Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Dirmilcik’ten gider yaylanın yolu ve Ferhat Erdem

Dirmilcik’ten gider yaylanın yolu ve Ferhat Erdem
 

Habib Özyurt'un curası


İnsan doğduğu yerden, ailesinden; ilk gözünü açtığında görmeye alıştığı şeylerden uzak kalırsa özlem yüreğine basar; daralırsın, yabancılaşırsın. Sanatçı isen beslendiğin damarlar kesilir. Bu açlığını gidermek için kısa bir süre de olsa bu ortama dönmen bir hac kadar sevaptır derler. Bu da terim olarak sıla-i rahim’dir. Yani doğduğun yere dönüş anlamındadır.

Bu sıla-i rahim’i önemseyenlerden biri de sesimiz, ışığımız TRT saz sanatçılarından dostum Ferhat Erdem’dir. Yaz tatilimizi çakıştırmaya mümkün olduğu kadar birlikte geçirmeye çaba gösteririz. İşte bu çok değerli tatillerimizin birinde yöre kültürünü yaşatan hayatta kalmış birkaç kişiden biri olan Habib Özyurt’un yanına gidiyoruz. Köy tam bir Yörük köyü: Hemen girişteki mezarlıkta dokunulmamış ardıç ağaçları, köyün dağ yamaçlarına serpilmiş keçi sürüleri eşliğinde köye girip sora sonra ustanın evini buluyoruz. Bizi güler yüzle kırk yıldır tanıdık gibi karşılıyor. Bahçesinin güzelliğine büyüleniyoruz.

Evinin bahçesi tam bir sanat bahçesi: Bahçede göz estetiğine uygun bir şekilde çiçekli, kerevitli ayrı bir mekân oluşturulmuş. Kendi yaptığı ahşap heykelciklere ayrı bir vitrin hazırlamış. Habib Usta, içerden getirdiği curasını masaya koyuyor. Ahşap gölgelikte söze saza başlıyoruz. Curanın özgünlüğüne, yapılışındaki ustalığa şaşıyoruz. Habib Özyurt, bağlamasını da kendi yapıyor. Bunun yanında bahçesinde birçok ahşap oyması çalışmaları bizi daha başta etkiliyor. Ben bu arada kameramı açıyorum. İki müzik ustasını karşılıklı söyleşmesinin her demini kaydediyorum. Önce görücüye çıkmış kız gibi ortaya tutulan curayı çekip inceliyoru

Habib Özyurt: Bu cura Kozağaç Curası, deyince, Ferhat Erdem: Curanın Kozağaç Curası, Dirmil curası, diye isimlendirilmesi çalgı tarihimiz açısından doğru bir sınıflandırma olmaz. Geleneksel kültürümüzde halk müziği çalgıları “telli çalgılar, üflemeli çalgılar, yaylı çalgılar ve vurmalı çalgılar” olarak sınıflandırılırlar. Bunlarda kendi aralarında alt başlıklar oluştururlar. Bağlama ailesinde cura çeşitleri vardır. Çeşitli ölçülerde curalar mevcuttur. Teke yöresinde kullanılan ve dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, özgün çalma tekniğiyle eşsiz  bir tını ve armoni duyuşunu sağlayan üç telli curaya Yörük-Türkmenler üçtelli bağlama derler. Bağlamam ver üç telli, Borcum var beşyüz elli/Gitti de Yörük kızı gelmedi imanım/ Gocaya da vardı besbelli imanım /diye devam eden türkü bize bu çalgının sevdaları, sevileri, aşkları dile getirmede ne denli bir araç olarak kullanıldığının bir kanıtıdır. Sazı tezene kullanmadan parmakla çalarmış. Yörede bu çalgıya parmak curası da denir. Sizin çalgınıza dört telli cura demek daha doğru bir isimlendirme olur. Dirmil de sipsinin yol arkadaşı dört telli curadır. Hiç bir çalgı ikisinin oluşturduğu armonik tınıyı ve ahengi yakalayamaz. Dirmil’de cura-sipsi birlikteliğinde curayı sipsi bastırır. Dirmil’de sipsi ne derse o olur. Kısacası sipsi curanın bağrında vücut bulur. Ancak Kadir Türen’incurası farkını ortaya koyar. Cura tavrında  Kadir Usta benim de bir söyleyeceğim var, der ve sipsiye teslim olmaz. Çörtenli Hüseyin Karakaya’nın üç telli bağlaması sipsi ile hiç yan yana gelmez. Oysa sen curada boğma dediğimiz tavrı kullanarak ezgiler çalıyorsun. Enstrümanını hem bireysel hem de eşlikli olarak sipsiyle uyum içinde çok iyi çalıyorsun.

  H.Ö: Teşekkür derim. Aslında sipsi -cura ikilisinde en güzel uyumu yaylalarda karşılaştığımız zamanlarda İsmail Evcil’in sipsisiyle tutturduk.

F.E: Haklısın. İsmail Evcil, curada sen nerelere basarsan göz ucuyla takip eder ve bir şekilde en güzel uyumu çıkarır. Bazıları ise aklındaki ezgiyi çalar ve uyum güçleşir. Cura sesinin duyulabilmesi için eşlik anında mızrap kullanmak gerek; yoksa sesi duyulmaz.

H.Ö: Kadir Türen’in Utası amcam Nuri Özyurt’tur, Emin Demirayak benim öğrencimdir. Emin ile Gölhisar Cezaevinde 1956 da yatarken anasından bir saz istedik. Üç teli olan yarı atıl durumda bir saz bulup geldi. Biz bu saza iyi kötü bir düzen verdik. Emin’de ses vardı; ama çalmayı orda benden öğrendi.

F.E: A! Çok ilginç öyle mi? Bunu bilmiyordum doğrusu. Biz gelelim şimdi Habib Ustaya: Bana göre dört telli curada boğma düzeninde gurbet havalarını yörede en iyi icra edenlerden birisizisiniz, deyince, usta sazı eline aldı ve bir gurbet çaldı.

H.Ö:Bu gurbet ezgilerinin altında mutlak surette bir acının, ayrılığın, özlemin, yaşanmışlığına yakılmış ağıt gibi ezgilerdir.

Halil Erdem: Yörük insanı için beşiğin arkası bile gurbettir

F.E: Doğru söylüyorsun, çok hoş! Benim için bu çalınan gurbet bir ömre bedel. Bu ezgileri kafasında doğru bir biçimde tutup bu kültürü doğru olarak aktaran maalesef bu yörede Habib Usta’nın dışında pek fazla kişinin kaldığını söylemek güç. Hele üç telli bağlamayı mızrap kullanarak bin yıllık Avşar güzellemelerini, gurbetlerini Avşar düzeninde çalan yok, deyince, Habib Usta telin birisini tek olarak ortaya aldı, bağlama düzenine akordu çekti ve Avşar Beyleri’ni çalmaya başladı. Ezginin hemen arkasında oynak, kıvrak bir oyun havası çaldı.

H.Ö: Şimdi de Yörük kızının taşın başında oturup da çaldığı boğazları boğaz düzeninde parmakla çalayım, dedi.

Bir iki perde arasında parmakla çaldığı bu ezgilerle ilerleyen zamanda iyice yoğunlaştık. Bittiğinde sözü Ferhat aldı:

F.E: Vay vay! Dikkat ettiniz mi o gurbet havasının ezikliği, yoğunluğunun hemen akabinde bir coşkuya dönüşüvermesini. Yani yaşamın iki yüzü: acı ve coşkuyu birlikte yaşıyoruz. Bunun üstüne söz söylenemez.

H.Ö: Artık zamanı gelmedi mi sipsiyle bu sazın buluşmasının, dedi.

Ferhat sipsi ayarını yaptıktan sonra sipsi ve curada gurbet yoğunluğu doruğa ulaştı… Bu gurbeti Habib Usta kendi yazdığını Prof. Dr. İsa Kayacan’ın köşe yazısına alınmış sözleri göstererek anlattı.

F.E: Bu işte, gurbet bu! Ben Ankara’da gurbet çalamıyorum; çünkü gurbet yöre adamı işi. Bu nedenle bunu oralarda bu kültürün içinde yoğrulmamış insanlarla yapamıyorsun. Biri bağlamayla dem tutacak, sen sipsi çalacaksın böyle gurbet olmaz. Gurbet birlikte uyumla çalınır. Çaldığın gurbet havaları yavan  oluyor; coşamıyorsun. Bu lezzeti bana tattırdığın için teşekkür ederim Habib amca!

Söz döndü dolaştı, Dirmilcik’ten Gider Yaylanın Yolu’na

F.E:Bu konuyu Ankara Radyosu sanatçıları ve Sümer Ezgü’nün dışında pek bilen yok ama bunu da burada söylemek istiyorum: Yıl seksen bir. Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğünde çalışıyorum. Memleketimden, ailemden, sevdiklerimden ilk defa uzağım. Yöremin türküleri oyunları burnumda tütüyor. Çocukken birçok Dirmilli gibi bizde baharda yaylaya, Yediağırlı’ya, Akcadaş’a göçerdik. Dirmilcik Dirmillilerin ilk yurt edindiği yerdir. Yaylaya giderken oraları hayal eder, oralardan geçerdik. Yörüklük yıllarıyla geçen çocukluk özlemlerimi Konya’da bestelediğim Dirmilcik türküsüyle anlamlandırmaya, anlatmaya çalıştım. Önce Dirmil’den Burdur’a gelir, halk oyunlarından tanıdığım Cumhuriyet İlkokulu Müdürü olan Faik İncenin yanına uğrardım. Bağlamayla bestelediğim bu ezgiyi çalıp söylediğimde çok beğendi. Kimden alındığını sordu. Ben kaynağını söylemedim; çünkü kaynağı benim desem, türküyü de beni de ciddiye almayacağını düşündüm. Konya’dan Burdur’a gelip gittikçe bana bu türküyü çalıp söylettirirdi. Aradan zaman geçti, bu arada ben askere gittim. Askerde küçük bir el radyom vardı. Genellikle türkü programlarını dinlerdim. Bir gün bana ait olan bu türküyü radyodan Sümer Ezgü seslendirmeye başladı. Yüreğim yerinde çıkacak gibi oldu. Programın sonunda türkünü kaynak kişisi Faik İnce, derleyen Sümer Ezgü demez mi? Şok oldum! Öylece dona kaldım! Sümer’e durumu anlattım. Sümer, türkünün bana ait olduğunu bilmediğini, Faik İncenin kaynak kişi olarak kendisini gösterdiğini söyledi ve çok üzüldü. Türkünün ilk iki kıtasının bana ait olduğunu fakat üçüncü kıtasının Faik İnce tarafından yazıldığını söyledim. Faik İnceyle birlikte TRT’ ye bir dilekçe verin kaynak kişi hiç olmazsa ikinize ait olsun, dedi. Bu türkü TRT Repertuarına girdikten sonra Faik İnceyle birkaç defa karşılaştık. Ancak ben konuyu kendisinin açmasını bekledim. Fakat bu konuyu gündeme taşımadı ve hiç aramadı. Telefonla da kendisine ulaşamıyorum. Bana ait olan bir ezgiyi kendininmiş gibi sahiplenmesini yadırgıyorum. Telefonlarıma çıkmıyor. Şunu da söyleyeyim bu türkü bana mal olmasa da önemli olan sevilmesi, türkünün tutmasıydı; o da  oldu, dedi. 

Buraya ben de bu konuda bir not düşmek istiyorum. Araştırmacı Yusuf Erkan “Halk Sanatçıları” araştırmalarında bu türkünün kaynak kişisini Ferhat  Erdem olarak  almıştır.

Bu güzellikle bu lezzetle Habib Özyurt’un sanat bahçesinden ayrılıyoruz. Artık  bu tattığımız lezzetle ne kadar idare ederiz, bilmiyorum.   Bol türkülü günler…      

 

Not: Bu röportajdan sonra yazışmalar, araştırmalar sonunda Faik İnce’nin de dilekçesiyle türkü TRT repertuarında Ferhat ERDEM adına değiştirilmiştir. 

 

                                                                                           

                                                                              

 

 
Toplam blog
: 61
: 699
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu Sınıf Öğrt. bitirdikten sonra A...