Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '08

 
Kategori
Güncel
 

Devlet güvencesinde ölüm

Devlet güvencesinde ölüm
 

Türkiye’de devletin şiddet damarı bugünlerde yine su yüzüne çıkmaya başladı. Geçen sene dergi satarken polis kurşunu ile felç geçiren Ferhat Gerçek’in ardından, şimdi de o olayı protesto etmek isteyen Engin Ceber’in cezaevinden ölüm haberi, 12 Eylül kâbusundan hiç kurtulamayacağımızı hissettiriyor.

2007 yılında da Hrant Dink’in katli ve katillerinin korunup kollanması ile Fetus Okey’in karakolda ölümü başköşedeydi. İnsanların bu gündeme yoğunlaşmasına ancak ölümlü vakalar neden olabiliyor ve ölümlü vakalar ne mutlu ki 1980’lerin seviyesinde değil. Ama son birkaç yıldır ivme ne yazık ki 2000’li yılların ilk döneminin aksine, aşağıya doğru değil yukarıya doğru hareket ediyor.

Bu düzeyde, miktarda ve nitelikte kötü muamele ve işkencenin münferit olduğunu iddia etmek, birkaç kendini bilmezin işi olarak göstermek ne yazık ki mümkün değil. İşin kötüsü bizim devletimiz bu yönlü bir çabaya da girişmiyor. Yani bu işlerin sorumlularını ortaya çıkarıp, “bakın bizim böylesi bir politikamız yok, politikamıza aykırı işlem yapan kişilere de gereğini yapıyoruz” diyemiyor. Elbette bu sözü söylemesi gereken siyasal iktidarın kendisi.

Ama bizim ülkemizdeki tüm insan hakları ihlallerinin ortak bir yön vardır. Söz konusu ihlalin öznesi, sahibi bilinemez, bilinse bile hakkında işlem yapılamaz, hakkında işlem yapılmak istense özneye ulaşılamaz. Manisalı gençlerin işkence davasında, işkence ile suçlanan polislerin mahkeme salonuna 100 metre uzaktaki karakoldan getirilememesi gibi. Geçen sene polis kurşunu ile felç geçiren Ferhat Gerçek’i vuran polisin henüz bir ceza almaması gibi.

Türkiye’de garip bir üçlü yapı vardır. Bu üçlü yapı, aynı kişiye ateş açan üç silahşor gibidir. Maktulü, ona ateş edilen bir kurşunlardan birisi vurur ve genellikle kurşunun hangi silahtan çıktığını bilemeyiz. Çoğunlukla da zanlılar birbirine karışır. Aslında bunun da bir önemi yoktur. Çünkü hepsinin amacı, hedef alınan kişiyi vurmaktır. Dolayısı ile tüm zanlılar bir parça katildir.

Türkiye’nin bir vücudu vardır. Ana yapısı, gövdesi. Ancak bu gövde oldukça zayıf, cılız ve güçsüzdür. Bu toplumdur. Fakir kalmış, cahil kalmış, daha kötüsü de vicdanını yeterince derinleştirememiştir. Toplum zamanla bir gelişim gösterse de hiçbir zaman ayakları üzerinde durmayı, kendi iradesini ön plana almayı, değerler üzerine oturan bir yapı kurmayı becerememiştir. Ama bu durumda suç yalnızca kendinde değildir.

Bu ana gövdenin üzerinde, zamanında, zayıf, cılız yapıyı korumak için kalın bir zırh örülmüştür. Bu zırh ilk dönemlerde koruma, kollama, dışarıdan zayıf bedeni yıkacak müdahalelere engel olma gibi bir işlev üstlenmişken, bir dönem sonra gelişen bünyesinin serpilmesinin önünde engel olmaya başlamıştır. Bu zırh devlettir. Toplumun sorunlarını çözmede gösterdiği her başarısızlıkta, devlet zırhını daha da kalınlaştırarak çözüm üretmiştir. Ama kalınlaşan her zırh, sorunları çözmek bir yana, onları katmerlendirmiştir.

Üçlü yapının son unsuru ise, zırhın üzerine giyilen elbisedir. Bu elbise düzenin görünür yüzü olan sivil siyaset ve hükümettir. Ama zırhın üzerine giyilen her elbise gibi, bu yapıda fazlası ile sırıtmaktadır. Bu şekli ile elbisenin gerçek bir işlevi olmadığı gibi, sahip olduğu pozisyondan süreci demokrasiye evirecek beceriye de, niyete de, bilince de sahip olamamıştır. Bu nedenle sivil siyaset, ülkenin çarpık düzenin üzerini örtmekten başka bir işe yaramaz.

Hatta zaman zaman öyle bir hal alır ki, bu üçlü yapı aslen birbirinden hoşnut kalmasa da, ortak noktalarda gayet uyumlu davranabilirler. İşte bu ortak noktaların başında da, ülkenin evrensel değerlere sahip olmaması gelir. Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gelir. Çünkü tüm bu haklar, çoğunluğa karşı azınlığın haklarıdır.

Kendi iktidarını elde edememiş olan her toplum, bunun acısını, kendi sahip olamadığı hakları azınlık olandan ve farklı olandan esirgeyerek çıkarır. Kendi iktidarı ile olgunlaşmayan toplum, hoşgörüden, uzlaşmadan, pozitif ayrımcılıktan da nasibini alamaz. Bu nedenle, bu tip toplumların bir yanıyla kolay galeyana gelen, hezeyana uğrayan, alevlenen bir yönü varken, diğer yandan kendisinden olmasa da bir başkasının haklarını koruyan olgunluğa erişemez.

Devlet ise, gücünü halkla sivil temsilcisi arasındaki bağı kopardıkça güçlü kalacağının bilinciyle hareket eder. Bu bağı koparmanın en iyi yolu da, modern yönetim biçimlerinden, medeniyetin eriştiği seviyeden olabildiğince uzak olmaktır. Bu durumu topluma kabul ettirebilmenin yolu ise toplumu sürekli tekayyuz halinde tutacak gündemlerdir. Bu nedenle bu ülke inanılmaz hızda gündem değiştiren ve her bir gündemi birbirinden yakıcı olan bir ülke olmuştur hep. Ve ülkenin hiçbir vatandaşı bu sorunlardan birisinin bile çözüldüğünü görerek bu dünyaya gözlerini kapatmaz.

Bir kez daha, göz altılarda işkencelerde, mahpushanelerde ölümlerde, toplumun dayanılmaz sessizliğini, devletin yürek yakan pişkinliğini, hükümetin ise kahredici umursamazlığını yaşıyoruz. Ve tüm bu aktörlerin taraftarları bir kez daha, bu olayı aktörleri birbirine karıştırarak ya da bir – ikisini yok sayarak, kendi teorisine uydurmaya çalışacak. Ve ülkemin can yakıcı gündemleri arasında, bu ölümlerde çerez olup gidecek.


Sorun, hiç tanımasakta, fikirlerine katılmasakta, bu ülkenin bir vatandaşının devlet güvencesi altında öldürülmesidir. Ve bu olaylar aydınlanmadıkça, bu ülkenin hiçbir vatandaşı kendisini devlet karşısında güvende hissedemez. Olayın en traji komik tarafı ise banka mevduatlarına güvence veren devletin, kendi mapushanelerindeki insanların canlarına güvence verememesidir.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..