Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dönüşüm muhteşem oldu

Dönüşüm muhteşem oldu
 

çıt dedi çatladı


Hepinize Merhaba!

Çalışma hayatına başladığımdan beri en uzun tatilimi bu yaz yaptım. Çok heyecanlı ve umutluydum 2010 yazından. Sizlere veda ederken de, bu uzun aradan, dört dörtlük bir şekilde dinlenmiş ve yenilenmiş bir halde, neşeyle dönmeyi diliyordum. Öyle olmadı!

Olumsuz pek çok çevresel faktör, ruhu yoran insan ilişkileri, gereksiz ayrıntılar- olaylar, zihnen ve bedenen ağır gelen yükler.... Peşimi bırakmadı işte böyle şeyler... Aslında ben bir şekilde onların hayatıma dahil olmalarına izin verdim. Bütün bu ıvır zıvırları, yıllardır püskül yapıp peşim sıra sürüklediğimi de acı bir şekilde idrak ettim.

Büyük beklentilerle çıktığım tatilde, hem beyin kimyam hem de vücut dengem bozuldu. Ruhsal dalgalanmalar nasıl da fiziksel bütünlüğümüzü tehdit edebiliyor. Bunu daha önce, bu denli net bir şekilde hiç farketmemiştim.

Upuzun ama türlü çabalarıma rağmen anlamlanamayan tatilimin son haftasının başında bir sabah... yataktan kalkamadım! Uyandım fakat kalkıp yürüyemedim. Sol kasığımda çok ciddi bir ağrı vardı ve ayağımı yere basamıyordum.

Önemsemedim!...

Ne büyük hata!

"Ham vücut tabi, atladım zıpladım, iskeleden çıktım çıktım denize daldım, büyük bir açgözlülükle denizi güneşi sardım sarmaladım, şehrin kokuşmuş bir ferdi olarak, bisiklete bindim, yol yürüdüm.... Ondan canııııım! Yoksa yok bişeyim!!! "

Hep böyle dedim işte kendime. Ağrım sancım bu yüzdendir sandım.

Sandım ki kaslarım zorlandı, kasığımda bir adale incindi. Hepsi bu!

Tatilimin son haftasıydı. Bütün o ağrılara göğüs gerip neşemden geri kalmamaya, seke seke etrafımı güldürüp eğlendirmeye, işimi gücümü yapmaya, temel sorumluluk ve zorunluluklarımı yerine getirmeye çalıştım. Sahte kahramancılık oyunumda gayet başarılıydım.

Dalga geçtim bu nerden kaynaklandığı belirsiz ağrıyla. Birkaç gün böyle geçti...

Sonra halim dramatikleşmeye başlayınca, kaldığımız şirin beldedeki devlet hastanesinin ortopedi servisinde buluverdim kendimi.

Doktor, kalça filmimi inceledi, "bir şey görünmüyor kemikte ama geçmezse MR çekelim", dedi.

"Kas ağrısı ile kemiğin ne ilgisi olacak ki zaten ?! " diyerek içimden burun kıvırdım bu doktor arkadaşa.

MR için beldenin bağlı olduğu şehre gitmek gerekiyordu. Tatilimiz zaten 3 gün sonra bitecekti. "Eve dönelim de bakarız ", dedim, hoş zaten geçecekti bu saçma ağrı. Sanki hafife alsam hafifleyecekti acım. Sağlam, kütür kütür denebilecek bir insana ne olabilirdi ki?

Ne cehalet!

Ne çiğlik!

Nasıl da güveniyor insan sağlığına!

Ne büyük terbiyesizlik!

Hayat, edepli olmayı ve haddini bilmeyi öğretiveriyor ama işte insana.

Eve dönüş için planlanan o 3 gün 5 güne çıktı. Bu güneşi, denizi bir daha nerden bulacaktık öyle ya... Çivi çiviyi söker diyerek ben, hoplayıp zıplamaya, denize dalıp çıkmaya devam ettim ahmakça.

Eve dönünce, ee yol yorgunluğunu bir atalım, bir yıkayalım yerlerine yerleştirelim kirlileri filan derken...

Bir haftada da öyle geçti. Ağrı yerli yerinde bütün haşmetiyle duruyordu.

Baktık bir iyileşme yok, gittik MR çektirdik.

Doktor sürpriz bir açıklama yaptı :

SÜÜÜRPRİİİİİZ!

Sol femur boynunda stres kırığı var!

Nasıl ya ?!

Femur, kalça kemiğine giren, bedenin ağırlığını taşıyan en haşmetli kemik. Onun boyun kısmı içerden çıt demiş çatlamış.

Stres kırığı ne peki?

Hemen bilgi vermek istiyorum:

Kemiklerinizden birine aşırı kullanım sonucunda fazla yük bindiğinde, kemikte küçük kırıklar oluşabilir. Bu duruma “stres kırığı” adı verilir.

Genç hastalarda bu duruma en çok aşırı antrenman yapan sporcularda veya askeri talimlere alışık olmayan acemi erlerde rastlanır.

Erken dönemde kırık bölgesinde ağrı ve şişlik semptomları oluşabilir.
Özellikle alt bacak ve ayak kemikleri bu durumun oluşmasına elverişli bölgelerdir.

Kırık, rutin bir röntgen çekimiyle saptanamayabilir ve teşhis için MR gerekebilir.
Bu kırıklar aynı zamanda osteoporoz (kemik erimesi) gibi bir rahatsızlık nedeniyle zayıf düşmüş olan kemiğin normal kullanımından ötürü de oluşabilir.

Stres kırıkları, herhangi bir kemikte oluşabilir, siz farkına varmadan bile oluşabilir.

Özellikle yaşlı kimseler, kaldırımdan inerken bile bu tür bir kırılma yaşayabilir.

Kalçada oluşan stres kırığı ise ölümcül sonuçlar doğurabilir.

Koca kemik çat diye çatlamış haberim yok!

Peki tedavisi ?

Baktık iş ciddiye bindi, telaş içinde, adını sanı bilinen özel bir hastanenin ortopedi bölüm başkanına gittik. Adam (adam diyorum yalnız dikkat edin! ) MR sonuçlarına şöyle yalandan bir baktı ve:

"Durum çok ciddi, femur boynu her an kopabilir, acil ameliyat olmanız gerekiyor" , dedi.

Bi dakka ya!...Nasıl bir ameliyat ?

Kalçadan kemiğe girecez, çatlağınızı 3 adet vidalı çiviyle sabitlicez! ", dedi adam iştahlı iştahlı.

Peki ne zaman yapılmalı bu ameliyat ?

" Hemen hemen, durumunuz acil, yarın gelin hemen yatıralım sizi! ", dedi iştahlı adam.

Peki böyle bir operasyonun maliyeti?

" 15-20 milyara kurtulursunuz " dedi ve şoktan açılan gözlerime bakarak gazı kökledi felaket tellalı beyaz gömlek:

"Bakın burda olmasanız da bu ameliyatı kesin kes olmanız gerekiyor!


Ramazan bayramının hemen öncesinde, bu adamın paraya sıkışmış olabileceğine dair bir ampul kafamda yanmasa, paraya susamış ağzının kenarlarından süzülen salyaları görmesem... Belki de şimdi kalçamda 3 çiviyle, ağır bir ameliyat geçirmiş olarak 2010 rüya tatilimin diyetini ödüyor olacaktım. Cebimden çıkan milyarlar da kendini doktor tanıtan o şarlatanın cebini ısıtıyor olurdu büyük ihtimalle.

Bana gıdım güven vermedi ne mutlu ki... Ama iş ciddiye binmişti.

Araştırdım ve kalça konusunda Türkiye'nin sayılı doktorlarından olan bir ismin kapısını çaldım.

Prof. Dr. Bülent Atilla, işte benim kurtarıcım!

İşte ettiği hekimlik yeminine sadık kalan namuslu ve dürüst bir doktor!

Bülent Bey, detaylı olarak bütün sonuçlarımı inceledi, fazladan kan tetkikleri istedi, hepsinin sonuçlarına baktı. Ve bana,

" Durumun ciddi. Femur çok önemli bir kemik. Çatlağın yeri ve yaşının genç olması ise avantaj. Şimdi seni hemen ameliyata almaya gerek yok. Çünkü ameliyatın da bir çok olumsuz sonucu olabilir. İlk etapta vücudunun bu çatlağı kapatmasını bekleyeceğiz. Dinleneceksin, 45 gün çift koltuk değneği ile bacağına yük vermeyeceksin, bu arada her gün iki kez kalsiyum ve D viitamini kullanacaksın. Gelişmelere bakacağız. Çatlak ilerlerse ameliyat işte o zaman kaçınılmaz " , dedi.

Bekledim...

Bekledim...

Bekledim...

3 Kasım Çarşamba günü karnemi aldım. Yeniden çekilen MR sonucumda, kemiğimin hemen hemen tamamen kaynadığı ortaya çıktı.

Doktorum, "tamam" dedi..." Normal hayata dönebilirsin. Ama temkinli."

Bir süre daha tek kotuk değneği kullanıp, tamamen normal hayata döneceğim inşallah.

Sevgili okuyucu,

Ben şanslıydım. Belki daha yaşlı olsaydım ya da çatlağım farklı bir yerde olsaydı gerçekten ameliyat olmam gerekecekti. Ucuz kurtuldum diyelim.

Ama öyle zenginleştim ki!...

2 aya yakın bir süre, evden çıkmadan, ağırlıklı olarak yatay pozisyonda geçirilen o haftalar boyunca yaşadıklarımdan çok dersler çıkardım. Bu dersler, hayatımın geri kalanına ışık tutacak. Allahıma binlerce kez şükrediyorum ki bana böyle bir farkındalık deneyimi yaşattı.

İzin verirsen bunları seninle paylaşmak istiyorum.

"Bana doktoru değil damdan düşeni getir", demişler.

"Bir musibet, bin nasihatten yeğdir" de demişler hoş ama... benim niyetim kuru kuruya nasihat etmek değil. Ateşin düştüğü yeri yaktığını da iyi biliyorum. Ben sadece.... bu muhteşem "farkındalık deneyimi"mi sizlerle bütün içtenliğimle paylaşmak istiyorum sadece.

1) Ben hassas ve duygusal bir insanım. Ruhumu daraltan herşey mutlaka bedenimde bir yankı buluyor. Ruhuma ağır gelen, beni üzüp kıran şeyler yaşadığımda, odağım şaşıyor, vücudumu nasıl kullanacağım konusunda kafam karışıyor. O zamanda ya düşüyorum, ya kabız oluyorum, ya görmem bulanıklaşıyor. Söylemek istediğim sözleri ama nezaketten ama uzlaşmacı yapımdan kaynaklı olarak içime atıp yutunca sesim kısılıyor, boğazım şişiyor. Bunlar hep psikolojiyle ilgili. Bunu hep "his" olarak yaşıyordum Ama artık "somut" bir şekilde biliyorum. Bu yüzden, ben, bundan sonra, ruhumu karartan olaylar yaşamama izin vermeyeceğim ve ruhumu anlamayan insanlara kendimi anlatıp paylaşımda kalmaya çaba sarfetmeyeceğim. Gereksiz çünkü. Hayatı, gereksiz şeylere zaman ayırarak tüketmemek lazım! Hayatı, kendini zenginleştiren, adam eden; kalbini-beynini ortaya koymana fırsat veren süslerle donat!

2) Kendime daha özenli davranıp, hoşnutluklarımı farkederek ve bunları artırmaya çalışarak yaşayacağım. Hayattan ve kendimden daha talepkar olacağım. Örneğin yemeğin iyi yerini benim de yemeye hakkım olduğunu düşünüyorum artık. Daha önce böyle düşünmüyor ve geçiştirip duruyordum kendimi. Sanki ilerde bir gün gelecekti sıram. Ne zaman? İlerde! Ama artık biliyorum ki sağ ve sağlıklı bir şekilde hayatta olduğum her gün benim için doğuyor güneş, benim seçimlerimle şekilleniyor o gün. İlerde neremize ne olacağını kim bileblir ki?!

3) Seçimler demişken... Daha seçiciyim ben artık. Algılayışlarımın üzerindeki tozlu ve ağır kapıları kaldırdım. Sanki bir çocukmuşum gibi, hep hayal ettiğim gibi, üzerine şiiirler döşendiğim gibi bakıyorum şimdi dünyaya ve insanlara. Saf, katışıksız bir merak ve mutlulukla...

4) Evimin önünde büyük bir yürüyüş parkuru var. 2 ay boyunca şafaktan geceyarılarına dek orda yürüyüp duran insanlara baktım. Sağlıklı olmak için vücudunu çalıştıran insanları gözledim. Çatlak öncesi (ÇÖ ve ÇS diye ayırdım artık hayatımı bu arada) ben de zaman zaman yürüyordum orada. Ama yürüyemeyince işte... ki bu benimki geçici bir süreydi sonuçta... Peki ya hiç yürüyemeseydim, hep gözleseydim... Yatalak hastaları, engelli insanları, onların kalplerini-ruhlarını daha iyi anladım-duyumsadım bu süreçte. Zaten duyarlı bir yapım var ama bu yeni ve geniş bakış açısı hayatımın geri kalanına yön verecek .

5) Çevremizdeki insanlar "İyi ve kötü gün dostu" olarak gerçekten de ikiye ayrılıyormuş. Dost "dost" demekti benim için, ötesi var mı? "Her dost dostdoğru dost olmuyor"muş ama işte gelgelelim. Sanki bir büyük elek-kalbur benim etrafımdaki kalabalığı şöyle bir silkeledi. Kimisi kalabildi olduğu yerde kimisi ise elendi gitti. Bu elemenin ruhumu nasıl hafiflettiğini beni ne denli mutlu ettiğini anlatmak zor.

Son derece sevimsiz bir süreç yaşarken, beni sevimsiz bulduğunu açıkça dile getirebilen bir organizma nasıl bir insanlık fakiridir? Ne yazık ona!

En basitinden bir telefonla hatır sormayı bile yokuşa sürenler...

İki defa arayıp ulaşamayınca bunu kişiselleştirip üçüncü kez eli telefona gitmeyenler...

Benimki gibi bir durumda, "ne yiyorsun? ne içiyorsun? nasıl banyo yapıyorsun? "gibi en temel soruları sormayı bile aklından geçiremeyenler...

"Oh keyfin yerinde, yan gelip yatıyorsun" diyenler, böyle düşünenler....

Ne yazık bunlara!... Ne fakir, ne kurak bir hayatları var!...

Bir de madalyonun öbür yüzü var ama!... İyiki de var...

Mesela, evde tıkılı kalmış bu cana, güzel müzikler, güzel kitaplar, güzel sohbetler taşıyanlar var...

Hep izlemek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım filmleri üstüste-yanyana dizip mısır da patlatıp, yanıma uzanarak film günleri düzenleyenler var...

Film demişken... Bak bu Fransız yönetmen Corneau, bu Rus yönetmen Mikhalkov, bu şu... Öbürü de bu... Şeklinde bedava sinema dersleri verenler...

Hababam Sınıfı ve Gırgıriye filmlerinin üçünü beşini kapıp gelip yetmezmiş gibi bir de beni gıdıklayanlar var...

Beklenmedik zamanlarda mis kokulu demet demet çiçeklerle, anlamlı armağanlarla kapımı çalanlar...

Sevgiyle, şefkatle beni sarıp sarmalayanlar...

Bir şiirle, güzel notlarla, maillerle gözümden yaş akıtanlar...

En daraldığım "o " sabahın köründe, üşenmeden-ikiletmeden gelerek o gün en olmak istediğim yere beni ulaştıranlar...

Emeğini zamanını sakınmadan pastlar börekler yapıp evimi şenlendirerek sofralar kuranlar, elime çayımı verenler...

Günlük hayata ilişkin yapılması gereken işlerime canla başla destek olanlar...

Gerçek dostlar da var!... Var! Var! Var! Onlar ki işte iyiki var! Hep de varolsunlar hayatımda!

6) Tabi bir de doktorlar var ve bir de tüccarlar! Bu iki kesim arasında da dağlar kadar fark var. Olmalı da!

Bir sağlık sorunu ile karşılaşınca paniğe kapılmayın ve bir ikinci doktora danışmadan hele hele de ameliyat masasına asla yatmayın!

7) Ve fakat... Bu dünyada yalnızlık var! Yalnızım, yalnızsın, yanlızız arkadaşım! Bütün kalkanlarına, dostlarına, canım dediğin insanlara rağmen yalnızsın!

Gecenin karanlık ağzından yeni gün kendini sıyırıp kurtarırken... Şafak sökerken... Evin, mahallen, şehrin mışıl mışıl uyuyorken... Ve sen ağrıdan sızıdan yatamazken, korkarken-endişeliyken-ağlıyorken... Yapayalnızsın!

Bu gerçek, bana güç kattı ve beni özgür kıldı!

Hayatımın dersini aldım, bir sınıf, bir level atladım... Başka bir boyuta zıpladım, sonu görünmeyen o merdivenin yüksek bir basamağını çıktım. Şimdi daha iyi görüyorum manzarayı. Manzara muhteşem! Dönüşüm gibi!

Başka bir yazıma, yine kendi yaşamımı katık etmek üzere kalın sağlıcakla!... Aranıza hoşgeldim!

 
Toplam blog
: 24
: 985
Kayıt tarihi
: 11.04.10
 
 

Üniversitede işletme okudum. Kendi işletmemi işletmek dışında çok çeşitli alanlarda çalıştım. Sahne ..