarak ciddi bir hacmi vardır. İçindeki toplumsal katmanlar da hareketlenmiştir. Bu ister istemez olacaktır; çünkü hasıla arttıkça bunun paylaşımı için yeniden ortaklıklar sorgulanacaktır.

Aynı ideolojiler ve devlet olma politikaları ile yola devam edilmesi mümkün değildir. Bu çaba elimizdeki enerjinin entropisini arttırmaktan başka bir anlam taşımaz.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..