Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Eczacılar direnirken, ülkede gezinmek!...

Eczacılar direnirken, ülkede gezinmek!...
 

Yaklaşık yirmidört bin eczanenin ve on binlerce çalışanının yeni sağlık politikalarına karşı haklı bir direnişe geçip, bir günlük kepenk kapatma eyleminin başladığı günlerde, SGK' da bu demokratik eyleme, politik bir tavırla yaklaşarak, direnişi kırmak amacıyla, kepenk kapatan eczanelerle çalışmayacağı tehditini ortaya atıyordu!...

Onbir milyar dolarlık ilaç pastasından eczanelerin yaklaşık %4'ü en yüksek cirolarla aslan payı alırken, görece en iyi cirolu diğerleri de, ortalama 300-400 bin dolarlık cirolarla ticaret yapmaya çalışıyorlardı... Eczacı yurttaşlar, kurumsal reçetelerde düşen kar marjları ve tahsilatta karşılarına çıkan uzun vadeli ödeme ve bir yığın yeni bürokrasiyle canlarından bezdirilmiş vaziyetlerde yaşam savaşına devam ediyorlardı... Onlar bu sıkıntılı durumlara bir de devletten zamanında ödeme alamayıp, banka kredisiyle bu adaletsizleştirilen ticarete direnmeye çalışırken, Avrupa kıtasının en eczacısı bol ülkesinde, fakülteler eczacı üretmeye devam ediyordu!...

Sağlık hizmetinin mutemeti ve finansörü durumuna düşürülen bu kahraman eczacı yurttaşlar, şimdi de, ''Kahraman eczacı, süper eczane market zincirlerine karşı'' durumuna düşürülmek isteniyordu!... Bir de medyada sanki, eczacılar büyük kar ediyormuş havası yaratılıyor, ''bak demek ki bu fiyatlarla da ilaç satılabiliyormuş, adamlar ne biçim para kazanıyorlarmış!... '' izlenimi uyandırılıyordu!... (İlaç sektörü dünyadaki üç büyük sektörden biriydi ve bu büyük pazarda ilaç fiyatlarını denetleyen sadece büyük ilaç tekelleriydi... Ve gelişmekte olan ülkelerde ilaç harcamalarının toplam sağlık harcamalarındaki payının %20-40 arasında olması dikkat çeken bir konuydu ki bu batı ülkelerinin yaklaşık iki katıydı!.. ) Ve Türkiye'de eczacılar, bakanlığın saptadığı fiyatlarla ve en ucuz fiyatlı muadil ilacı %20'leri bulan iskontolarla halka vermek mecburiyetinde oldukları için, kurumlardan elde edilen kazancın büyük kısmı da, uzun vade ve banka kredileri içinde içinde kaybolup gidiyordu!... Ancak iyi noktalarda, perakendesi güçlü olanlar bu sektörde karlıllık açısından daha şanslıydı!... Ancak, birçok eczacı yurttaşın çay ve simite talim edeceği günler de, bu terbiyeden uzak, acımasız politikalarla, yakın gibi görünüyordu!...

Tanzimat'tan bu yana batı marifetiyle, bu ülkede zorla üretilen kapitalizm, bir türlü aydınlanamayan sokaklarda ehlileşmemiş haliyle kol gezerken, Ukranya buğdayından yapılmış, ''İstanbul Simiti'' de, her ne kadar şekil değiştirip, özüne yabancılaştırılsa da, bir hesapla saraylarda ağırlanıp, konuk ediliyor, ''Simit'' olarak hamburgere karşı garip bir direnişi de simgeliyordu!...

Ve bu arada, bizim gibi hamur seven ancak su ürünleri tüketimine de önem veren Koreliler, OECD sıralamasında otuz ülke arasında, okuma ve bilim alanında ilk sıraları paylaşırken, Türkiye'de son sıraları paylaşıyordu!...

Bir beş yıl daha, özellikle bizim gibi ülkelerin ağırlıklı sırtında taşıyacağı söylenen bu global krizle Kurban bayramına da girip , bol kanlı ve kazalı bir şekilde çıkmıştık... Ve sanki ülkede son üç yıldır durgunlaşan ekonomi, ülkeyi yönetmeye çalışanlarca küresel krizin yatağında bir akışa bırakılmıştı!... Ülke ekonomisi ve siyasetinde açtığı derin yaralar kendini artık bariz bir şekilde göstermeye başlıyordu... Başlıyordu da, biz, kendimiz olarak neler yapıyorduk?...

Dini bütün bir orta sınıfın, kurbanlık alımlarında, kurban tacirlerinin, muhtelif kredilendirme tekliflerine karşın, kurban alışverişlerinde önemli düşüşler vardı!... Bu düşüşler kadar, ülkedeki işsizliğin OECD ve Avrupa ortalamasının üzerinde olması ve dolaylı vergilerin tavan yaptığı bir ülkede, yeni maliye bakanı Mehmet Şimşek'in ülkede vergi yükü ve vergi oranlarının çok da yüksek olmadığına dair veciz açıklamaları ne gibi anlamlar içeriyordu?... Ve küçük ve orta ölçekli işletmelerden bu realite içinde yağ çıkartmaya çalışan keyfilik sınırlarını zorlamaya başlayan vergisel cezai yaptırımları , neden, hele hele bu ekonomik durgunlukta, bu yaraya tuz biber ekmeye devam ediyordu!...

Dükkanı nı siftahsız kapatan küçük esnaf, bu mali piyangonun kendilerine ne zaman vuracağı endişesini taşıyor, maliyede kodlanmış mükellef sayısı ilginç bir şekilde her gün artıyor, emeğiyle çalışan ve krizden dolayı işini kaybetmek korkusuyla yaşayan insanlarımızın sayısı da her gün çoğalıyordu!...Maliye de , her zaman kullanılan kolaya kaçma yöntemiyle, kamu açıklarını kapatmak için bu ülkede bir türlü üretilemeyen, adil bir vergi politikasının eksikliğinin de etkisiyle, ÖTV ve dolaylı vergileri daha da fazla salarak işin içinden çıkmaya çalışıyor, dişini geçirebildiği mükelleflerden de, bu çarpık vergi sisteminin açıklarından yaralanarak, yasal yöntemi tartışmaya açık bir şekilde vergi toplamaya çalışıyordu!...

Hukuksuzluğun ve dolayısıyla adaletsizliğin bir ''life style'' olduğu ve ''duruma göre affetmeyi sever '' , envai çeşit aflarla ilgili politikaların her dem taze üretildiği ülkemizde, yerelde, insanlığın ilerlemesine Cynaobacteria'nın zerresi kadar bir katkı sunamayan insanların politika yaptığı zamanlarda yaşadığımız da, ayrı bir gerçekti!...

Gelirden, servetten ve harcamadan alınan bu vergilerin, mükelleflerin sosyal durumlarını ne düzeyde etkileyebileceğine dair bir çalışma da söz konusu oluyor muydu?... Örneğin eczanelerle ilgili üretilmeye çalışılan sağlık politikalarının, hedefte olan(!) , olası zincir eczane tahayyüllerinin, o mükellefler üzerinde yaratacağısosyal ve mali sıkıntının, örneğin; maliyenin ilgi alanına girmesi söz konusu muydu?... Son yirmi yılda, ilaç sektöründeki tekelleşmenin zirve yaptığı bir yeni dönem yaşanıyordu..., Ve bu sağlık politikalarıyla, önemli bir kısmı ihtimalen mesleği terk etmek zorunda kalacak bir kesim eczacı orta sınıf yurttaşlar ve onların çalıştırdığı işsiz kalacak insanlarla ilgili bir AB'ye bir uyum düzenlemesi yapmak da söz konusu muydu!...

Sahi, ABD ya da AB, gerek vergi sistemlerini ve gerekse üretimlerini, örneğin; sanayilerini korumak için, ne tür politikalar ve bunu hangi sosyal ve ekonomik gruplarla birlikte üretiyorlardı?... ( Bak: www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/abd.doc )

Devletin ve dolayısıyla milletin egemenliğinde bir şekilde de olsa olan, ağır sanayi ve hizmet üreten büyük işletmelerin gene bir şekilde özelleştirilmesine rağmen, bunların bu ''özel'' halleriyle ülke üretimine yaptıkları katkı düzeyinde önemli bir artış var mıydı?... Eskiden hiç olmazsa kar olarak ülkede kalan bu paralar, şimdi ülke dışına kayıyor da, bu büyük alışverişin sonunda bize ne gibi artılar kalmış oluyordu?... Bu özelleştirmelerden gelen bu büyük paralarla devletimiz, batıya hiçbir zaman bitmeyecek borç faizlerini ödemenin yanında, ülkenin geleceği için acaba ne gibi büyük yatırımlar yapmıştı?...

Yeni Dünya Düzeni'nin bir şekilde ortaya çıkardığı bu bunalımdan, ülkenin kendi iç dinamikleriyle en az hasarlı bir şekilde nasıl çıkabilebileceği konusunda, bayramlık düşüncelerimi sandıktan çıkarmaya başlarken, birden aklıma, geçen hafta dış satımla ülke ekonomisine bir katkı sunmaya çalışan sanayici iş insanlarımızın katıldığı önemli bir toplantı geldi...

O toplantıda dış satımla ve dolayısıyla üretim ve de ülke ekonomisiyle ilgili önemli sorunlar bir anlamda masaya yatırılmaya çalışılırken, hükümet, merkez bankası yöneticileri, sanayici ve dış satım insanları konuya farklı alımlamalar ve fakir yorumlarla yaklaşıyor; içlerinde hakikata en yakın olarak bilimsel bir çerçevenin içinden bakan merkez bankası yönetimi yaklaşabiliyordu!...

1990'lı yıllarda Türkiye'nin ilk ofis marketler zincirinin kuruluşuna katılmış ve ürün yöneticisi olarak Çin, Tayvan ve Kore'yi kapsayan bir iş gezisine çıkmıştım... Seul merkezinde bir kule binanın altında beş kat aşağıya inen yaklaşık 10.000m2 lik bir kitabeviyle karşılaşınca şoka girmiştim... Her kat farklı konularda kitaplarla donanmıştı ve içerisi bir arı kovanı gibiydi!... Genç yaşlı yüzlerce insan kitapları inceliyor, öğrenciler yere oturmuş not alıyor, kasalarda kuyruklar oluşuyordu!... Yanımdaki genç arkadaşıma, ''Bak Süer, bu Kore'nin gerçek alt yapısı işte , '' dedim!... Ben böyle bir kitapevini ne Avrupa'da ne de Amerika 'da görebildim... Başbakan yardımcısı sayın Ali Babacan, Kore ile Türkiye'nin arasında pek fazla fark olmamasına rağmen, bizimle arayı açtığını söylediğinde, ''o farkı'' göremediğini anladım... Çünkü Kore'deki farkın en önemli temel unsuru, kanımızca; ''İnsan sermayesi'' ve insana verilen değerdi!...

Ve bu gün yaşam haklarını savunmak zorunda bırakılan onbinlerce eczacı yuttaşımız da, bu ülkenin hakkıyla değerlendirilemeyen, insan sermayesinden önemli bir birimdi!...

4.aralık.2009 / Perpa

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..