- Kategori
- Felsefe
Dünya insanoğlu'nun sürgün yeri mi?
İnsanoğlu yıllar boyunca neden dünyaya geldiklerini ve öldüklerine göre yaşamın anlamını düşünüp durmuş, bu konularda çeşitli felsefi inançlara sığınmışlardır. İnsan neden/nasıl var olmuştu ve nereye gidecekti?
Varoluşçuluk, hayatın anlamınının izini süren ve bireyin değerinin ne olduğunu anlamaya çalışan bir felsefi akım ve edebi akımdı.
Şimdiye değin çeşitli karşılıklar verilmiş bir sorudur bu. Sözgelişi, Weil'e göre varoluşçuluk bir bunalım, Mounier'ye göre umutsuzluk, Hamelin'e göre bunaltı, Banfi'ye göre kötümserlik, Wahl'a göre başkaldırış, Marcel'e göre özgürlük, Lukacs'a göre idealizm (düşüncülük), Benda'ya göre usdışıçılık (irrationalisme), Foulque'ye göre saçmalık felsefesidir.
Bugün yürürlükte olan, etkinliğini sürdüren iki büyük felsefe var: Varoluşçuluk felsefesi ve Marx'çılık. Bunlar birbirleriyle pek uyuşmaz görünseler de, bir bakıma birbirleriyle doğrulanıyorlar, en azından birbirlerinden yararlanıyorlar. Çünkü gerçek insan başarıları, yakınlıklarıyla ya da karşıtlıklarıyla, deyim yerindeyse birbirlerini dölleyen etkinliklerdir. Öte yandan, ortaklaşan insan, öznelliği olmayan insan değildir. Ancak, ortaklaşmanın seçim işi olmaktan çıktığı, bir zorunluluk durumuna geldiği bir dünyada Marx'çılık, öznelcilik çemberini aşmâyan, aşmak istemeyen, aşamaz olan varoluşçuluk karşısında daha tutarlı, daha doğru görünüyor. Çünkü bireyselliğimizin yetkinliğini, ancak ve ancak, ortaklaşmamızın sağlamlığı, yaygınlığı, adaletliliği sağlayacaktır.
Varoluşçuluk, toplumsal yaşamı yok saymakta ve sürekli bireye odaklanmaktadır."Kurtulmuş insan" bir tasarıdır ancak. Dünyayı sömürmüş, şişmiş, doymuş, ama doygunluğu ölçüsünde bunalımlara düşmüş, sonunda kendi kendini yemeye başlamış, doygunluğunu bir bakıma kendi zararına kullanmış bir büyük toplumun açmazlarım karşılayacak bir süre. Ayrıca ve daha önemlisi, o kendini kendi içinde arayan, bu arayışa yerden göğe kadar hakkı olan insanın gereklerini karşılamaya çalışıyor ne zamandır. Biz bu bunaltıyı yaşamamış olabiliriz, bu bunaltıyı bir lüks olarak yaşamak istemiş, ya da tümüyle yadsımış olabiliriz. Ama bunalan insanlar var, bunların bunaltısı gerçektir.
Bu felsefi bunaltı farklı şekilde Kuran’da da geçmektedir.
Bakara 29- O Allah'tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı. Sonra göğe saltanat kurdu da onları yedi gök halinde düzenledi. O Alîm'dir, her şeyi çok iyi bilir.
Bu ayete göre Allah yeryüzündeki her şeyi insanlar için yaratmıştı. Ayrıca Allah’ın gökyüzünde bir saltanatı vardır. Ama bu saltanat dünyayı kurduktan sonra kurulmuştur.
Yukarda kurulmuş saltanat adına bu dünyaya halife göndereceğini meleklere söylemiş, yani dünyaya kendisini temsilen insanları göndereceğini ifade etmiştir. Bir halife derken bir kişiden bahsetmemektedir. İnsan neslini kastetmektedir. Zira o sırada dünyada zaten insan yoktur. Bu bağlamda her insan Allah’ın halifesidir.
Meleklerin bu halifeye/insanoğluna yaklaşımı da ilginçtir. İnsanların melekler tarafından bozguncu ve kan dökücü olarak görülmesinin nedenini bilmiyoruz.Meleklerin insanlara güveni olmadığı gibi izlemin var. “ Seni biz zaten biz yüceltiyoruz ve adını zikrediyoruz, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsun” anlamında Allah’a sitem etmişler. Allah da benim bildiklerimi siz bilemezsiniz diyerek işime karışmayın anlamında bir söz etmiştir.
Bakara 31- Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz.”
Allah bildiğini yaptı ve ilk olarak Adem’i yarattı ve ona konuşmak üzere isimler yani kelimeler öğretti. Bir nevi sonra da meleklere dönüp “Bu kelimelerin anlamını bana söyleyin bakalım” dedi. Onlar da O’na saygılarını ifade ettiler.
Sonra da Adem’e bu kelimeleri/isimleri sordu. Adem de bunların hepsini bildi. Dikkat edilirse Adem henüz ne cennette ne de yeryüzündedir. Allah katındadır bu aşamada.
Bakara 34 - O vakit biz meleklere, "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu.
Şimdi Adem’e secde edin dedi. Ama buna meleklerden biri olan İblis/şeytan uymadı ve Allah’a isyan etti. Diğerleri Adem’in kendilerinden ve alemlerden üstün olduğunu kabul etti.
Bakara 35. Ve Âdem'e şöyle buyurmuştuk: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve orada dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zulme sapanlardan olursunuz."
Sonra da Adem’i cennete yerleştirdi. Oysa Bakara 30 da insanları yeryüzüne indireceğini ifade etmişti. Burada bir karışıklık var kanımca. Onu anlayamadım. Adem’e cenneti sunan Allah, bir meyve ağacı hariç her şeyden faydalanabileceğini söyledi, ama bu ağaca yaklaşırsa cezalandırılacağını belirtti.
Şeytanın oyununa gelen Adem bu yasak ağaca yaklaştı. Bu da Adem’i cennetten çıkmasına neden oldu. Burada “ Onları” derken kimleri kastettiği net değildir. Demek ki Adem yalnız değildir. Bu duruma tepki gösteren Allah, Adem oğullarına “birbirine düşman şeklinde aşağıya(yeryüzüne) inin” dedi. Burası insanlar için bir bekleme yeridir yani geçici bir yerdir. Hatta sürgün yeri de denilebilir. Burada insanlara nimetler de sunulacaktır.
Bakara 37 - Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb'dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm'dir, rahmetini cömertçe yayar.
Bunun üzerine yine Allah’tan öğrendiği çeşitli kelimelerle Allah’a tövbe etti ve yalvardı. Allah da onun duasını ve pişmanlığını kabul etti.
Bakara 38 - "Hepiniz oradan aşağı inin." dedik. Benden size bir yol gösteriş ulaşır da kim bu yol gösterişime uyarsa artık böylelerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederle de yüz yüze gelmeyeceklerdir.
Bu aftan sonra Allah onları o kadar sahipsiz bırakmayacağını ve onlara yol göstererek yardımcı olacağını, bu emirlere uyanların keder görmeyeceğini ifade etti.
Burada "Hepiniz oradan aşağı inin” sözü ilginçtir. Demek ki aşağıya inen sadece Adem ve Havva değildir. Dünyaya insanların kalabalık bir topluluk halinde geldiği gibi bir intiba bırakıyor. Bu harama el uzatana kadar geçen sürede Adem’le Havva’nın nesli de üremiş/çoğalmış olabilir. Yoksa ”hepiniz” den söz ederken Adem-Havva, melekler ve şeytan mı kastediliyor bilinmez.
Sonuç olarak ne olursa olsun insanların geçici bir süreyle dünyaya sürgüne gönderildiği kesindir. Bu sürgün yerinde o kadar mutluluk sefa ve nimet de bol yoktur. Keder, sıkıntı düşmanlık ve savaşlar olacak olan bu dünyadan sonra O’nun ayetleri doğrultusunda dua eden ve zekat veren, yani birbirine yardımcı olan insanları öteki dünyada ödüllendireceğini belirtilmiştir.
Bakara 39- Nankörlüğe sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar, ateşin dostu olacaklardır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
Nankörlerin bu dünyada sürekli kalacağı belirtilmektedir. Bu manada bu dünyada kalanların da kederle çok kez yüz yüze geleceklerdir. Demek ki dünya bu anlamda bir nevi ceza yeridir.
Bu ayetten sonra insanlara İsrailoğulları diye hitap edilmesi ilginçtir.
Bakara 40 - Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın; bana verdiğiniz söze vefalı olun ki, ben de size ahdimde vefalı olayım. Ve yalnız benden korkun.
Adem’in çocuklarına Adem’in Allah’a verdiği söze bağlı kalmalarını, aksi takdirde onlara nimet vermeyeceği ve keder vereceği ifade edilmiştir. Demek ki insanların kederlerinin nedeni Adem’in Allah’a verdiği sözde durmamalarından kaynaklanmaktadır.
Bakara 47. Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi, sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
Bakara 122. Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın. Ben sizi âlemlerden daha üstün kılmıştım.
Burada “İsrailoğulları” sözüyle anladığım kadarıyla Ademoğlu/insanoğlu kastedilmektedir. Çünkü Adem’i ilk başta alemlere üstün kılmıştı. Bunun yanında Kuran’da insanlığın tamamının İsrailoğullarından türediği tezi olduğu söylenebilir.
141.ayete kadar Adem’den sonra Allah’ın emirlerine uymayan, birbirini öldüren, zulmeden İsrailoğulları’na Musa’yı gönderdiğini, onun her türlü mucizelerini gördükleri halde yine yola gelmediklerini, yine onlara İsa’yı gönderdiğini, bu sefer de onların Yahudi ve Hristiyan diye ayrıldıklarını ve savaştıklarını, aslında Adem’den sonra gönderdiği tüm peygamberlerin kendisinin elçileri olduğunu belirtmiştir.
Bakara 138. ayette de “Allah'ın boyasını esas alın. Allah'tan daha güzel kim boya vurabilir! Biz yalnız O'na kulluk ederiz” diyerek insanların hangi özde birleşeceklerini ifade etmiştir.
Bakara 139. De ki onlara: "Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Oysaki Allah hem bizim Rabbimizdir hem sizin Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Biz yalnız O'na/Allah'a gönül verenleriz."
Bakara 140. Yoksa siz, "İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları Yahudi yahut Hıristiyanlardı" mı diyorsunuz? Söyle onlara: "Siz mi daha bilgilisiniz yoksa Allah mı?" Allah'tan kendine ulaşmış bir tanıklığı gizleyenden daha zalim kim vardır! Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.
Bakara 141. İşte bunlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Kazandıkları kendilerine. Sizin kazandığınız da size. Onların yapıp ettiklerinden siz sorumlu olmayacaksınız
139-140-141 Ayetleri de İslam’dan önceki yaşayan herkesin aynı ümmetten olduğunu ve bütün peygamberlerin amacının aynı, yani “Allah’ın yolunu/doğruyu, iyiyi göstermek” olduğunu söyleyerek insanların din tabanında ayrışıp savaşmamalarını emretmiştir.
Bu da Adem’in dünyaya inmeden Allah’a yakarışlarının bir karşılığı olsa gerek. Her ne olursa olsun “Sizleri birbirinize düşman olarak aşağıya indireceğim” sözü yüzyıllardır gerçek olmuş gibi görünmektedir.
Günümüzde bitmeyen savaşlar ve mutsuzluklar, dünyanın her şeye rağmen sürgün yeri olduğunun bir ispatı mıdır yoksa?