- Kategori
- Tarih
Düşmanlarınızı sevin
Baypas ameliyatından sonra, “geçmiş olsun” ziyaretime gelen dostlarımdan biri de Dr. Pastör Behnan Konutgan’dı.
Behnan Bey,aslen Mardinli ve Süryani’dir. Din adamıdır, “papaz”dır; diyeceğim ama o kendini “papaz” olarak değil, “pastör” olarak tanıtır.
Papazla pastör arasında ne fark mı vardır?
Doğrusu ya, bu yazıyı kaleme alıncaya kadar, ben de bilmiyordum; bu sorunun cevabını. Araştırıp öğrendim ki, Protestan Hıristiyanların papazlarına “pastör” deniyormuş.
Dostumu papaz kıyafetinde görmedim hiç. Sakalı da yok, boynunda haç da… Belki de yalnızca kiliseye gidince öyle giyiniyordur. Cami imamları da öyle değil mi?
Bir sohbetimizde sorayım bunu kendisine. Her ziyaretinde, mutlaka bir kitap hediye eder dostum bana. Bu kez, “Toplumumuzun sizin gibi güzel insanlara ihtiyacı var; Hüseyin Hocam!” diye yazıp imzaladığı eserin adı, “Şaşırtan Bağışlama” (*) idi.
Eric E. Wright’ın 217 sayfalık -ismiyle müsemma- bu eserini, gerçekten şaşırarak okudum.
Benim de aklıma, mantığıma uyan önemli bulduğum pek çok satırını işaretlemiştim. Şimdi, altını çizdiğim o cümlelerden sizin için seçtiğim birkaç alıntı vereceğim.
Bakalım, benim gibi siz de beğenecek, siz de şaşıracak mısınız?
Yazar “Önsöz”ünde: “Hemen hemen her gün gazetedeki bir olay, televizyondaki bir konu, toplumda yaşanan bir durum veya okuduğumuz bir romanın kurgusu bağışlamanın önemini açıkça gösteriyor.” dedikten sonra, şu paragrafa yer veriyor:
“Bağışlamayı ve bağışlanmayı öğrenmek, Hıristiyan yaşamının vazgeçilemez bir unsurudur. Bağışlamaolmadan ilişkilerimiz kırılgan ve parçalı bir hâl alıyor; ya da ilişkilerimizi tamamıyla kaybediyoruz. Bağışlama, çatışmanın tiz sesini bastırıyor, yaraları iyileştiriyor ve kırık ilişkileri yeniliyor.”
Üstteki paragrafın ilk cümlesini, “Bağışlamayı ve bağışlanmayı öğrenmek Müslüman yaşamının vazgeçilmez bir unsurudur.” diye yazsam ben, kim itiraz edebilir?
“Bağışlama - Nadiren Bulunur Ama Devrimcidir”başlığını koyduğu “Birinci Bölüm”de de diyor ki yazar:
“Bir çocuğun, ‘özür dilerim’ demekte neden zorlandığını anlayabiliyoruz ama biz yetişkinlerin haksızlık karşında neden bu kadar akıldışı bir yaklaşım benimsediğimizi anlamak çok daha güç.”
“Özür dileme veya taraflar arasında barışı sağlamaya ısrarla karşı koymayla ortaya çıkan gücenme ve acılık insanlık tarihinin büyük bir kısımını oluşturmaktadır. Bazı çevrelerde özür dilemek bir zayıflık olarak görülür. Birçok kültürde öç almak onurlu bir görev sayılır.”
Bir insanın hatasını kabul edip özür dilemesi, onu başkalarının gözünde küçük düşürmediğini anlatan yazar, hepimizin bildiği güzel bir örnek vermiş:
“Bill Clinton’un, Monica Lewinsky ile ilişkisinde yanlış yapmış olduğunu halk huzurunda kabul etmesinden sonra destekçilerinin artmaya devam etmesi bu görüşü desteklemektedir.”
Bill Clinton’un,Mr. Obama’dan bir önceki ABD Başkanı olduğunu (1992-2000) söylemeye gerek yok sanırım.Clinton, Beyaz Saray çalışanıM. Lewinsky ile “Oval Ofis”te yaşadığı ilişkiyi önce inkâr etmişse de sonradan itiraf ederek bunun bir hata olduğunu kabul edip özür dilemesi üzerine Kongre’de yapılan oylama sonucu azledilmekten kurtulmuştu.
Demek ki, neymiş efendim?
Özür dilemek, insanı küçültmezmiş. Herkes hata yapabilir. İnsan olup da hata yapmamak mümkün mü?
Önemli olan, hiç hata yapmamak değil… Aksine, yaptığının hata olduğunu kabul edip özür dileyerek aynı hatayı bir daha tekrarlamamaktır.
Ancak, özür dilemek ne kadar önemliyse, özür dileyenin özrünü kabul edip onu bağışlamak da o kadar önemlidir. Fakat kendi doğrularından başka doğru olabileceğini kabul etmeyen pek çok insan, kan bağı olduğu en yakınlarını bile bağışlayamaz. Onlar, başkalarını bağışlayamadıkları gibi, kendilerinin de bağışlanmasını isteyemezler.
Oysa, hata yaptığını kabul edip özür dilemek küçüklük değil, büyüklüktür.
Güya ‘onurlarına yediremedikleri için’ özür dilemeyi bilmeyen (daha doğrusu beceremeyen) insanlar yüzünden “Şaşırtan Bağışlama” kitabı yazarının da dediği gibi, “…Aileler parçalanmaya, arkadaşlıklar bozulmaya (…) ve uluslar bölünüp savaşa girmeye devam ediyorlar.”
Nerde bulunursak bulunalım, ne iş yaparsak yapalım, “en iyi” olmaya çalışalım ama “en iyi” olduğumuzu iddia etmeyelim asla. Bu konuda İncil ne diyormuş, bakın:
“Hiçbir şeyi bencil tutkularla ya da boş övünmeyle yapmayın. Her biriniz alçak gönüllükle öbürünü kendinden üstün saysın.”
Oysa biz, tamamen aksini yapıyoruz. En küçük, en önemsiz bir çabamızı bile büyük bir övünme nedeni sayıyoruz. Kim olursa olsun, karşımızdakine değer vermiyoruz hiç. Yararlı çalışmalarını görmezden geliyor, başarılarını önemsizmiş gibi göstermeye çaba harcıyoruz.
Başklarının gözündeki çöpü görmekte çok mâhiriz ama kendi gözümüzdeki merteği görmüyoruz nedense!
Kardeşimiz, arkadaşımız, eşimiz, dostumuz en küçük bir bencilik yapsa, yüksek sesle cihana yayıyoruz da bunu, kendi bencilliklerimizden, fısıltıyla bile olsa, söz etmiyoruz hiç.
Kendimize karşı gösterdiğimiz hoşgörünün çeyreğini çevremizdekilere karşı gösterebilsek, hem biz daha huzurlu olurduk, hem içinde yaşadığımız toplum…
Hz. İsa,“Kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.” demesine rağmen insanlar kendini yüceltme, başkalarını alçaltma peşinde olmuştur hep.
“Ey başkasını yargılayan insan!.. Kim olursan ol, özrün yoktur. Başkasını yargıladığın konuda kendini mahkûm ediyorsun.”demesi de O’na inananların, O’nu “Tanrı’nın oğlu” kabul edenlerin bile bir kulağından girip ötekinden çıkıp gitmiştir.
Bir atasözümüz, “Öfkeyle kalkan, zararla oturur.” der. Bakın, İncil ne diyor, bu konuda:
“Ben size diyorum ki, kardeşine öfkelenen herkes yargılanacaktır... Kim kardeşine ‘ahmak’derse, cehennem ateşini hak eder.”
Gerçekten de öfkeyle hiç kimsenin kazandığı hiçbir şey yoktur. Aksine, uğradığımız pek çok zararın asıl nedeni öfkedir.
Her şeyi bildiğimizi zannederek kibirlenir, kibirlendiğimiz oranda da başkalarını bağışlamaktan kaçınırız. Bağışlama yeteneğimizi kaybettiğimiz sürece de, kendi elimizle, düşmanlarımızın sayısını artırır, dostlarımızın sayısını azaltırız.
Benim henüz okumadığım “Bağışlamanın Verdiği Özgürlük” kitabının yazarı David Augsburger şöyle yazıyormuş: “Her şeyi bilmek, her şeyi bağışlamaktır.”
Haksız yere incinsek , zarara uğrasak bile, yine de affetmeli, yine de bağışlamalıyız. Çünkü, Lewis Smedes’in de söylediği gibi, “Bağışlamadan kazanan ilk kişi, bağışlayan kişidir. Ve bağışlanmamadan incinen ilk kişi, kendisine karşı haksızlık yapılan kişidir.”
Yani ki, biz, bize haksızlık yapanı affetmekle, ondan daha çok kendimize iyilik yapmış oluyoru
Ee… Bu kadarcık iyiliği de esirgemeyelim canım, kendimizden!
Hz. İsa,“Düşmanlarınızı sevin.” demekle, “Kendinizi sevin.” demek istemiş ama bunu anlayacak kafa nerde bizde!..
“Sen misin bunu söyleyen?”deyip çarmıha gererek bir güzel cezalandırmışız ki onu!...
(*) Şaşırtan Bağışlama, Eric E. Wright, Çevirmen: Mine Yıldırım, Haberci Basın Yayın,
I. Basım. Şubat 2010, 217 sayfa