Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

E-günlük şarkı sözü yazdı

Şarkı sözü yazarlığına soyunup (evet tam soyundum, üzerimde parça kalmadı) Yeni bir şarkı sözü yazdım. Fena olmadı ama sanki çalıntı gibi oldu... Olsun yine de güncelliğiyle güne damgasını vuracak gibi. Bu yaz bütün mekanlarda bir numara olacağına iddiaya girerim. Şimdiden telif hakkı için kapımı aşındırmaya başladılar. Yazdığım şarkı sözünü kime vereceğime daha karar vermedim. Eğer çok ısrar eder ve iyi para verirse Beyonce'a verebilirim diye düşünüyorum...

Dam üstünde unları yer,
Tombul tombul keneler,
Tavuklar baş kaldırmış,
Kavuşmuyor fareler,
Görüşmüyor pireler.
Tombul tombul keneler, tombul tombul keneler. (hey hey hey)

BBY (Bu Blogların Yazarı)
(domuzlarla konuştum "abi bizi bulaştırma bu parçaya" dediler. Fikirlerine saygı duyuyorum)

Merhaba e-günlüğüm; Bu şarkı sözünü yazma ihtiyacı hissettim çünkü işgal orduları dükkana kadar girdiler. Sabah Linda ile iş yerine geldiğimizde üç adet kene ile karşılaştık. İyi tanırım keneleri. Taktiklerini ve davranış biçimlerini iyi bilirim. Onlarla yaşamım evliliğimden daha fazla sürdü. Evliliğim bitti ama onlarla olan beraberliğim halen devam ediyor. ABD askerleri gibidir bunlar görünen üç tane varsa görünmeyen üç yüz tane vardır. (işgalci taktiği) Zira bu kenelerin aptal olduğu kesin. (yine ABD ordusu gibi) Bir tanesini Linda'nın üzerine koydum, "bana mısın" demedi. Peki ne dedi? O aramızda kalsın. (geyik yapma oğlum, bıktım senin bu cümle arası esprilerinden) Devam ediyorum. Kene kardeş, Linda'nın onu ömür boyu besleyecek dişi, kadınsı vücudunu bile umursamadı. İşte o an karar verdim. "İçgüdüleri körelmiş, yaşama arzusu kalmamış, hayata bakışı çökmüş olan bir kenenin bu dünya'da yeri yok" deyip ona ötenazi hakkı tanıdım. Bir kabın içine "tiner" koyup keneleri içine attım. Ölmek istemiyorsa çıkbileceğini ama, ölmek istiyorsa çıkmamasını söyledim. Çıkmadı...

E-günlüğüm; Şimdi sana sorsalar: "elinde "karın tokluğuna" çalıştıracağın 111 bin kişi var ne yaparsın?" diye, eminim iş adamlarından dudak uçuklatacak projeler çıkar. Ne fabrikalar, ne üretim tesisleri, ne atölyeler kurulur. Bütün dünya'ya İhracat yapılır...

Biz ne yapıyoruz? Vergilerimizle, yardımlarımızla ve fonlara aktardığımız paralarla bunları evcil hayvan besler gibi, dört duvar arasında besliyor, yediriyor, içiriyor, bakıyor, yatacak yer temin ediyor, güvenliklerini sağlıyor, krallar gibi bakıyoruz. Üstelik de bu işi yaparken bir sürü çalışana yine vergilerimizden, fonlarımızdan maaş ödüyoruz. Karşılığında da hiç bir şey istemiyoruz... Açıkca devletimiz "amme" hizmeti yapıyor... Kim veya kimler kene anlamadık gitti. Birileri kanımızı emiyor ama kim?

Yine Merhaba e-günlüğüm; Cezaevleri tıklım tıklım! Türkiye'deki 384 cezaevinde 104 bin 872'si erkek, 3 bin 998'si kadın ve 2 bin 839'u çocuk olmak üzere toplam 111 bin 709 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. (ntvmsnbc) Cezalandırılıyorlar mı, ödüllendiriyorlar mı karar vermek zor. İçerisi rahat olmalı ki, bazı suçlular özellikle kış aylarına yaklaşırken içeri girmek için suç işlerler... Ne suç işleyeceklerinide bilirler. Tam dört ay içeride kalacak kadar suç işler, kışı sıcak bir ortamda "ekmek elden, su gölden" geçirir yazın yine suç işlemek üzere çıkarlar.

Çalıştırın kardeşim şu adamları, bir şeyler üretsinler. Biz suç işlemediğimiz halde günde on saat çalışıp didiniyor, donumuzun içine kadar terliyoruz. Bütün zorluklarla karşı karşıya geçinmeye, karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Adam suçlu ise, en büyük ceza o'na bir şirket kurup başına oturtun. Geçinmeye çalışsın. Ay başı gelen, elektrik, telefon, su, doğal gaz, internet faturaları, kiralar, giderler, bina masrafları o'nun bir daha suç işlememesini sağlar... Ömür boyu hapis cezası hapishanelerde değil, gerçek yaşamın içinde...

Dün akşam da bu olaya sinirlenip yine bahçede bira içtim. Yaz akşamları soğuk bira iyi gidiyor. Ev sakinleşti, oğlum, Joker 'le birlikte annesine gitti. Kız arkadaşım da babasına gitti. Boss ile başbaşa bahçe keyfi yaptık. Ağaçlar, kuşlar böcekler, çiçekler özlemişler beni. Fareler doğurmuş onları bile görmemişim. Dün gece yuvaya ekmek kırıntıları koydum. İyi beslensin keratalar, ileride virüs falan kapmasınlar...

Dün bütün iş yeri sahiplerinin yüzü gülüyordu. İşler tıkırında idi. Öğrenciler karnelerini alıp dağıldılar yaylaya, şey pardon sokaklara, caddelere demek istedim. O biçim (ne biçim?) alışveriş yaptılar anne ve babalarının paraları ile. "Çocuk krizden anlamaz" derler. (ben derim) İşte krize çare: Okulları kapatın, gençler bol bol gezip eğlensin, gençliklerini yaşasınlar ve biz de onlara para yetiştirmek için soygunlar yapalım ayyyy pardon, "çalışalım" diyecektim...

Öğle yemeğimin ardından yine servislere devam ettim (cumartesi hareketliliği) Öyle devam ettim ki akşam olmuş halen devam ediyorum. Hızımı alamamışım. Sonra iş yerine gelip Patlıcanlı semizotu yemeğimi yedim ve üzerine fırından aldığım bayat tatlı çöreklerle yaptığımız tatlıyı yedim. Güzel olmuş. Afiyet olsun. Üzülme e-günlüğüm, bir gün sen de yersin.

Yarın yazışamayacağız çok üzgünüm. Dinleneceğim. Kim tarafından dinleneceğim acaba? (ayyy şu soğuk esprileri yapmasan çatlarsın) Pazartesi dünya ve insanlar yok olmazsayazışırız. Hoşçakal

Biliyor musun: Yiyeceklerin ağzımızdan midemize ulaşması yedi saniye sürer miş...

Çirkin söz: ''Malını it, bağrını bit yer..." Anonim (şu hayvanları bari deyimlere karıştırmayın canım.)

Güzel söz: "Şurada burada güçlü adımlarla yürümektense, doğru yolda sekerek yürümek daha iyidir..." Augustinus

 
Toplam blog
: 512
: 549
Kayıt tarihi
: 06.02.08
 
 

Bir varmış, bir yokmuş... Sağlık, huzur, mutluluk. Başka hiç bir şeye önem vermem bu hayatta. Bu yüz..