Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '12

 
Kategori
Öykü
 

Söğüt ağacı; sevda saklardı dalları

Söğüt ağacı; sevda saklardı dalları
 

internetten alıntı


 

 

Bölük pörçüktü tüm gece uykusu.  Hatta yarı uyur, yarı uyanık. Bir sağa döndü, bir sola, yatağın içinde. Sabah mahmur bir halde uyuyup, uyuyamadığını anlayamaz bir halde kalktı, yataktan büyük bir hızla. ’’Çok hızlı olmalıyım’’ diye diye. Daha hazırlanacaktı. Elini kalbinin üstüne koydu. Atışlarının hızından daha da bir heyecanlandı. Elleri, elleri yaprak gibi titriyordu. ‘’Sakin ol!’’ dedi, kendi kendine…

Hemen bir sade kahve pişirdi. Sakinleşmesi lazımdı. O gün… O gün, beklediği, aylardır beklediği gündü.

Mektuplar, sayısı belirsiz mektuplar… Yazdığı çoğu kez gönderdiği, bazılarını da kendinde sakladığı mektuplar. Gelen mektupların hepsini pespembe kurdele ile bağlamış, başucuna koymuştu.

O son mektup… Onu koynunda saklıyordu günlerdir.

Her gün yazıyor ve koşa koşa postanenin yolunu tutuyordu. Ve her gün öğleye doğru pencerenin önünde yerini alıyor ve dört gözle postacının yolunu gözlüyordu. Çoğu gün, postacı geçerken; ’Yok’’ der gibi kaşlarını kaldırıp, geçip gidiyordu serap misali. Bir var, bir yok. Arada sırada gelen mektupları da postacının elinden koparırcasına alıyordu.

Bir yudum kahvesinden aldı. ‘’ Çabuk olmalıyım’ diye düşündü ve anılara daldı yine kahvenin kekremsi tadında… Ne çok özlemişti ve ne çok ağlamıştı. ‘’Bitti… Hepsi bitti’’ diye geçirdi içinden

O son mektup geldiğinde; yüreği ağzında, titreye titreye açtı zarfı. Soluğunu tuttu okurken satırları. Gözlerine inanamıyordu. Bir daha, bir daha okudu. İnanmamacasına okudu, okudu sayısız defa. Kalbinin üstüne yerleştirdi özenle.

‘’Geleceğim’’ diyordu mektubunda sevdiği, canından öte sevdiceği…

Sevinci odalara sığmadı, doldu taştı, sokaklara, caddelere, tüm şehre yayıldı. Semaya yükseldi.

Zaten her yerde onun sureti vardı. Nereye baksa; dağlara, taşlara ya da gökyüzüne; onu görüyordu hayal bile olsa!

Hızla geceden hazırladığı giysilerine yöneldi, bir çabuk giyindi. Makyaj, saçları derken hazırlandı. Siyah ağırlıklı bir kıyafet seçmişti. Olası beri çok severdi siyahı. Bir de frapan renkleri.  Siyahlarla bezeli kıyafetlerini, turuncular, sarılar, al kırmızılar veya turkuazlarla renklendirirdi. Bu kez de en sevdiği mordan bir şal attı kıyafetinin üzerine.

Son bir kez baktı aynadan görüntüsüne. Saçları ile mor çok güzel uymuştu. Koşar adımlarla evden çıktı.

Pır pır atıyordu yüreği. Yine ‘sakin ol’’ diye yineledi kendine. Aklında dans eden bin bir düşünce, bin türlü kelime ile yürüdü. Konuşacaklarını, anlatacaklarını tasarlamıştı aklında. Özlemini, sevgisi belki de hüzünlü bekleyişlerini anlatacaktı.

Ve… O an… İşte ‘’O’’ muhteşem an… İlk bakışları kenetlendi, sonra heyecandan titreyen elleri. Sarıldılar özlemle birbirlerine.

‘’Nereye gidelim?’’ diye sordu erkek. ‘’Nereye gitmek istersin?’’

‘’Seninle olduktan sonra, neresi olursa olsun… Ölüme bile…’’diye cevapladı kadın, mahcup bir ifadeyle. Sesinin titremesine sahip olamıyordu aynı elleri misal.

Oysa ne çok cümle hazırlamıştı. ‘’Seninle her yer cennet bana.’’ Diyemedi.

Uzunca bir süre el ele yürüdüler, sessiz sedasız. Hiç konuşmadan. İkisi de suskun. Kim bilir kaç sokak, kaç cadde geçtiler sayısız. Dilleri lal, ağızları mühür ama yürekleri birbirleri için çarpar bir halde. Ellerinden birbirine akan sevgi seli belli ki yetiyordu ikisine de.

Nehrin yanında, bir mesire yerine ulaştılar sonunda. Yeşil alabildiğine çeşitli, gökyüzü masmavi. Güneş dalların arasından ışıldıyordu sakin sakin. Tüm haşmeti ile çağıldayan nehrin kıyısında oturdular bir banka. Tam da saçlarını nehrin azgın sularına uzatmış, ılgıt ılgıt esen yelin nağmelerine tutulmuş söğüt ağacının altına.

Erkek sevgiyle sarıldı. Ne çok özleme ram olmuştu aylar boyunca. Hasretin acısını çıkartırcasına daha bir sıkı, sımsıkı sarıldı. Kadın bukle bukle saçlarını savurdu bir yana, başını usulca dayadı erkeğin omzuna.

‘’Seninle bin yıllar boyu, hiç kıpırdamadan oturabilirim böylesine, burada…’’ Dedi erkek.

‘’Ben de’’ diye cevapladı kadın. Mutlu bir tebessüm yayılmıştı yüzlerine. Ne hacet vardı ki kelimelere.

Belki bir saat belki daha fazla sevgiyle bakıştılar, hasretle sarmaş dolaş oturdular orada.

Derken bir ihtiyar belirdi yanlarında.

‘’Ne zamandır sizleri izledim evlatlarım. İzin verirseniz eğer size bir hikâye anlatmak isterim. Öyle sevgi doluydunuz ki, öyle yansıyor ki etrafa. ‘’

‘’Buyur bey baba’’ dedi erkek…

‘’Geçmiş zaman olur ki evlatlarım. Hayal-i cihana değer.’’

‘’Uzun yıllar önce, uzak diyarlardan bir incecik dal kırılır, bir söğüt ağacından. Fırtınalara esir düşer, savrulur bir o yana, bir bu yana. Bazen bir kuşun ağzında, bazen rüzgârın elinde. Üstünde çelimsiz bir tanecik yaprakla uçuşur uçuşur, bu nehrin azgın dalgalarına kavuşur.  Ve… Nehrin kıyında kuytu bir köşeye takılır. Nehir ne denli güçlü olursa olsun, o incecik dal ve çelimsiz yaprak, sığınacak bir yer buldular ya mucize kabilinden. Direnmeye başlarlar, çağıl çağıl akan sulara. Kök salar usulca. Filizlenir ümitle. Gelgit zaman kocaman bir ağaç olur.

Günler, aylar, yıllar geçer… Söğüt ağacı; gölgesinde nice yorgun gönüllere yarenlik, sevdalıları bir kez daha birbirlerinden ayrılmamacasına âşık eder.  Sevenler, bu durumun farkına varınca; söğüt ağacını koruma altına alırlar. ‘’Aman bir zarar gelmesin ne ağaca, ne de âşıklara.’’ Derler.

Yıllarca yorgun gönüllerin tesellisi,  aşk dolu yüreklerin ölümsüz simgesi, mutluluğun tarifsiz şahidi ‘’Âşıklar Ağacı’’ olan söğüdün gölgesindesiniz siz de. Umarım, aşkınız unutulmaz sevgi deryalarına salınır ve sevdanız her bir yakaya yazılır. Leyla vü Mecnun gibi. Tahir ile Zühre misali. Aslı ile Kerem’e teselli olur. Bir de kavuşamayan yüreklere merhem, evlatlarım. Her dem mutlu, her dem aşk dolu, her dem sevda ile var olun.’’ Der ve geldiği gibi ansızın gider.

Şaşkınlık içinde, dakikalarca ihtiyarı dinleyen erkek; daha da bir sevgiyle sarılır kadına. Kadın daha da bir sokulur sevdiğinin yanına.

Erkek, usulca fısıldar kadının kulağına; büyüyü bozmadan’’ seher yeli ılgıt ılgıt esen de, sen varsın ömrümce gönlümün en derininde, istesen de istemesen de…’’

Zaman mefhumu kaybolur.

Dünya dönmeyi unutur.

Yaşadıkları’’ Ölümsüz sevda’’ olur…

 

 

Ayşen Arslangiray 

15 Kasımda / İzmirden

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..