Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '09

 
Kategori
Tarih
 

Dünya liberallerinin beğenmediği “Aydınlanma” ve “artık kötü bir dönem denmiyor” dedikleri Ortaçağ!

Dünya liberallerinin beğenmediği “Aydınlanma” ve “artık kötü bir dönem denmiyor” dedikleri Ortaçağ!
 

Kendine "liberal" yakıştırmasını yapan insanların iki ana gruba ayrıldığını düşünüyorum.

Bunlardan birincisi, hakları, özgürlükleri elinden geldiğince ve dürüstçe savunmaya çalışan, toplumun zıtlaşmış kutupları arasında bir denge oluşturmaya çalışan iyi niyetli insanlar.

Ancak ikinci tür "liberal" leri kim ne derse desin başka bir yere koyuyorum. Bu liberaller art niyetli olduğu açık biçimde başka ideoloji ve görüşler hiç hata barındırmıyormuş gibi sürekli Atatürkçülüğe, solculuğa, aydınlanmacılığa çatan, bunu bir meslek haline getiren, Türkiye'nin ve dünyanın bugün içinde bulunduğu bütün kötülüklerinin müsebbibi olarak solculuğu, çağdaşlığı ve aydınlanmacılığı gören, statüko diye karşısına aldığı devletçi veya sol dünya görüşlerin zıttındaki ondan daha büyük "sağ" statükoları binlerce yıldır insanlığı yönettikleri halde mazlum ilan edip bunların dünyaya verdikleri katkıları her şey yapan insanlar.

İkinci grup "liberal" kesimin en büyük şansı, alaylı, sinir bozucu bir dil kullanmalarından ötürü karşı grupların onlara verdikleri tepkilerin akıl düzleminden duygu düzlemine kayması. Yani kendileri aklı başında, saygın insanlar görünümü verirken onlara verdikleri tepkide ayarı tutturamayan karşıt grupları öfkeli, kinli, ne dediğini bilmez bir konuma sürüklemeleri.

Bu kesimin (birinci tip liberalleri yine tenzih ederim) en büyük şansı böylece dediklerinin yanlarına hep kar kalması.

Bugün duyguyla hareket etmeyelim ve post-modern, liberal dogmalardan birinin saçmalığını akıllı uslu gözler önüne seriverelim.

O saçmalık, "liboş" dünya görüşünün son yıllarda bütün dünyada fikri mücadelesini verdiği; "Aydınlanma değerlerinin dünyaya pek de iyilik getirmediği" saçmalığıdır.

Bütün ikini tip liberallerin, içi fanatik dışı liberal din baronlarının dört elle sarılır olduğu bu fikir dünya çapında dinsel gericilik ve hak-özgürlük kısıtlamalarına payanda yapılmakta, Türkiye'de ise aydınlanmadan ve pozitivizmden ne kadar etkilendiği, söylevlerinden, okuduğu kitaplardan, onların altına aldığı notlardan ve yaptığı devrimlerden çok iyi anlaşılan Atatürk'e küfür etmenin entelektüel zeminini oluşturmaktadır.

Yalnızca Sanayii Devrimi Aydınlanma tarafından öncelenmemiş, böylece sol ve sosyalist akımlar filizlenmemiş olsa bugün nasıl bir dünyada yaşayacağından habersiz olan kitleleri modern kapitalist düzeni aydınlanmayla eşleştirme yanılgısıyla manipüle etmek isteyen liberal ve muhafazakar akımlar bu konuda elbette pek çok argümandan faydalanır.

Bunlardan biri de Batı'nın eleştirel filozoflarından görüp hemen kaptıkları, aslında Ortaçağ'ın öyle kötü bir dönem olmadığı, bunun aydınlanmacılar tarafından abartıldığı argümanıdır.

Muhafazakarlara göre zaten Ortaçağ İslam coğrafyasında cennettir. Bu başlıbaşına bir eleştiri konusu.

Maraba-ağa ilişkisinin, hükümdar-tebaa ilişkisinin, kadın-erkek eşitsizliğinin, hatta köleliğin bütün kıyıcılığıyla hüküm sürdüğü bir coğrafyada sultanların haremlerinin genişliği ve daha az merkezi toplumlara karşı kazandıkları zaferlerden elde edip saraylarına yığdıkları ganimetlerin fazlalığından yola çıkarak İslam Ortaçağı’nı kusursuz bir saadet dönemi olarak nitelemek İslamcı entelektüellerin belki en büyük hazzı ve yanılgısıdır.

Sermaye birikimi sağlamış her burjuva toplumunda yüksek düzeylerde görülebilecek bilimsel ve sanatsal gelişimlerden, astığı astık kestiği kestik İstanbul, Bağdat ve Kurtuba hükümdarlarının servetlerinin büyüklüğünden kitlelerin refah içerisinde yaşadığı cennetsi bir toplumsal düzen çıkarmak, aydınlanma ve sol değerlerin getirilerinden habersiz veya bugün yaşadıkları rahat koşullarda ideolojik olarak Atatürk kazanımları da dahil, bunlardan habersizmiş gibi davranmakta çıkarı bulunan insanlar için elbette pek şaşırtıcı değil.

Gelelim Hıristiyan Ortaçağı’na.

Sürecin büyük bölümünde dinsel baskının İslam coğrafyasından da yoğun olduğu, saçmasapan kast sistemlerinden cadı avlarına, salgın hastalıklardan sebepsiz katliamlara, binbir türlü rezilliğin yaşandığı Hıristiyanlık Ortaçağı’nı yüceltmek aynı bizim liberal ve muhafazakarlarımızın kendi Ortaçağ’larına yaptığı gibi Batı’da da yükselen bir trend ve az önce bu fikrin Batı’daki olumsuz gelişmeleri hızlı takip edip olumlulara pek göz atamayan kimi aydınlarımızca da gerçeksenip kutsandığını belirtmiştim.

Pierre Chaunu’nun Aydınlanma Çağı kitabında Aydınlanma’dan bahsedilirken benim dikkatimi çeken şey, bilim ve sanattaki niteliksel artış, devletlerdeki zenginleşme, dine karşı özgürlük vs. olmamıştı. En fazla dikkatimi çeken şey bu dönemde ilk kez insan yaşamı denen şeyin bir değerinin olduğunun keşfedilmesiydi. Hükümdar tarafından anında boğazlanabilen, hastalık geldiğinde anında yıkılan, savaşlarda kolayca harcanan, çoğu bir kaç yaşına gelmeden ölen, yirmi yaşını neredeyse hiç çıkaramayan, on-on beş yıl sağlıklı ömür süremeyen kitlelerin birden kendilerine değer verilen ve kendilerine değer veren insanlar haline gelmesiydi.

Zaten insanlar okullara çocuklarını onların otuz yaşını aşabileceğinden emin olunca göndermeye başladılar, toplumun bütün kurumlarında “sıradan” insanların rol alır hale gelmesi, “sıradan” insanların bilimle sanatla uğraşabilmesi, sokaktaki insanın toplum yönetimine katılabilmesi (bütün bir antikite ve ne yazık ki İslam coğrafyasının aksine ilk kez) ancak bu ortalama ömür dönüşümünün sağlandığı, “tebaa” nın birey olarak kıymete binebildiği Aydınlanma Avrupa’sında mümkün oldu.

Avrupa nereden gereye geldi, Atatürk’ün şahsında da olmak üzere liberallerce sürekli lanetlenen Aydınlanma, Rönesans ve Reformlarla birlikte Avrupa’yı o çok beğendikleri ve “artık kötülemenin modası geçti” dedikleri “Ortaçağ’” ın sonrasında nereden nereye getirdi.

Durumu özetleyen ve bununla ikiyüzlü mitler arasındaki uçurumu gösteren bir örnek. 1517 yılında, Ortaçağ’ın “efsanevi” isimlerinden Papa X. Leo, kişinin ruhunu makul bir para karşılığında kurtarabilmesi için Taxa Camerae’yi başlattı. Bu basit tedbirle, ne kadar kötü olursa olsun bağışlanamayacak suç yoktu. Hala “Artık Ortaçağ’a kötü diyen yok” diyebilenler için kilisenin “aydınlanma, Rönesans ve reform öncesi” bir topluma kabul ettirebildiği 35 madde arasından şunları okuyoruz*:

“1. İster rahibelerle, ister kendi kuzenleriyle, yeğenleriyle ya da kızlarıyla (aynen böyle!), yani bir şekilde herhangi bir kadınla cinsel günah işleyen bir rahip, 67 pound 12 şilin ödemesi karşılığında bağışlanacaktır.

2. Eğer rahip, zina günahıyla birlikte doğaya ya da hayvanlara karşı işlenmiş günahlarının da bağışlanmasını istiyorsa, 219 pound 15 şilin ödemek zorundadır. Fakat kadınlarla değil de sadece oğlanlarla ve hayvanlarla doğal olmayan günahlar işlemişse, 131 pound 15 şilin ödemelidir.

3. Bir bakirenin kızlığını bozan rahip, 2 pound 8 şilin ödemelidir

4. İster kaldığı manastırda ister dışarıda, aynı anda veya art arda bir ya da birden çok erkeğe kendini veren rahibe, baş rahibenin saygısını kazanmak istiyorsa 131 pound 15 şilin ödemelidir.

7. Tüm davalardan azade tutulmak ve yasak ilişkilerini sürdürmek için geniş bir muafiyet elde etmek isteyen zinacı bir kadın, Papaya 87 pound 3 şilin ödeyecektir. Aynı şekilde, koca da aynı miktarı ödeyecektir, eğer koca kendi çocuklarıyla ensest ilişkiye girmişse, ek olarak 6 poundluk bir vicdani ödeme yapacaktır.

8. Tecavüz, soygun veya kundakçılık suçları için eziyet yapılmaması ve bağışlanması, suçluya 131 pound 7 şiline mal olur.

9. Ruhban kesime ait olmayan birinin şahsında gerçekleşen adi cinayetin bağışlanma bedeli 15 pound 3 penstir.

10. Eğer katil aynı gün iki veya daha fazla kişinin ölmesine neden olmuşsa, bir kişiyi öldürmüş gibi ödeme yapar.

11. Karısına kötü davranan koca, kilise kasasına 3 pound 4 şilin öder; eğer karısını öldürmüşse 17 pound 15 şilin, eğer karısını başka biri ile evlenmek için öldürmüşse ekstra olarak 32 pound 9 şilin öder. Kocaya suç işlerken yardım edenler adam başı 2 poundla bağışlanır.

12. Çocuğunu boğarak öldüren baba 17 pound 15 şilin ödemelidir [yani bir yabancıyı öldürmekten 2 pound daha fazla], baba bunu annenin izni ile yapmışsa bağışlanması için 27 pound 1 şilin ödemelidir.

13. Kendi çocuğunu rahminden çıkararak yok eden annenin ve suça katkıda bulunan kocanın, her ikisi birden 17 pound 15 şilin ödemelidir. Kendisinin olmayan bir çocuğun kürtajını kolaylaştıranlar 1 pound eksik öderler.

14. Kardeş, kız kardeş, anne ya da babasını öldüren 17 pound 5 şilin ödemelidir.

Bununla birlikte, hiyerarşinin yüksek kademelerindeki piskopos veya baş keşiş öldürülürse, ödenecek miktar çok ağır biçimde artıyordu; ilk saldırı için 131 pound 14 şilin, geri kalanlar için yarı miktarı. (15). Üstelik katil “çeşitli zamanlarda birçok rahibi öldürürse, ilk cinayet için 137 pound 6 şilin ve geri kalanlar için de bunun yarısını ödemek zorundaydı.”

Fakat cinayet, tecavüz veya çocuk öldürmekten çok daha ağırı, menfur dinsel sapkınlık suçuydu; yani resmi Kilisenin fikirlerinden farklı fikirlere sahip olmak. Kadın ya da erkek bir sapkın, fikirlerinden dönmüş olsa bile toplam 269 pound ödemek zorundayken, “yakılmış, asılmış ya da herhangi bir şekilde idam edilmiş bir sapkının oğlunun itibarı 218 pound 16 şilin 9 penslik ödeme yapmadığı sürece iade edilemez”di.

Liste, sahtekârlık, kaçakçılık, borçların ödenmemesi, kutsal günlerde et yeme, papazlık rütbesi almak isteyen rahiplerin gayri meşru çocukları ve hatta rahip olmak isteyen hadımlarla maddeye göre en az 310 pound 16 şilin ödemeliydiler) devam ediyor.

Bugün Avrupa’da dini inancın ve onu algılayış biçiminin nasıl olduğu, bu maddelerin kaçının nasıl bir seyreltilme oranıyla bugün Avrupa’da kaç kişi tarafından kabul görebileceğini (!) düşünecek olursak “o güzel, artık pek laf söylenmeyen “Ortaçağ’ın bitmesiyle Avrupa toplumunun ne çok şey kaybettiğini görebiliyoruz (!)

Gerçeğe karşı bütün manipülasyon çabalarına, cahil bırakılan kitlelerin üzerinde oynanan bütün oyunlara karşın insanlar Avrupa’da aydınlanmanın, Türkiye’de kulluktan bireyliğe, aydınlanma değerlerini topraklarına taşıyan Atatürk’ün kendilerine ne verdiğini bugün içlerinde hissetmektedir. Bu tür bir “liberal” lik biçiminin daha duyarlı, gelişme çabasındaki ve eşitlikçi bir dünyada silinip gideceğinden, ama insanların “iyi” liğini hissettikleri değerlere onları tanımlanış biçimleri değişse de belli bir toplumsal determinizm çerçevesinde kolay bolay bir şey olmayacağından yine de emin olabiliriz.

· Marksizm ve Din (Makale) - Alan Woods: İnternetten okunabilir.

· Avrupa Uygarlığı – Aydınlanma Çağı (Araştırma-İnceleme) – Pierre Chaunu

 

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..