Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '13

 
Kategori
Tarih
 

Düşmanlarınızı sevin

Baypas ameliyatından sonra, “geçmiş olsun” ziyaretime gelen dostlarımdan biri de Dr. Pastör Behnan Konutgan’dı.

Behnan Bey,aslen Mardinli ve Süryani’dir. Din adamıdır, “papaz”dır; diyeceğim ama o kendini “papaz” olarak değil, “pastör” olarak tanıtır.

Papazla pastör arasında ne fark mı vardır?

Doğrusu ya,  bu yazıyı kaleme alıncaya kadar,  ben de bilmiyordum; bu sorunun cevabını. Araştırıp öğrendim ki, Protestan Hıristiyanların papazlarına “pastör” deniyormuş.

Dostumu papaz kıyafetinde görmedim hiç. Sakalı da yok,  boynunda haç da… Belki de yalnızca kiliseye gidince öyle giyiniyordur.  Cami imamları da öyle değil mi?

Bir sohbetimizde sorayım bunu kendisine. Her ziyaretinde,  mutlaka bir kitap hediye eder dostum bana. Bu kez, “Toplumumuzun sizin gibi güzel insanlara ihtiyacı var; Hüseyin Hocam!” diye yazıp imzaladığı eserin adı, “Şaşırtan Bağışlama” (*) idi.

Eric E. Wright’ın 217 sayfalık -ismiyle müsemma- bu eserini, gerçekten şaşırarak okudum.

Benim de aklıma,  mantığıma uyan önemli bulduğum pek çok satırını işaretlemiştim. Şimdi, altını çizdiğim o cümlelerden sizin için seçtiğim birkaç alıntı vereceğim.

Bakalım, benim gibi siz de beğenecek, siz de şaşıracak mısınız?

Yazar “Önsöz”ünde: “Hemen hemen her gün gazetedeki bir olay,  televizyondaki bir konu,  toplumda yaşanan bir durum veya okuduğumuz bir romanın kurgusu bağışlamanın önemini açıkça gösteriyor.” dedikten sonra, şu paragrafa yer veriyor:

“Bağışlamayı ve bağışlanmayı öğrenmek, Hıristiyan yaşamının vazgeçilemez bir unsurudur. Bağışlamaolmadan ilişkilerimiz kırılgan ve parçalı  bir hâl alıyor; ya da ilişkilerimizi tamamıyla  kaybediyoruz. Bağışlama, çatışmanın  tiz sesini bastırıyor, yaraları iyileştiriyor ve kırık ilişkileri  yeniliyor.”

Üstteki paragrafın ilk cümlesini, “Bağışlamayı ve bağışlanmayı öğrenmek Müslüman yaşamının vazgeçilmez bir unsurudur.” diye yazsam ben, kim itiraz edebilir?

“Bağışlama - Nadiren Bulunur Ama Devrimcidir”başlığını  koyduğu “Birinci Bölüm”de de diyor ki yazar:

“Bir çocuğun, ‘özür dilerim’ demekte  neden zorlandığını anlayabiliyoruz ama biz yetişkinlerin haksızlık karşında neden bu kadar akıldışı bir yaklaşım benimsediğimizi anlamak çok daha güç.”

“Özür dileme veya  taraflar arasında barışı sağlamaya ısrarla karşı  koymayla  ortaya çıkan gücenme ve acılık insanlık tarihinin  büyük bir kısımını oluşturmaktadır. Bazı çevrelerde özür dilemek bir zayıflık olarak görülür. Birçok kültürde öç almak onurlu  bir görev sayılır.”

Bir insanın hatasını kabul edip özür dilemesi, onu  başkalarının gözünde küçük düşürmediğini anlatan yazar, hepimizin bildiği  güzel bir örnek  vermiş:

“Bill Clinton’un, Monica Lewinsky ile ilişkisinde yanlış yapmış olduğunu halk huzurunda kabul etmesinden sonra destekçilerinin artmaya devam etmesi bu görüşü desteklemektedir.”

Bill Clinton’un,Mr. Obama’dan bir önceki ABD Başkanı olduğunu (1992-2000) söylemeye  gerek yok sanırım.Clinton, Beyaz Saray  çalışanıM. Lewinsky ile “Oval Ofis”te  yaşadığı  ilişkiyi önce inkâr etmişse de  sonradan itiraf ederek bunun bir hata olduğunu  kabul edip  özür dilemesi   üzerine Kongre’de  yapılan  oylama sonucu azledilmekten kurtulmuştu.

Demek ki, neymiş  efendim?

Özür dilemek, insanı küçültmezmiş. Herkes  hata yapabilir. İnsan olup da   hata yapmamak mümkün mü?

Önemli olan,  hiç  hata  yapmamak değil… Aksine,  yaptığının hata  olduğunu kabul edip  özür dileyerek  aynı hatayı  bir daha  tekrarlamamaktır.

Ancak,  özür dilemek   ne kadar önemliyse, özür dileyenin özrünü kabul edip onu  bağışlamak da o kadar önemlidir. Fakat kendi  doğrularından  başka doğru olabileceğini  kabul etmeyen  pek çok insan, kan bağı olduğu en yakınlarını bile bağışlayamaz. Onlar, başkalarını  bağışlayamadıkları gibi, kendilerinin de  bağışlanmasını isteyemezler.

Oysa, hata yaptığını kabul edip özür dilemek küçüklük  değil, büyüklüktür.

Güya ‘onurlarına  yediremedikleri için’ özür dilemeyi  bilmeyen (daha doğrusu beceremeyen) insanlar yüzünden “Şaşırtan Bağışlama” kitabı yazarının da dediği gibi, “…Aileler parçalanmaya, arkadaşlıklar bozulmaya (…) ve uluslar bölünüp savaşa girmeye devam ediyorlar.”

Nerde bulunursak bulunalım, ne iş yaparsak yapalım, “en iyi” olmaya çalışalım ama “en iyi” olduğumuzu iddia etmeyelim asla. Bu konuda İncil ne diyormuş, bakın:

“Hiçbir şeyi bencil tutkularla ya da boş övünmeyle yapmayın. Her biriniz alçak gönüllükle öbürünü kendinden üstün saysın.”

Oysa biz, tamamen aksini yapıyoruz. En küçük, en önemsiz bir çabamızı bile büyük bir övünme nedeni sayıyoruz. Kim olursa olsun, karşımızdakine değer vermiyoruz  hiç. Yararlı çalışmalarını görmezden geliyor, başarılarını önemsizmiş gibi  göstermeye çaba harcıyoruz.

Başklarının  gözündeki  çöpü görmekte  çok mâhiriz ama  kendi  gözümüzdeki  merteği  görmüyoruz nedense!

Kardeşimiz, arkadaşımız, eşimiz, dostumuz en küçük bir bencilik  yapsa,  yüksek sesle  cihana  yayıyoruz da bunu,  kendi  bencilliklerimizden,  fısıltıyla bile olsa, söz etmiyoruz hiç.

Kendimize karşı gösterdiğimiz hoşgörünün çeyreğini çevremizdekilere karşı gösterebilsek,  hem biz daha  huzurlu olurduk, hem içinde  yaşadığımız toplum…

Hz. İsa,“Kendini yücelten  herkes  alçaltılacak, kendini  alçaltan ise yüceltilecektir.” demesine rağmen insanlar kendini  yüceltme,  başkalarını alçaltma  peşinde  olmuştur hep.

“Ey başkasını yargılayan insan!.. Kim olursan ol,  özrün yoktur. Başkasını yargıladığın konuda kendini mahkûm ediyorsun.”demesi de O’na inananların, O’nu “Tanrı’nın oğlu” kabul edenlerin bile bir  kulağından  girip  ötekinden çıkıp gitmiştir.

Bir atasözümüz, “Öfkeyle  kalkan, zararla  oturur.” der. Bakın,  İncil ne diyor, bu konuda:

“Ben size diyorum ki,  kardeşine  öfkelenen  herkes  yargılanacaktır... Kim kardeşine ‘ahmak’derse, cehennem ateşini hak eder.”

Gerçekten de  öfkeyle  hiç kimsenin  kazandığı hiçbir şey yoktur. Aksine,  uğradığımız  pek çok zararın asıl nedeni öfkedir.

Her şeyi  bildiğimizi  zannederek kibirlenir,  kibirlendiğimiz oranda da  başkalarını  bağışlamaktan  kaçınırız. Bağışlama yeteneğimizi  kaybettiğimiz  sürece de, kendi elimizle, düşmanlarımızın sayısını artırır, dostlarımızın sayısını azaltırız.

Benim henüz okumadığım “Bağışlamanın Verdiği Özgürlük” kitabının yazarı  David Augsburger şöyle yazıyormuş: “Her şeyi bilmek, her şeyi bağışlamaktır.”

Haksız  yere incinsek , zarara uğrasak bile,  yine de affetmeli, yine de  bağışlamalıyız. Çünkü, Lewis Smedes’in de söylediği gibi, “Bağışlamadan kazanan ilk kişi, bağışlayan  kişidir. Ve bağışlanmamadan incinen ilk kişi,  kendisine karşı haksızlık yapılan kişidir.”

Yani ki,  biz,  bize  haksızlık  yapanı affetmekle, ondan  daha çok   kendimize iyilik yapmış oluyoru

Ee… Bu kadarcık iyiliği de  esirgemeyelim canım, kendimizden!

Hz. İsa,Düşmanlarınızı sevin.” demekle,  “Kendinizi sevin.” demek istemiş ama bunu anlayacak  kafa nerde bizde!..

“Sen misin bunu söyleyen?”deyip çarmıha gererek bir güzel cezalandırmışız ki onu!...

(*) Şaşırtan Bağışlama, Eric E. Wright, Çevirmen: Mine Yıldırım, Haberci Basın Yayın,                

     I. Basım. Şubat 2010, 217 sayfa

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..