Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '14

 
Kategori
Felsefe
 

Din, bilim, felsefe

Din, bilim, felsefe
 

Din Bilim Felsefe


İnsanlık tarihi boyunca sanırım birçok kişi ve öğreti kendi zamanlarının bilinç seviyesi ışığında bu üçlüyü birleştirmeye çalıştı. İnsanoğlu’nun Neandertal adamdan Cro-Magnon’a geçişi yüzbinlerce yıllık insanlık tarihine bakıldığında sanki bir gecede gibi kısa bir sürede oldu. Cro-Magnon’a evrimleşme süreci ile modern insanlık bugünlere geldi. İnsanoğlu içinde yaşadığı, parçası olduğu bu muazzam evrensel tiyatroyu Doğa’yı açıklamaya çalışarak anlamlandırdı. Doğaldır ki, o zamanlarda bilinmeyenler bilenenlerden bir hayli fazlaydı ve bilinmeyen birçok Doğa olayı ilahlaştırılıyordu. Bu süreç insanoğlunun gelişimi ile çeşitli inanç sistemlerine dönüştü ve sonrada Semavi Dinler insanlığa bahşedildi.

Ancak salt inanca sahip dini yaklaşımlar her toplumu ve herkesi aynı derecede etkilemiyordu ve insan aklının insanı, hayatı, evreni sorgulaması ile bir “bilgelik sevgisi” olan felsefe (philo-sophia) ortaya çıktı. İnsan manevi yönde kendisine açıklamalar ararken, dünya yaşamında avcı-toplayıcı küçük topluluklardan kentleşmeye doğru gelişti ve Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki temel ihtiyaçların insan toplulukları için karşılanması için bilim yavaş yavaş gelişmeye başladı.

Din-bilim-felsefe...hepsi de insanın daha iyiye gitmesi, daha güzele ulaşması için var. Ancak tüm insanlık tarihi boyunca üçü bir türlü uzlaşmadı, örtüşemedi. Din-bilim ayrılığından ne savaşlar çıktı. Felsefe korkusudan ne kütüphaneler (Kartaca, Bergama, İskenderiye, Çin vs) yakıldı, kaç tane felsefeci (Bruno, Hypathia, Sokrates vs) katledildi. Hatta Hz.İsa gibi bir peygamber bile önce çarmıha gerildi ve sonra en büyük dinlerden birisi halini aldı. İnsan bilinmeyeni açıklamayadığı ve bilinmezden korkutuğu için tüm farklı bakışları önce reddetti ve sonra cezalandırdı. Ancak özgür düşünceye sahip insan aklı hiçbir zaman bastırılamadı, susmadı.

Ancak Tanrı’ın bu muazzam düzeni TEKtir ve O’nun tamamını bildiği belirli kurallarla işliyor. Biz beşeri insanlar ise SONSUZ ve MUTLAK olanın düzenini, determinist ve SONLU bir bakış açısıyla din, bilim, felsefe, ezoterizm, okultizm, ruhsallık bs gibi çeşitli yollarla arıyoruz. Yani sınırsız olanı sınırlı bilincimiz ile açıklamaya çalışıyoruz. SONSUZ olanı SONLU imkanlar ile açıklamaya çalışıyoruzve farklı yaklaşımlar ve yollar kullanıyoruz. Hiçbir yaklaşım diğerinden iyi ya da kötü değil. Çokluktaki teklikten ötürü her yaradılanın O’nun farklı tezahürleri olduğu bu evrende her yol birer farklı arayış, farklı yollar. Hedefleri aynı ama yolları farklı.

Yaklaşımların veya yolların farklı olması Tanrı’nınkurduğu düzenin farklı olmasını gerektirmiyor. O, bu düzeni kurarkeninsanın farklı yorumlarda bulunabileceği endişesi ile yaratmamış olsa gerek. Evrensel Düzen yoruma bakılmaksızın TEK’tir ve tıkır tıkır işlemektedir. Sadece birkaç yüzyıl geçmişi olan modern bilimin henüz birşeyi YENİ keşfetmiş olması, bir şeyin yeni olduğunu ya da o keşiften önce var olmadığını göstermez.Örneğin, yerçekimi kanunu Newton kafasına elma düştüğü zaman mı ortaya çıktı? HAYIR !! Yerçekimi her zaman vardı, hatta insanlık yeryüzünde var olmadan bile önce. Ay’ın Dünya’nın çevresinde Dünya’dan uzaklaşmadan nasıl dengede döndüğünü düşüne duran Newton’un bir ağaç altında elma kafasına düşünce yerçekimi kuramını ortaya attığı rivayet edilir. Newton sadece var olan bir şeyi fark etmiştir, keşfetmiştir. Yani her daim var olan, ama o ana dek insan düşüncesi ile formüle edilmeyeni keşfetmiş ve formülize etmiştir.

Yani bizler bu muhteşem düzeni gelişen dünyevi ilmimiz ve bilincimiz ile keşfediyoruz. Mana ilmine yapılan bu yolculukta farklı yollar kullanıyoruz. Bu yüzdendir ki, şahsi düşünceme göre herbir farklı yolinsanoğlunun ŞİMDİKİ BİLİNÇ SEVİYESİ açısından Tanrı’nındüzenini açıklamamız açısından farklı yorumlardır. Tüm bu yollar insanın hakikatı arayışının farklı yollarıdır. Bu hakikat arayışı ise insanın yaşamına anlam katma isteğindendir, bir şeye ait olma isteğindendir. İçinden geldiği ama dünya yaşamına doğumu sonrası unuttuğu o bütünlüğe geri dönme isteğindendir. Ayrıca bu bir nevi bilgi yoluyla güç arayışıdır, yani Tanrısal gücü simüle ederek insanoğlunun fiziki imkanlarının ötesinde bir güce ulaşması arayışıdır.

İnsanın akıl, beden ve ruhtan oluşan 3 temel yönü vardır. Tam ve bütün olmak isteyen bir insan bu 3 yönde çalışmalar yapmadığı sürece ilerleyemez. Din-bilim-felsefe de işte bu noktada insanın akıl, beden, ruh üçlüsüne denk gelir. Bilim yoluyla yapılan çalışmalar bedeni (fiziksel), felsefe çalışmaları zihni ve din ise ruhu besler. Hiçbiri bir diğer olmadan mutlak ve bir olan hakikatı arayış yolunda bence doğru sonuç vermez. Bu yüzden aslında farklı gibi görünen bu yollar birbirleriyle çatışmaz, tam tersine birbirlerini tamamlar.

Ancak öyle ilginç bir çağda yaşıyoruz ki 15nci yüzyılda Rönesans ile başlayan süreçte aklın ve bilimin ön plana çıkması sonucu bilim vasıtasıyla eskiden tabu, dogma, mucize diye kabul edilen şeyleri açıklar ve hatta günlük yaşamımızda kullanır olduk. 200 yıl önce holografik ekran gören bir insanın halini düşünsenize. Her halde ruh geldi diye inme inerdi gören kişiye. Ya da havada planör ile uçan birisine ne derlerdi acaba? Kopernik, Galileo, ve sonra Newton ile makro kozmosun işleyişini çözen bilim, son 100 yıl içinde artık mikron seviyesinden daha küçük mikro kozmos olarak adlandırlan evrenin kapılarını da bizlere Kuantum Teorisi ile açtı. Son 50 yıldır da Süper Sicim Teorisi ile makro kozmosu ve mikro kozmusu tek bir teoride, “Her Şeyin Teorisi”nde, birleştirme çabaları var. Bu teori 2500 yıl önce Milet’te filizlenen doğa felsefesinin aradığı her şeyin ana maddesini arıyor. Simya’nın “materia prima”sını arıyor. 11 boyutla evreni açıklamaya çalışan M-Kuramı ise 1990’lardan bugüne gelinen son nokta. Yani artık bilim öyle bir noktaya geliyor ki bu teorilerin ispatlanması ve hatta bunun da ötesinde kullanılabilir teknolojiler haline gelmesiyle birlikte evrende bir insan ömrünün izin vermeyeceği denli uzak mesafelere çok kısa bir sürede seyahat etmek mümkün olacak. Materia prima eğer süper sicimler ise ve bunları teknolojiyle kontrol edebiliyorsak, her şeyi her şeye dönüştürmek imkanlı olabilecek. Tıp ve biyolojinin ilerlemesiyle şu an bazı ilerici biliminsanlarının bahsettiği insan bedeninin bile ölümsüzlüğü gen kontrolü ile sağlanabilecek. Belki de gelmekte olduğu söylenene “Altın Çağ” budur ve bilimdir bu yeni çağa kapıları açan. Hayal gücü bile bazen artık bilimin neleri keşfedeceğini tasavvur edemiyor.

Her bir yeni keşif ile bilim, din ve felsefenin bahsettiği şeylere daha da bir yaklaşıyor artık. Her bir keşifle felsefe ve bilim, dini öğretilerin bahsettiği şeyleri daha fazla açıklıyor artık. Ancak şu var ki yine Newton’un örneğinden yola çıkarsak, insanın sahip olduğu sezgiler her zaman aklın bir adım önünde gitmiştir. Her bir bilimsel keşif, bir sanatçının sanatını tualine veya enstrümanına yansıtmasıyla hayat bulması gibi önce zihinde bir sezgi, bir ilham tohumuyla başlar ve sonra bu his aklın büyük analiz ve sentez gücü ile somutlaşır, fikren hayat bulur. Ve sonra da fiziksel süreç başlar. Stephen Covey’in dediği gibi her şey önce zihinde yaratılır ve sonra da fiziksel olarak.

Akıl-beden-ruh üçlemesinde sezgiler ruhu temsil ediyor ve sezgiler her zaman akıldan hep bir adım önde gidecektir, zira insan 5 duyunun ötesinde bir varlıktır ve bilimsel keşifler her zaman insan aklının sezgileri tetiklemesinden kaynaklanan ilham ve yaratıcılığından ortaya çıkmıştır. Sezgiler aklın önünde gidecektir çünkü onlar ruhumuzun sesidir. Sezgiler mana alemine attığımız çapadır. İşte bu yüzden Sufizm’de “kalp gözüyle görmek” akıl gözüyle görmekten daha önemlidir.

Düşünen insan bilimin açıklamaya çalıştığı düzeni felsefe yoluyla anlamaya, irdelemeye bundan sonrada çalışacak. Yani bilim tiyatroyu açıklamaya çalışırken, felsefe hep meta-tiyatroya odaklanacak. Belki bir gün gelir de bilim “her şeyin teorisi”ne hakim olur ve bunu metafizik ile birleştirirse, o zaman bilim meta-tiyatroya da el atar muhtemelen. İşte sanırım ozaman Kant’ın “kendinde şey saf akıl açısından ulaşılmazdır” görüşütarihin testine tabi olur. Ancak bence buna çok uzun zaman vardır. Belki de sonlu olanın sonsuz olana akıl yoluyla ulaşmasına imkan yoktur. Bunu sadece Allah bilir.

Sevgiler,

Kenan Kolday

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..