Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '16

 
Kategori
Deneme
 

Döküntülerim

Döküntülerim
 

Babasız çocuk doğurmak gibi, sorumluluğu ağır bir yük taşımaya gönüllü oluyordum kendi isteğimle. Ne söyleseler ne onları anlayacak, ne de dinleyecek sabrım vardı. Sanırım en iyi bu şekilde özetleyebilirim içinde bulunduğum ruh halimi. Geç kalınmışlığın aceleciliğini yaşıyordum. Bir kulağımdan girip, diğerinden çıkacağına emin olduğum sözleri duymak istemiyordum. Çocukluğumda yola koyulan bir hayalimi tarifsiz bir heyecan ile hayata geçiriyordum, bunun önünü kesecek hiçbir açıklamayı can kulağıyla dinlemeye niyetim yoktu.

Dinlemedim de, hayallerinin peşinden koş, söylemlerini benimsemiştim çünkü. Ham bir meyve gibi görünsem de karşıdan bakıldığında umurumda değildi. Hayatın bana yüklediği sorumluluktan çok fazlasına zaman içinde ben gönüllü olmuştum ve debelenerek de olsa altın semerli bir eşek gönüllüğünde taşımıştım yıllarca. İşte şimdi kendimi taşımak istiyordum bütün ağırlığımca.

Uykularımın özgürlüğüne ipotek koyan düşünsel yolculuklarım, eksik olan kelime dağarcığımın utançlığıyla zaman zaman küsüyordu satırlara ve canını çıkartıyordum canımın. Ulusal ordular da iştimaya çekilen acemi askerler gibi hep hazır olda bekleyen hizmetçi ruhumla teslim oluyordum sorumlu tutulduğum hayat işçiliğime.

Yarınlara ertelene ertelene neredeyse yarınsız kalabileceğim günlerin tutsaklığına teslim olmak üzere olduğumu hissediyordum. Yani işin özeti sona yaklaşıyordum her daim. İşte en çok  bu sebepten dolayı kulaklarımı tıkayabildiğim kadarıyla  tabiî ki tıkıyordum.

Gönül alfabemle koyuldum yola, oradan satırlara düşecek olanlar yeterlidir diye düşündüm ve karaladım durdum acemice. Kuzguna yavrusu güzel görünür hesabı üstüne üstlük sahiplendim günahıyla sevabıyla. Yol yordam bilmeden, kendimi bir iş makinesi gibi görerek, dağlardan ovalardan bir yol açıyordum umuda varacak olan.

Engebeli arazilerin yaşamla örtüşen acımasızlığında örselenen gururumun hastalığında bile ilk yardımı yine kendim yapıyordum kendime, zira öyle tepeden bakıyordu ki etrafımda olanlar, benim varlığımı ne görebiliyor nede hissedebiliyorlardı. Günlerce sancılar çektim, yaşlarım suladı yarınlara yolcu ettiğim umudu ve ham olduğunu kabul ettiğim ilk çocuğumla  çıktım görücüye.  Bir çocuk tutuyordum bana göre elimde, avuçlarımın içinde. Bu benim mi? bunu ben mi yaptım?  İnanmakta güçlük çektiğim, günlerce  gözyaşı döktüğüm ilk kitabımı kokluyordum yayınevinden henüz elime gelen. Kağıt kokularını sayfalarını bir bir açarak içime çekiyor dünyadaki en pahalı ve prestijli parfüm kokularını bile kıskandıracak olan kağıt kokularında aşk yaşıyordum.

Ben yapmıştım bir başıma ve yüklerini taşıdığım onca ağırlığa ve sorumluluğa rağmen birde kendi yükümü yükleniyordum burnumdan fitil fitil getirilecek olan.

Eleştirilerin ardı arkası kesilmiyordu okuma yazmaya yeni başlayan çocuklar ile kıyaslanıyor ve hatta onlar daha iyi iş çıkarır gibi aşağılayıcı bir üslupla yerden yere vuruluyordum, kiminle karşılaşsam akıl hocalığına başlıyordu hemen.

‘’Nasıl böyle bir delilik yaparsın ve kendini gülünç duruma düşürürsün çok komik cümleler kurmuşsun üstelik devrik üstelik imgesiz üstelik edebi değerden yoksun’’

Söyleyemediklerini de ben tamamlıyordum. Üstelik sen, tam bir hayat hizmetçisisin ne işin olur senin yazmakla, cahil kadın, eğitimin de yok, hakkın da yok, yok, yok da yok

VAR! Siz bilmiyorsunuz belki ama benim her canlı gibi yaşamaya ve yazmaya ve sevdiğim işleri yapmaya hakkım var. Eleştirmenlerin ne söyledikleri umurumda değil artık, nasıl bir bebek doğduğunda yürüyemiyor konuşamıyorsa biz de işte böyle böyle savaşımızı kazanacağız satırlarımla. Sendeleye sendeleye yürümeyi öğreneceğiz ve uçmayı, zaman içinde kanatlarımızı kıranlara inat yenileneceğiz. Her zaman ilk yardımı hastalanan ruhuma ben yaptım, kendime bir kazazede gibi sargılarımla barışık ve hep iyileştiğimi düşünerek doğurdum  yüreğimden düşen sözcükleri acemiliğimde. Ve bir gün umarım ölüm galip gelmeden ben yaşamayı öğreneceğim. Hayatın hizmetçi ruhuma yüklediği taşınması zor olan yüklerinde kendimi taşımayı öğreneceğim.

Her şey bir havan tokmağının ucuna bağlanmış  kırnap ipinin uzunluğuyla başladı. İki metreyi geçmeyen o ip yol oldu bir kız çocuğunun umutlarına, hayallerine ve bugün aşk ile yaptığı işine. Bir göz odaya sığdırılmış yoksulluğumuzla,yoksunluğumuzla  işte  o odanın içinde hayaller kurmaya bile hakkı olmayan bir çocuktum ben. Onlar hakkım olmadığını söyleyip dursunlar ben çoktan sızıyordum kapı aralığından inceden inceye. Başımı gökyüzüne her kaldırdığımda sadece onlara özeniyordum. Kuşların kanat çırpmalarına, ve  zamanını bekliyordum uçmanın.

Çocuktum henüz kabul ediyorum, aslında bugünde büyüdüğüm söylenemez ayrıca korkuyorum büyümekten, büyümüş  olduklarını söyleyenlerden.

Bütün hayallerin, gelecek planlarının, elimizde var olan şartların gölgesinde pek de kolay olmayan projelerle yola çıkmak akıl işi değildi sanırım. Bu gün ise geçmişte  korkak ve endişeli yaşadığım her gün için, şükredebileceğim aklımın köşesinden geçmezdi. İnsanın ya da kişinin özünü, ezilmek örselenmek ortaya çıkarıyormuş, tıpkı o havan tokmağında ezilen sarımsaklar gibi. Olsun ne önemi var, eğer pes etmeden hedefe doğru yola koyuldunsa araya giren uzun yıllarda olsa, su yolunu bulur tesbiti avuntudur benim için. Vaktinde üç beş kişiyi geçmeyen izleyici topluluğuma arkası yarınların ne anlama geldiğini bilmeden depoladığım söz dizgilerine yeni abuk subuk kelimeler üreterek eklemeler yapıyordum kendimce.  Anlatıyordum anlatmasına da  bir başından bir sonundan saçmaladığımın farkında olsam da durduramıyordum kendimi. O bir kaç kişiyi geçemeyen izleyenlerimi elimden kaçırma korkusuyla şebeklik yapıyordum tam da durumun özetiyle. Nasıl güzel gülüyorlardı hayal de olsa anlatımlarıma.

Ah havan tokmağı ah, burnuma gelen sarımsak kokusu, havan tokmağının o minicik ellerimin içinde dünyanın en değerli nesnesine yani mikrofona dönüşmesi, ve babaannemin yakaları yırtık pazen gömleklerinin sahne kostümlerim olması.

İnsanlar hayal ettikleri sürece var olurlar sözünün yıllar geçmesiyle birlikte anlam kaybetmemesi.

Satırlara sığmayacak ve hiçbir mürekkebin yazmaya gücünün yetmeyeceği anılar sığdırdım ben küllenen gecelerime. Kah gözyaşlarım suladı çamur oldu, kah yandım öfkeden kor bir ateş oldu.

Doğmak bir çok anlam ifade eder, özellikle benim için. Anneden doğmak, küllerinden doğmak, her öldüğünde ruhun, yeniden doğmak. İmkansız olsa da zorunlu yolculuk  ve şartlar ve seçimler hayat kumarhanesinden bahtına ne çıkarsa yaşamak misali mecburi.

Peki içine sığmayan taşkın sular gibi köpük köpük umutlarım, hayallerim, özlemlerim, onların doğumu:?

İşte en sancılı ve uzun süren doğum bu, belki bir ömür belki her dakika her saniye sancı sancılar çekmek.

İmkanlar ya da fırsatlar nasıl adlandırmam gerektiğini bilemediğim sıkışmışlıklarım kader çizgisinin karmaşık yollarına labirent  eşleşmesiyle cuk oturan alın yazısı haritam.

Yıkılıp yeniden kalkmalar polyanna yanımla oyalıyordu beni. Olsun diyordum kabul et ve devam yaşamaya, sorgulamadan hesabını kesmeden ÖRT üstünü insanlık sende kalsın .

Günün birinde alacaklı durumuna geçebileceğini düşünemediğim yaşanmışlıkların üstü örtülmezmiş bunu da öğreniyor insan ne çare kayıplar azgın bir selin acımasızlığında gidiveriyor elinizden kazançlar ise iğne ile kuyu kazmaya zorluyor sizi.

Öyle süslü süslü konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum gönülden gelenler satırlarımda paşa paşa oturuyorlar içimden geldiğince, eğrisiyle doğrusuyla işte bu benim hayatımın bir bölümü.

 

 

 
Toplam blog
: 111
: 161
Kayıt tarihi
: 24.12.11
 
 

1965 Zonguldak doğumlu ve halen Zonguldak'ta yaşamaktayım.Yazarım ve çeşitli platformlarda sunucu..