Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Erdoğan Özgenç DOST MECLİSİ

http://blog.milliyet.com.tr/erdoganozgenc

26 Ağustos '13

 
Kategori
Siyaset
 

Diktatör mü, değil mi?

Başbakan atıp tutuyor, “bana diktatör” diyorlar, sonra milletin zekasıyla alay edip ilave ediyor; “diktatörün” olduğu yerde bunu söyleyin göreyim sizi, “sallandırırlar adamı…” 

Bir bağlamında ayar çekiyor seçmenlerine, yandaşlarına…

Diktatör deyip de sallandırılana çok rastlamadık dünya tarihinde ama “diktatör” olduktan sonra “sallandırılanları” çok gördük…

***

Demokrasilerde diktatörlük olur mu olmaz mı iyi irdelemek lazım. O yüzden de gelin gerçek demokrasinin içine bir bakalım.

Demokrasi, halkın oyuyla iktidara gelenlerin denetlenebildiği, kamunun bireyi ezmediği ve hakları gasp etmediği,

Serbest piyasa ekonomisinin hâkim olduğu,

Tam bir rekabetin varlığını gözeten ve kollayan kurumlara sahip olan,

Kamu kaynaklarının kamu yöneticiler tarafından kendi adamlarına akrabalarına ideolojik yakınlık hissettikleri kişi ve şirketlere aktarılmadığı,

Yargısının bağımsız ve hükümet tarafından kontrol edilmediği, yasamanın hükümetin tam kontrolü altına alınamadığı rejimin adıdır.

Demokrasilerde devletin ideolojisi olmaz, devlet etnik kimlik ayrımcılığı yapamaz,

Dini yaklaşımları nedeniyle kimselere dayatmalarda bulunmaya kalkmaz…

Bunlar demokrasinin olmazsa olmazlarıdır.

Şimdi demokrasinin bu yapısına bakıp diktatör mü diktatör değil mi yakıştırmasına iyi bakmak lazım…

Zaten başbakan da ben “diktatör” değilim derken bunları kast etmiştir herhalde.

Amma velakin bir ülkede bunların bir veya bir kaçı yoksa hatta var olmasına rağmen “iktidar” tarafından kısıtlanmış yasaklanmışsa “diktatörlüğün” olmadığını da söylemek hayal olur…

***

Aslında her şeyi diktatörlüğe endekslemek de işin içinden çıkmanın en kolay ve en ucuz yoludur.

Dönüp baktığınızda kızarak belki de küfür anlamında söylediğiniz bu söz birilerine oy ve itibar kazandıran bir hale gelmişse asıl korkulması gereken halkın bir kesimin alkış tuttuğu desteklediği “diktanın ayak sesleridir…”

Ülkemizi 80 yıldır “sağ partiler” tarafından yönetilmektedir. Bugüne kadar sağ parti liderlerinin taktikleri ile bugünün iktidarının taktiği arasında çok büyük bir fark olmamakla birlikte birkaç önemli fark var ve o farklar bugün kendilerini ayakta tutmaktadır.

Öncelikle söylemem gereken bir husus var ki o da şudur; Ülkemizde maalesef tek başına ve büyük bir oy farkı ile seçim kazanan her lidere “diktatör” yakıştırması yapılmıştır.

Demek ki ülkemizde “diktatörlük” sağ parti liderlerine aittir. Liderlerini bu hale getiren nedir derseniz kendi vekilleridir; çünkü onlar liderin kendilerini baskı altında olduğunu hemen her fırsatta etrafa yayar veya öyle olduğunu gösterirler. Liderin böyle bir niyeti yoktur aslında…

***

Mevcut siyasi ve seçim sistemimiz güçlü iktidarın liderine; kayıtsız şartsız “sonsuz” keyfiyet ve baskı oluşturacak kamu mekanizmalarını teslim ediyor.

Önemli olan “yargıyı” kontrol altına alabilmektir, bugüne kadar gelen iktidarlar bunu başaramadıkları için çoğu “diktatör” olarak nitelendirilseler de halk tarafından çok dikkate alınmadı.

Demek ki diktatörlüğün temelinde iki ama çok önemli iki unsur var;

O önemli iki unsurdan birisi “yargıyı” ele geçirmek ve yönetmektir. İkincisi ise Askeri (Orduyu) kışlasının içine gömmek yani siyasetten uzaklaştırmak, yasal yetkilerini etkisizleştirmektir.

İşte AKP hükümetinin başı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “diktatör” denmesinin altında yatan acı gerçek aslında budur. AKP iktidarı yargıyı ele geçirmiş Türk Silahlı kuvvetlerini etkisizleştirmiştir.

Ve bugün halkın bir kısmı “diktatörün” baskısı altında yaşamaktan asla gocunmamaktadır.

En ilginç yanı ise bazı iş kesimi ile bakan ve vekiller açık baskı ve dayatmalar altında inlerken dahi kendilerini mutlu ve huzurlu saymaktalar…

Günlerdir ve artık kendine koz kullanılacak bir olgu olduğunun farkına varan Başbakan kendisine yönetilen “diktatör” lafını diline dolayıp durmaktadır. Oysa başbakan demokrasi ve özgürlükler açısından yukarıda saydığım olmazsa olmazları gündeme bile getirmiyor.

Başbakan hepimizin önüne birkaç balyadan oluşan yem attı, nedir o? Demokratikleşme paketi ve Kürt sorunu…

Hadi buyurun bakalım; bir taraftan otuz beş kırk yıldır çözülmeyen hatta giderek karma karışlık bir hale gelen bir Kürt/ PKK sorunu,

Diğer tarafta ise bir türlü yapılamayan, çağdaş modern ve uzun hayatı olan ülkemizin genel karakterine yaşam koşullarına ve vatandaş profiline uygun anayasa,

Biraz ötede ise seçim siteminde yapılması artık zorunlu hale gelen değişiklikler, seçme seçilme hakları, çok tartışılan Başkanlık sistemiyle yerel yönetim sistemleri var…

Mevcut siyaset arenamıza baktığımda ülkemizde hem istikrar sürsün hem de demokrasi ve özgürlükler çağdaş medeni ülkeler düzeyine getirilsin istiyorsak bugün ki “sistemin” temel yapısının ve meclis yapısının buna uygun olmadığını görüyorum.

Çünkü ülke de ne zaman güçlü bir irade hâkim olmaya başlasa iktidarlar bir zafer sarhoşluğuna giriyor, “El kıran baş kesene” dönüşüyor,

Yerine gelenler ise uyumsuzluk içerisinde yürütülen idare sistemiyle çökertilip istikrarsızlığın göbeğine bırakılıyorlar…

Yani Türk siyaseti aslında nereden bakarsanız bakın iki ucu bok’lu değnek…

Ne yardan geçiyoruz ne serden, üstelik şu sıralarda tıpkı Mısır’da olduğu gibi İslam coğrafyasında yeni bir taktik devreye sokuldu. Sizin seçtikleriniz mi kaybetti çıkın meydanlara hayatı felce uğratın, istediğiniz olmadı, ortalığı kan gölüne çevirin…

Sizin seçtiğiniz iktidara muhalefet mi arttı, alın elinize palaları kamaları çıkın arka sokaklara “muhalefet” her kimse kadın çocuk demeden kovalayın ya da öldüresiye dövün…

***

Evet, bana göre de Recep Tayyip Erdoğan bilerek ve hoşlanarak itiraz etmediği hatta çoğu kez bizzat planladığı dayatmaları,

Din sömürüsünde ısrarı ve halkın manevi değerlerine liderlerine yapılan saldırıları,

Son Taksim Meydan ve Gezi parkı ile 80m ile yayılan halk hareketinin demokratik ve barışçıl eylemcilerine takındığı şiddet kin ve nefret dolu yaklaşımı onun belirgin “diktatör” yüzüdür.

Sadece kendisi olsa neyse bugün AB den sorumlu Bakan, İstanbul Valisi, ağlayan adam ve eski gazeteci müsveddesi iki vekil “diktatör” olma heveslidirler…

Zaten  tüm dünyada olduğu gibi “Demokrasinin ve Anayasanın” olmazsa olmazlarını yok sayanlara “diktatör” denilmesi de normal değil mi?

O halde hiç birimiz bir “diktatör” gölgesinde yaşamak istemediğimize göre eylemlere ve eylemcilerin haklı ve yerinde taleplerine hiç kimse kafasına göre bir kulp takmasın.

O zaman o kulpların karşılığı bundan sonra kesinlikle “diktatörlük” olacaktır. Buna engel olmak artık mümkün değildir.

***

Taksim ve Gezi parkı eylemlerinin devam etmesini şu bakımdan yararlı görüyorum; “artık Başbakana ve ekibine aşırı yetki veren bu sistemin en kısa zamanda değişmesi lazım,”  bunu mevcut siyasal sistem ve meclis çözemeyeceğine göre meydanlar çözecektir…

Yani durmak yok yola devam. Ağlayan adam açıklamıştı, nasıl bir istihbarat almışlardı?

“Her yer direniş her yer Taksim…”

 

İyi akşamlar…

 

Erdoğan ÖZGENÇ

 

 
Toplam blog
: 846
: 425
Kayıt tarihi
: 26.06.12
 
 

Emekli banka müdürüyüm ama kart vizitimde "insan" yazıyor. Adana'da ikamet ediyorum. Herk..