Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '13

 
Kategori
Tarih
 

Sıradan bir Yurttaş olarak ne istiyorum Ben ?

Başkalarının düşüncelerine, söylemlerine yer verirken, kendi düşünceme de yer vereceğim elbette makalelerimde. Öyle olmazsa, ne farkım kalır benim, eskiden “teyp” de dediğimiz bir ses kaydediciden?

Neden mi böyle bir giriş yaptım bu yazıma?

Sözlerini size aktardığım kişiler ne kadar değerli ve ünlü olursa olsun, karşı çıkınca kimi zaman, yadırgamayın diye…

Ben başkalarını nasıl eleştiriyorsam, siz de beni eleştirebilirsiniz tabiî. Saygı kuralları içinde hakaret içermeyen her eleştiri makbûlümdür.

Hayır, hayır!.. Asla kızmam, kesinlikle küsmem beni eleştirene.

Hele hele bir eksiğimi, bir yanlışımı ortaya çıkaran, bilmediğimi öğreten birine teşekkür borçlu olduğumun bilinciyle saygı duyarım ayrıca.

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği ile Lüleburgaz Belediyesi’nin düzenlediği “Kepirtepe Köy Enstitüsü” konulu çalıştaydan söz edeceğim yine. Ama:

“-Yeter be muhterem, kabak tadı verdi artık!”demeyin lütfen.

Demeyin, çünkü her hafta farklı kişilerden, farklı düşüncelerden söz ediyorum. Nitekim bugün de, Dr. Alper Akçam’ın konuşmasını ve dahi kitaptaki bildirisini mercek altına alacağım.

Bildiğiniz ya da tahmin edebileceğiniz gibi Dr. Alper Akçam, Kars - Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu ünlü yazar Dursun Akçam’ın oğlu…

Tıp doktoru ve YKKED Ankara Şubesi Başkanı…

Akçamın ilginç bulduğum şu cümlelerini not etmişim:

“-Cumhuriyet yönetimi, toprak ağalığına ve soyguncu anlayışa karşı savaşta başarılı olamadı. Köy Enstitüleri bu yüzden kapandı. Şu, bu iktidar yüzünden değil... Tonguç, bu yüzden sömürüye direnecek öğretmen yetiştirmek istiyordu. Halkın su ve ekmek kavgasının yanında, içinde olmalıyız. Köy Enstitülü olmak budur. Salon dışına çıkmak zorundayız.”

Dr. Akçam’ın  yukarıya aldığım  ilk cümlesi çok önemli!.. Bu konuda durmak, düşünmek, sorular sormak gerekir; diye düşünüyorum.

Gerçekten de Cumhuriyet dönemi için övgüler yazılır çizilir de, neden toprak reformunu es geçtiği sorulmaz nedense.

Kırk yılda bir soran olursa da, mazeret üstüne mazeret söylenip geçilir. Oysa, Cumhuriyet yönetiminin, her şeyden önce yapması gereken buydu.

İnsanlar başlarına fes giyse ne değişir, şapka giyse ne değişir!

Bir devlet, bir millet hicrî takvim kullansa ne fark eder, miladî takvim kullansa ne fark eder! (Biri Hz. Muhammet’in doğumunu sıfır kabul etmiş, öteki Hz. İsa’nın…)

Bir uzunluğu metre ile ölçseniz de olur, arşınla ölçseniz de… Metre ile ölçünce “çağdaş”, arşınla ölçünce “gerici”, “mürteci” mi olunur?

Bakınız işte, İngilizler hâlâ “feet”ten vazgeçmiyorlar. Uzunluk ve ağırlık ölçülerini değiştirmediler diye, “çağdaş uygarlık düzeyinin gerisinde” mi kabul ediyoruz İngilizleri?

“-Yapılan devrimlerin en önemlilerinden biri kabul ettiğimiz alfabe devrimine ne diyeceksin?” diye sorarsanız, ben de size:

“- Hâlâ alfabelerini değiştirmeyen ve değiştirmeyi de düşünmeyen Ruslara, Japonlara, Çinlilere ne dersiniz?”diye sorarım.

Rusların, Latin alfabesi yerine Kril alfabesi kullanmaları onların uzaya ilk insan gönderen ülke olmalarına engel mi oldu?

Benzer soruları Japonlar ve Çinliler için de sorabilirsiniz.

Bunları dile getirmekten amacım, “Ölçüleri neden değiştirdik?  Takvimi  neden değiştirdik? Şapka devrimini, harf devrimini  niçin yaptık?” demek için değil…

“Toprak reformunu niçin yapmadık?”

“Öteki yenilikler  yapılsa da olurdu,  yapılmasa da… Halkımız için, köylümüz için,  milletimiz ve devletimizin  geleceği için asıl yapılması gereken  toprak reformuydu.” demek için…

Lütfen, 50 yıldır  yinelenen şu mazereti söylemeyin bana:

“-Toprak reformu nasıl yapılsındı ki!.. Nüfusumuzun % 80’ini oluşturan köylü milletvekili mi vardı Meclis’te? Aksine toprak ağaları, eşraf ve köylüyü sömürenlerin temsilcileriyle doluydu Meclis.”

İyi, güzel de, böyle bir kanun teklifi verildi de  hayır mı dedi o Meclis? Mustafa Kemal, henüz zafer kazanılmadan 1 Mart 1921’de Meclis’i açış konuşmasında, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi gerçek üretici olan köylüdür.” diyebildiğine göre, demek ki o ilk Meclis’i pek de  hafife almamak gerekir.

Meclis Reisiolarak Mustafa Kemal, Başbakan olarak İsmet Paşa, Rauf Bey ve Fethi Bey toprak reformu için bir kanun  teklifi verseler, ya da bir kanun tasarısı hazırlasalar, o Meclis hayır mı derdi buna?

Zaferden önce hakkında övgüler düzülen köylümüz, yani nüfusumuzun % 80’i ( ki, Prof. Dr. Ömer Demircan’a gore, 1920’lerde bu oran % 95’tir.) zaferden sonra unutulur.

Lüleburgaz’daki çalıştayda, konuşmacıların bildirilerini sundukları sahnede İsmail Hakkı Tonguç’un şu sözü okunuyordu: “Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına “insanın insanı sömürmemesi” adlı bir ders koyardım.”

Tonguçbu sözü, İlköğretim Genel Müdürlüğünden ayrıldıktan sonra söylemiş olsa  gerek…

Öyle ya, görevdeyken, ya da göreve gelmeden önce söyleyip yazdıysa, “Madem  böyle düşünüyordu, neden Köy Enstitüleri müfredat programına koymadı?” diye sormak gerekir.

Ancak, epeyce bozulmuş haliyle de olsa, o kurumların içinden yetişmiş ve 1940-1946 dönemini anlatan kimi eserleri okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, Köy Enstitülerinde bu ad ile işlenen bir ders olmasa da, nerdeyse bütün dersler  bu amaca hizmet eder biçimde işleniyordu.

Nitekim 1953-1959 yılları arasında öğrenci olarak bulunduğum Aksu’da Köy Enstitülü Musa Okay, Ahmet Tuncer, Mustafa Şanlı ve Ahmet Akalın öğretmenlerim ile Hasanoğlan’da 1964-1966 yıllarında  birlikte çalışma şansını yakaladığım İhsan Aksu, Osman Işık ve Müzeyyen Işık (Aksu’nun Kurucu Müdürü Talat Ersoyun kızı) bu anlayışla işliyorlardı derslerini.

Diyeceksiniz ki, millî mücadele kazanıldıktan sonra, “toprak reformu” gündeme gelmemiş mi hiç?

Bu sorunun cevabını bulurum belki umuduyla, Dr. Akçam’ın “Kepirtepe Köy Enstitüsü”(*) adlı kitaba alınan bildirisini dikkatle okudum.

Sevinçli  söyleyeyim ki, evet, zaferden sonra bu konuyu dile getiren olmuş:

Mustafa Kemal’i etkileyen önemli adlardan olan Yusuf Akçura, Şeyh Sait ayaklanmasından birkaç ay sonra, Ekim 1925’te verdiği bir konferansta, Türkiye’nin modern bir devlet olabilmesi için “feodaller”ve “yobazlar”la mücadele edilmesi  gereğinden söz eder. Akçura, büyük toprak sahiplerinin tarımsal alandaki etkinliğinin kırılmasından, bir toprak reformu yapılmasından yanadır.”

“Akçura’nın bu özlemi ve dileği, ne yazık ki, bugüne kadar gerçekleştirilememiştir.”

Dr. Akçam, daha sonra şöyle diyor:

“Cumhuriyet  iktidarı, zaman zaman niyetlendiği  toprak reformu ya da tarım reformu gibi girişimlerde sözünü tutamadığı gibi, bu doğrultudaki ısrarını sürdürün devlet adamları da yerlerinden edilmiştir.”

“- Hayda!..  Kimmiş bu ısrarı sürdürenler?” diye merak ettim de, şu cevabı aldım:

“1937 yılında İsmet İnönü’nün  yerine Celal Bayar’ın Başbakan oluşunda böyle bir alt yapı bulan tarihçiler vardır.”

Çok uyduruk bir cevap gibi geldi bu bana. Eğer İnönü gerçekten bunun için istifa etmek zorunda kalsaydı Başbakanlıktan, çok değil, bir yıl sonra Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkıp da orada “Millî Şef” olarak 12 yıl oturunca yapardı bu işi.

Dr. Akçam’ın toprak reformunun yapılmamasını böyle çürük bir nedene bağlamasına üzüldüm. Gerçeğin bu olmadığını o da çok iyi bilir çünkü.

Bilim adamları ve aydınlarımız, şu ya da bu nedenle gerçeği söyleyip yazmaktan korktuklarında, hiç değilse yalan yanlış şeyler anlatarak halkımızı aldatmasınlar; diyorum ben.

Sıradan bir yurttaş olarak bile, bunu istemek hakkım değil mi benim?

 

 

 

           (*)  Trakyadaki Işık Kepirtepe Köy Enstitüsü, Hazırlayan: Kemal Kocabaş (YKKED Yayınları,

                  İzmir, Nisan 2013)

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..