Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '12

 
Kategori
Felsefe
 

Dinde Müslüman bireyin yeri ve hakkı üzerine

Dinde Müslüman bireyin yeri ve hakkı üzerine
 

-Söylediklerine katılmayabilirim ama canım pahasına hakkını savunacağım! Gurk! -Ölü veya diri?


Şu ayrımın artık ciddi şekilde hatırlanması gerekiyor ki bulgura oyunu satan fakir insanların eliyle rejim başımıza musallat edilmeden evvel  bir şeyler yapabilelim:

“Amel imandan bir cüz değildir!

Bu, en temel fıkhî karinelerden biri olarak kabul ediliyor. Yani bir insanın yapıp ettikleri ile onun imanının doğrudan sorgulanamayacağı anlamına geliyor. Veya günahların bir insanı iman dairesinden çıkarmaya yetmeyeceği anlamına… Meselâ  içki içen, zina eden, hırsızlık yapan vs birinin dinden çıkmış sayılamayacağı anlamına geliyor.

Bunun ne önemi var?

Bunun önemi şu: İslâmiyet’in ilk devirlerinde, Müslüman olduğunu belli edip etmemek hayatî bir önem arz ediyordu. O vakit Müslümanlığı belli etmek cesaret istiyordu. O vakitler Müslümanlığın gösterilmesi,  bir dinin varoluş mücadelesinin ta kendisiydi.

Oysa bugün İslâmiyet dünya nüfusunun beşte birinin mensup olduğu bir dünya dinidir.

Amel imandan neden bir cüz değildir, yani imanın bir parçası veya belirtisi sayılamaz?

Bunun öyle görünüyor ki iki sebebi vardır:

Birincisi dine giriş ancak kalpten bir iman neticesinde olur… Kişi kalben inanmadıkça asla dine girmiş değildir. Görünüşte din değiştirmiş olsa dahi Allah indinde onun dini İslâm değildir. Allah olmamamıza rağmen bunu  nasıl bilebiliriz? En azından kendimi din değiştirenlerin yerine koyar ve İslâmiyet’in iman esaslarını kabul etmeden, dilde Müslüman olmanın nasıl bir şey olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz? Demek ki önce “iman” gelmektedir.

İman, İslam’a göre kesin şekilde Allah ile kul arasında kalan, dokunulmaz ve mahrem sahadır. İmanın akıbetini ancak ve yalnız Allah bilir. Kişinin Müslüman görünmesi, onun hakkındaki hüzn-ü zan ile iman sahibi olduğu kanaatini doğurur ama işin hakikati Allah’a aittir. Müslüman olmadığını bildiklerimiz için ise zaten  İslâm’a göre  imandan bahsetmemiz mümkün değildir.

Demek ki imanın yalnız Allah’a ait olduğunun kesin şekilde kabulü, bizi insanların  dini mensubiyetlerini tartışmaktan alıkoyar. Çünkü bir kere İslâm’a inandığı anlaşılmış bir kimsenin Allah ile olan bütün hesapları onun  kendi kalbinin teslim oluşundan kaynaklanan imanıyla ilgilidir. O iman kaybolmadıkça  Allah ile bağlantı da kopmaz. O bağ koptuğunda, kişinin görünüşte Müslümanca davranmasının da bir kıymeti yoktur.

İnsanın Allah ile kendi arasında kurduğu bağ hakkında hükme varmaya kalkmak bu yüzden şirkten başka bir şey olamaz.

Bu karinenin ikinci hikmeti  ise dinin, insanlar arasında kayırmacılık, ayrımcılık , fitne  ve zulüm sebebi haline getirilmesini engellemektir.

Müslüman’ın kendi kalbi ile tasdik ettiği bir iman sahasının, insanî yorumların ve müdahalelerin eliyle çarpıtılması bu karineyle engellenmiştir.

Siyasal  dincilik, dine mensubiyeti, aynen Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi bir “cemaate”/ ümmete bağlı olmak haline getirmiştir. Böylece dine mensubiyet, kişinin seçtiği bir yol olmaktan çıkıp bir kabileye  mensubiyet haline gelmiştir. Bunun ne önemi vardır? Bunun önemi şudur ki kabile bağlarında, kabilenin/cemaatin/kapalı toplumun doğruluğu tartışılmayan bazı gelenekleri,  kast yapıları, ruhbanlık kurumları gibi kurumları kişinin iman ettiği esasların önüne geçer. Bu durumda itaat edilmesi gereken   otorite Allah olmaktan çıkıp herhangi bir insan sürüsü olur. Ki bu durum  nihaî hüküm merciinin Allah olmadığını  zımnen kabul etmek anlamına gelir ki bunun adı da şirktir.

Bir insanın Müslüman olmasının sebebi, onun Allah’ın  iman esaslarını kabul etmesidir, Müslümanlar arasında kendini belli etmesi değildir. Bir insanın Müslüman olduğunu belli etmeksizin yaşaması kimseyi ilgilendirmez.  Onun imanı, ancak ölüm anında belli olur veya onu bile belli etmeden Hakk’a yürüyebilir. O aşamada kimsenin şahadeti onun imanı hakkındaki hakikati değiştiremeyecektir. İnsanların hepsi onun bir kâfir olarak öldüğünü söyleseler bile bu Allah’ın sonsuz ilminden hiçbir şey eksiltmeyecektir.

Bunun önemi şudur: İnsanlar ne derlerse desinler, kişinin Müslümanlığı, onun açık inkârı söz konusu olmadıkça hiçbir insan evlâdının hükmüne, tartışmasına, iktidarına açık değildir. Bu durum Müslüman üzerinde, diğer Müslümanları  Allah adına zor kullanmaktan men eder!

Zor kullanmanın tek meşru gerekçesi, kul hakkına alenen tecavüz etmeyi engellemek veya bunun tazmin edilmesini sağlamaktır. Bunun dışında hiçbir sebep kişinin din kabulünden dolayı onun üzerinde zor kullanma yetkisini diğer insanlara vermez.

Peki bu ne anlama gelmektedir?  Kişinin kendi başına kabul ettiği dininden dolayı, “daha dindar” veya “daha makbul”  sayılacak kişilerce, dinin üzerinden yargılanmasının yasaklanması anlamına gelir. Kaldı ki İslâm dindarlık derecelerine göre insanların günlük hayatta ayrıma tabi tutulmasını yasaklamıştır. Dindarlık, iman sahipleri ile Allah arasında bir ölçüdür, insanların kendi aralarında değil… Yani? Bu , günahlarından dolayı insanın din adına cezalandırılmasının engellenmesi anlamına gelir Yani? Yani şimdilerde “millî irade” denen, din adına herkese istediğini yapabileceğini sanan çoğunluğun, dünyanın geri kalanında “Taliban” vs diye anılan sözde şer’i, şer ve zulüm rejimlerinin yasaklanması anlamına gelir!

Bir Müslüman’ın nasıl zalimler arasında kendini belli etmekten sakınması söz konusuysa kendi kardeşleri arasındaki mücadelelerde gizlenmesi de söz konusu olabilir. Nitekim peygamber ahfadını katleden insanlar da  zahiren Müslüman  ve sözüm ona din kardeşleri idiler.

Her davranışının din adına derhal yargılanıp engelleneceğini anladığı bir yerde, herhangi bir Müslüman’ın,  adaletin huzuruyla yaşaması mümkün değildir. Her davranışını, aklı ve bilgisi tartışmalı herhangi bir yaratılmış insan tarafından Allahmışçasına yargılandığını görmek, aklı başında her Müslüman için  korkunçtur, korkunç olmalıdır. Dinin içinden, Müslüman bireyin kendi iradesini kazıyıp çıkartan ve onun aklının yerine kendi akıllarını koymaya kalkanların yaptıklarına boyun eğmek, bir Müslüman için İslâmî bir yaşayış olamaz. Bu ancak dünyada her yerde yaşanan zulmün, Müslüman kisvesine büründürülmüş hali olabilir.

“Dindar bir nesil”  lâfı işte bu veçheden incelenmelidir. Dindar bir nesilden kastın, Allah’ın iradesine hiçbir ulemayı, iktidarı ortak etmeyen, aklı, irfanı ve vicdanı hür bir nesil  mi yoksa  din adına hükmedenlere koyun sürüsü gibi uyan bir nesil anlamına mı geldiği anlaşılmadan millî irade Türkiye’de  parmak sayısından başka bir anlam taşıyamayacaktır.

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....