Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '12

 
Kategori
Öykü
 

Doğum

düşlerdeyim

sürüyor hazırlıklar

dönüp bakıyorum

közün yürek olduğuna

Dokunduğu çağrı düğmeleri karşılık vermiyordu. Delirecekti! Ceketinin iç cebinden çıkardığı telefonunun tuşlarına sayı yazar gibi mırıldanarak dokundu. Her dokunuşu muştulu haberi duymak içindi. İnerçıkarın kapısında soluk soluğa sayrılarevinin en üst katına bir an önce çıkmayı istiyordu. Telefonda bir bayan sesi, “Aradığınız kişiye şu an ulaşamıyoruz, daha sonra arayın.” diyordu.

Korkular, kaygılar birbirini kovaladı yüreğinde. İnerçıkarın çağrı düğmeleri ışıklıydı. Katları gösteriyordu. Beşinci katta takılan araç inmiyordu işte. Onuncu kata koşar adım tırmanmaya karar verdi. Artık duracak durumda değildi. Ne olmuştu, eşi nasıldı, Onur Can bebek gelmiş miydi? Sıkışınca Hızır yetişirmiş ya işte beşinci kattan yol almıştı inerçıkar. Derin derin soluklanarak inmesini bekledi.

Yalnızlığın acısını biliyordu. İşte yine kapılar önünde yol göstereni yoktu. Vahlanmadı bu kez. Artık kolayına pes etmeyeceğini yaşam öğretmişti babaya. Kafasından geçirdikleri arasında “baba” sözcüğünü yineledi. Kimseler duydu mu diye çevresine de bakınmayı unutmadı. Sanki ayıp bir şey yapmış gibiydi. Yine acemilikleri tutmuştu. Oysa haykırırcasına “Babayım ben!” diye bağırabilirdi. Kimseler de ayıplamazdı. Bakarsın sırtını sıvazlayanlar bile çıkabilirdi inerçıkar kapısında bekleyenler arasından.

Yüreği göğsünde küt küt. Her kütürtü sırtını dövüyordu. Binanın boşluğunda inip çıkan araç usanmak bilmiyordu. Kimi kez de katlarda bekleyip geç geliyordu. Alttan, üstten gelen çağrılara uymakta zorluk mu çekiyordu ne! Bu kez çok beklettiğini bilirmişçesine zemin kata hızla indi.Önce hızlanıp sonra yavaşladı. Kapısını birkaç kez çekince açamadı. Diğer bekleyenler de aynı ivediliği gösterince bir kez daha kapıyı kendine doğru çekti. Bekleyenlerden.biri, ”Acele etme, hele bir dursun.” diye uyardı.

Kapıyı açmasıyla kimseyi beklemeden onuncu katın düğmesine uzandı. Bekleyen kalabalığın ,”Dur, bizi de al..” tepkisi onu durdurdu. İnerçıkar yukarı tırmanmakta zorlandı. Alttan gıcırtılar gelince içindekiler birbirlerinin yüzüne baktı. İnerçıkar yavaşladı birinci kata ulaşmadan durdu. Hiçbir uyarı düğmesi onu yerinden kıpırdatamıyordu. Bu kez içerde kalanlar kapıyı yumruklamaya başladılar. “İçerde kaldık.” diye de bağırıyorlardı. Ya gördün mü, yürüyerek çıksam şimdi çoktan Onur Can bebeğe ulaşmıştım diye içten içe konuştu kendisiyle.

Kapının açılması beş on dakika sürmüştü. İçerde kalanların sayısı “Dört kişiden fazla binmeyiniz.”uyarısıyla çelişiyordu. Teknik eleman yazıyı göstererek iki kişinin inmesini istedi. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Kimsenin inmeye niyeti yoktu. Artık bekleyecek zamanı kalmamıştı babanın. Kimseyle tartışmaya girmeden önce kendisi indi. Hızla merdivenlere yönelerek koşar adım onuncu kata tırmanmaya başladı.                     

Sayrılarevinin merdivenlerini ikişer ikişer atlayarak çıkıyordu. Merdivenlerde karşılaştıkları kenara kaçıp yol veriyorlardı acemi babaya. Oysa kimse baba olduğunu bilmiyordu ya.

Yedinci kat yazılı merdivene oturdu. İnerçıkardan inenlerin, etraftan yetişenlerin,”Ne oldu, hasta mısın?” uyarılarını duymadı. “Üç kat kaldı!” diye çevresindekilere aldırış etmeden söylendi. Başına üşüşenler kendi aralarında  “Bu adam katları sayıyor, niye ki?” diye birbirlerinin yüzlerine bakarken hayretlerini gizlemiyorlardı. O bunları duyacak durumda değildi. “İsterse deli desinler!” tümcesinde saklı duran sevinci kimseler bilemezdi.

Bu tümceyi bir kez daha yineledi kendisine. Başına toplanan kalabalık yavaş yavaş çekilince inerçıkar da sonraki katlara doğru yol aldı. Derin derin soluklandı. İçlerinden biri çıkıp da, “Sen baba oluyorsun gel sana öncelik tanıyalım, sen inerçıkarla çık şu on katı.” diyen olmadı. sözcüklerini peş peşe kafasından geçirirken kıs kıs güldü. “Saçmalama oğlum, senin bebeğinden kimin haberi var ki!” diye  içten içe konuştu.

Sevinç, hüzün yan yana duruyordu yüreğinde usuyla çözümler ararken. Karadenizin sarp dağlarına baş kaldıran yöreye düştü gönlü birden. Doğduğunda sevinenler oralarda kalmıştı. Büyük kentin kalabalıklarında yalnızdı. Sayrılarevinin onuncu katına ulaştığında uzaktan el edenleri görür gibi oldu.

Sekiz yüz on iki yazılı odanın önünde hemşire, doktor bekliyorlardı.”İşte geldi!” diye alnından boynuna doğru terleri akan adamı gösterdi. ”Nerede kaldın, seni bekliyoruz.” Şaşkın şaşkın doktorun, hemşirenin yüzüne baktı.”Niye ki!” diyebildi ancak.”Niye olur mu, eşini ameliyata almamız gerekiyor.” sözleriyle başına kaynar sular döküldü.

Odadan iniltileri gelen karısına ulaşmıştı. O, yakınacak durumda değildi. Ancak,”Nerede kaldın, yalnız tek başıma bıraktın beni!” sözcüklerini acılar, sancılar içinde söylendi. Oysa, yalnızlıklardan yakınan hep o değil miydi? “Nasıl geç kaldım!” diye dövünüp durdu karısının söylediklerini duyduğunda. Karısının ellerine uzanıp özür dilercesine yakaladı. Sonra alnında gezdirdi ellerini. Yanaklarına dokunurken,”İşte bak yanındayım üzülme!”diyebildi ancak.

Karısı o gün kocasının neden geç kaldığını bilemedi. O doktorla yaptığı pazarlığın çözümü için gün boyu dolanıp durdu büyük kentin kalabalıkları arasında. Yalnız, tek başına, kimsesiz. Nasıl anlatabilirdi para bulamadığını! Onur Can’ın sağlıklı doğması annesinin güvenilir ellerde olması için o gün ayaklarına kara suların indiğini kendine sakladı. Doktor kapıdan görününce köy utangaçlığıyla elini karısının yanaklarından çekti. “Hastamız hazır, eşi de izin veriyor. Korkma bir saat sonra oğlan babası olacaksın.” diye babaya takıldı.

Eşini yatağından alıp tekerlekli arabaya yatırdılar. Hemşire, doktor ve bir görevli “ameliyathane girilmez” yazılı camlı kapıdan içeri girdiklerinde muştulu haberi almak için beklemeye koyuldu baba.

 

  

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..