Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Dersim İsyanı ve Dersim gerçeği...(II)

Dersim İsyanı ve Dersim gerçeği...(II)
 

''Dersim Duruşması'' / Elazığ


Dersim yüzlerce yıldır her türlü, baskı, sürgün ve kırımdan kaçanların sığındıkları, aşiret ağırlıklı komünal yaşamın etkin olduğu, karmaşık etnik bir yapıya sahip doğal bir korunak olmuştu... Türkmenler, İraniler, (Babailer ve Safevi kızılbaşlar...) Ermeniler, Zazalar, Kürtler, Asuriler ve Araplar... Yüzlerce yıl bu bölgede yaşayan Ermeni kökenliler dışında(!), son Ermeni kırmından kaçan 40-50.000 Ermeninin kimliklerini saklayarak, Dersim bölgesine, yerel aşiretlerle birkaç çatışma dışında, rahatça yerleşip kaldığı, onların dinsel kimliklerine büründükleri ve bölge halkınca insani bir şekilde korundukları söylenir!...

Zazalar üzerine sosyolojik çalışmaları olan Hasan Reşit Tankut (1891-1880) bir mülkiyeliydi.. Onun yaşamı ve yapıtları, ''yeni cumhuriyet ideolojisini '' anlamak isteyenlere bir ışık tutabilir!...

Atatürk 1925 yılında, onu doğuya, Dersim'e araştırmalar yapmak için onu gönderdi!... Onun gizli raporlarındaki yorumuna göre, Anadolu tarihini anlayabilmek için Ermeni Alevi ve Kürt sorunlarını bir arada ele almak gerekiyordu!...

Alevi Zazalar konusunda şu ifadeleri kullanıyordu:

Bunlarda mezhep ve ibadet dili Türkçe’dir… Bu mecburiyettir ki Alevi Zazalık asırlardan beri ihmal edildiği halde Türklük’ten pek de uzaklaşmamıştır. Dersim Alevileri arasında cevap istememek şartiyle Türkçe meram anlatmak mümkündür. Şayanı nazar ve esef olan nokta şudur ki 20-30 yaşından yukarı yaşlı her fertle Türk dili ile mütekabilen anlaşmak ve dertleşmek mümkün olduğu halde… 10 yaşından küçük çocuklarda ise Türk diline rastlamak imkânı kalmamaktadır. Bu netice, Dersim Alevi Türkleri’nin de benliklerini kaybetmeye başladıklarına ve ihmal edilirse günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilemeyeceğine delildir.”

Onun yorumuna göre, bu isyankar kimlikli Alevi Zazalar, Kızılbaşlığa itikad eden, kademe kademe Zaza'laşmış, Türk kökenli insanlardı!...

Jandarmanın, o 1930'lu günlerde yaptığı gizli bir çalışmadaki bir yorumda, Alevilerin her yerde hıristiyanların en yakın dostu olduğu, benzer rituellere sahip oldukları, ocak başlarında muhabbet eden insanların arasındaki bir hıristiyanın hiç de yabancı sayılmadığı ve belki de bir çeşit itizal (akılcılık) yolu olan Gregoryanlığın, başka Hıristiyan mezheplerine göre Aleviliği daha ziyade okşayabildiği için üstün tutulduğu söylenmektedir!....

 

Atatürk Sevr Antlaşmasını altedip, yürürlükten bir anlamda kaldırtırken, Lozan'da Musul Sorunu'nu çözemese de, gene de Lozan'dan ülkenin siyasi geleceği için çok önemli, görece bir başarıyla çıkmıştı!... Artık kuracağı cumhuriyet, o günkü Balkanlar, İtalya ve Almanya örneklerinde olduğu gibi; tek devlet, tek millet ve tek dil üzerine kurulacaktı... Asker-sivil sert bir otorite, merkezi bir yönetim, yer yer şövenizme kaçan bir ruh hali ancak ne tam milliyetçi, ne islami, ne liberal, ne demokratik, ne avrupalı ne de asyalı; biraz da şartların zorladığı, bir yapı!... Ve onun zamansız ölümüyle yeni yasal ve demokratik değişime de karşı duran!... Merkezdeki asker-sivil bürokrasinin ve onun elitlerinin etkisinde yürütme ve yargı ve yarattıkları yeni ulusal burjuvazi ve de kapitalist elitlerin ve işbirlikçilerinin ağırlıklı denetiminde bir ekonomi!... Ve bu yapı seksenaltı yıldır, iktidarlar değişse de, tüm sıkıntılarıyla bu günlere kadar gelecekti...

Alpdoğan Paşa, bir araya getirdiği aşiret reisleriyle yaptığı toplantıda, tüm silahların ve birkaç çıbanbaşı kişinin teslimini ve Dersim'de daha önceden planlanmış, yapılması istenen ıslahatlara karşı çıkılmamasını, eğer karşı çıkarlarsa çok kan döküleceğini bildirmişti!... Dersim'deki Kuzey Dersim aşiretleri toplantıda sessiz kalıp, itaatkar görünseler de bu talebi kendi ölüm fermanları gibi gördüler!... Bu istekleri kabul etmediler. Ankara'yla köprüleri attılar!... Karakol basılıp, bir askeri birliğin tümüyle öldürülmesi ve stratejik bir köprünün yıkılmasıyla, merkeze resmen başkaldırdılar... Sonu acımasız ve çok kanlı trajik bir şekilde biten, planlanmış bir şekilde hava desteğiyle, isyancı aşiretleri yok edip diğerlerini de sindiren büyük bir askeri harekat ve 1946 affına kadar süren direniş de başlamış oldu...

Hasan Pulur, 2007 yılı Aralığında , Başbakan İnönü'nün 1935 yılının 21 Ağustos'unda, Cumhurbaşkanı Atatürk ve hükümete söylediklerini, yorumlayarak, işlediği konuyu, şöyle açıklıyordu :

"Vaziyeti az zamanda toparlayacağımıza, düşünülen tedbirleri tatbik edebileceğimize inanıyorum. Asırlık eksiklikleri düzeltmeye çalışmakla müteselli olabiliriz."

Başbakan İsmet İnönü bunu ne münasebetle yazmıştı?

Bu cümle, ileride çok meşhur olacak, açıklandığı için değil, belki de açıklanmadığı için meşhur olacak "gizli rapor"un son cümlesiydi.

İsmet Paşa, Atatürk'ün emriyle, 1935 yılında Doğu ve Güneydoğu illerinde bir geziye çıkmış ve gördüklerini, izlenimlerini Atatürk'e hükümete bir raporla aktarmıştı.

* * *

Bu rapor, uzun süre devletin üst katlarında "çok gizli" damgasıyla yatıp uyudu.
Uykudan uyanışı, ortaya çıkışı Saygı Öztürk'ün gazetecilik başarısıdır. (x)
Raporun tümünü okursanız, İsmet Paşa'nın endişelerini görür, burnunun ucunu göremeyen devlet adamları (!) yanında İsmet Paşa'nın geleceğe dönük tahminlerini "sanki birer kehanetmiş" gibi değerlendirebilirsiniz.

* * *

İSMET Paşa Doğu'dan ve Güneydoğu'dan her zaman endişelenmiştir, Metin Toker'e göre Celal Bayar ve arkadaşları 1946'da Demokrat Parti'yi kurarken, onlara "Doğu'da parti teşkilatı kurmayın" demeye gelen tavsiyelerde de bulunmuştur.

İsmet Paşa'nın raporunda bulunan şu cümle dahi, onun endişelerinin ne kadar yerinde olduğunu ve geleceği isabetle değerlendirdiğini göstermeye yeter.
Peki, İsmet Paşa, o gün neleri görmekte ve ilerisi için neleri öngörmektedir:

"Türkler ile Kürtler aynı okulda okumalıdır. Bu, Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.

Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.

Düşman unsurlar içinde saldırgan olan teşkilat Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat subayları bunları çeteler halinde memleketimize saldırtmaya muktedirdirler.

Erzurum'un kalkınmasını az senelerde temin edebilirsek, kuzeyde hududa karşı, içeride Kürtlere karşı sağlam bir Türk merkezini kurmuş oluruz.

Erzincan'ın Kürt merkezi olmasıyla, Kürdistan'ın meydana gelmesinden kaygılanmak yerindedir."

Bunlar İsmet Paşa'nın öngördüklerinden birkaçı, bir kısmı umumi müfettiş Abidin Özmen'in yazdıkları...

İsmet Paşa'nın raporu siyasi önlemleri belirtmiyor, sosyal ve ekonomik durum hakkında derin ve isabetli teşhisleri var.

* * *

HANİ "Devletin malı deniz, yemeyen domuz oğlu domuz" tekerlemesi vardır ya, alın bir örnek, hem de 1930'lı yıllardan.

Murgul bakır işletmesinin imtiyazını İngilizler almış, işletmişler, savaş bitince İngilizler gitmiş, işletme ortada kalmış. Hiç kimsenin aklı burayı işletmeye yatmamış, lakin soymakta herkes yarışmış.

İsmet Paşa şöyle der:

"Buranın hali bir trajedidir. Bugün hiçbir işe yaramayan enkaz yığını halindedir. 22 milyonluk servetten kalan tuğlalar, bacalar ve bazı duvarlardır."

Peki, bu tahribatı nasıl yapmışlardır?

Koskoca tesisi söküp hurda demir fiyatına satmışlardır.

İsmet Paşa anlatır:

"Mal müdürü müzayedeyle hurda demir satar, tahsildar 200 ton demir alır. İstanbul pazarında 2000 ton makine enkazı, hurda demir olarak satılmış. Nüfuzlu adamlar bu marifeti senelerce yapmışlar. Bizim devrimizde bu şeylerin olabilmesi insanın kanını dondurmaktadır."

İnsanın soracağı gelmez mi?

"Peki Paşam, siz bunları görüp yazdığınıza göre, soygunlara ne yaptınız?"

İzmir suikastında salkım salkım adam asarken bu yağmaya ne yaptınız?

Kanınızın donmuş olması yetmiyor ki!

* * *

İSMET Paşa'nın , raporu iyi niyetle bitiyordu:

"Asırlık eksiklikler düzeltilmeye çalışılacaktır."

Düzeltildi mi?

Eğer düzeltilseydi, önlemler alınsaydı 70 yıl sonra Kandil Dağı'nın tepesine "Türk Hava Kuvvetleri'nin en büyük taarruzu" yapılır mıydı?...''

(x) İsmet Paşa'nın Kürt Raporu, Doğan Kitap.

Savaş dönemlerinde, yukardaki yazıda da ifade edildiği gibi, bürokrasi ve eşraftan bir kesimin gaddarlıkları, rezillikleri, ahlaksızlıkları, gasp ve yağmacılıkları bir yana da, peki ''bu asırlık eksiklikler'' neydi, neler olabilirdi?...

Ortaçağ Azerbaycan tarihi uzmanı, Azerbaycan'lı Prof.Oktay Efendiyev; Şeyh Safiyyüddin İshak Erdebili'nin (1202-1334) Zahediye'den geliştirip kurduğu Safeviye tarikatının askeri ve siyasi sinerjisiyle, torunu Şah İsmail'in devletleştirdiği ve XVI.-XVIII. Yüzyıllar arasında İran'a doğrudan egemen olan Safevilerin, bir Kızılbaş Türk devleti olduğunu söyler!...

Bu gün Dersim'de , o yıllarda ölen ataları olan Kürt ve Zaza kökenli yazarların şöyle bir yaklaşım içinde oldukları gözlemlenir:

Bir kesimi Şeyh Said'in Seyyid Rıza ile ittifaka girememesinde, çok gerçekçi olmasa da, din ve mezhep farklılığının Şeyh Said'in bir tavrıyla ortaya çıkmasında etken olduğunu söylerler!... Ama buna rağmen, Şeyh Said Elazığı alıp, ardından Diyarbakır'ı kuşattığında da, Seyyid Rıza'nın, Kalan aşireti reisi Ali Ağa'dan Erzincan'dan askeri bir güçün Diyarbakır'a gitmesinin engellenmesi için Erzincan'ı kuşatmasını istediğini, kendisinin de Hozat'ı kuşattığını, ordaki tutukluları geri alıp, ardından Pertek ve Bitlis'e inmeyi düşündüğünü, ancak Şeyh Said Palu'ya geri çekilince bundan vazgeçildiğini söylerler!...

Objektif olmaya çalışan diğer bir kesimi de, daha geçmiş zamanlara gidip, tarihsel bir süreci açıklamaya çalışırlar; Safevilerin etkisindeki, Şiilikle karışıp figür değiştiren, Zerdüşt dini ve Batınilikten de etkilenen Kızılbaşlığın ve bundan etkilenen Aleviliğin, aslında İslamla bir ilişkisinin olmadığını, Anadolu Aleviliğinin de İslam dışı bir inanç olduğunu vurgularlar!...

Timur baskınından ve ardından Yavuz'un ( ve onun desteklediği Kürtler'in!...) şiddetinden kaçıp kurtulan Babailer ve Safevi Kızılbaşlar'ın Dersim'e gelip yerleşmeleri ve burdaki eski kültürle harmanlanmalarıyla onlar, Dersim'de yeni bir süreci de başlatmış oldular... Merkezi Diyarbakır'da olan Akkoyunluların siyasi etki alanında da bulunan Dersim, Fatih Sultan Mehmetin 1473 tarihinde Otlukbeli'nde Uzun Hasan'ı yenmesiyle ve onun Diyarbakır'dan Tebriz'e çekilmesiyle bir darbe daha aldı!... Çünkü Dersimli aşiretler bu savaşta Uzun Hasan'ın yanında yer almışlardı!... Zaten Akkoyunlu devleti de sınır olarak, İran, Azarbeycan, Doğu Anadolu ve Mezopotamya'nın önemli bir kısmını denetliyordu...

Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar' ca Teke Yarımadası' na gizlice bu inancı yaymak için gönderildiği söylenen Hasan Halife' nin zaman içinde yaptığı çevre, Anadolu'daki Türkmenlerin ve köylü kesimin ekonomik sıkıntılardan kurtulamaması, salınan vergileri ödeme gücünden yoksun olmaları ve biraz da bu yüzden onları vergiden uzak tutacağını müjdeleyen Şah İsmail'in şeyhlerine otorite olarak biat etmeleri, timarların sipahilerin elinden alınmasının getirdiği yoksulluk ve hoşnutsuzluk ve burda doğan oğlu Şah Kulu' nun Osmanlı'nın zayıfladığı bir süreçte çıkardığı isyan, ilerde Dersim'in de etkileneceği olumsuz bir süreci başlattı!...

Şah İsmail bu coğrafyayı ele geçirmek, yapılan propogandalarla hakim dinsel ideolojiyi de yıkmak ve halkı kendine biat ettirmek isterken, Şahkulu'da, Osmanlıyı bu şekilde bir ''Kızılbaş Hareketi'' başlatarak ele geçirmeye çalışıyordu!... Kazandığı askeri başarılar da bu egemenlik hayallerini destekliyordu!... O padişah II.Bayazit'in öldüğünü ve oğullarının taht kavgası içinde kalıp, devletin zayıfladığını düşünüyordu...

Sonuç olarak, başaramadı ve yenildi; yaralanıp öldü... İran'a çekilmek zorunda kalan Şahkulu'nun başsız kalan kuvvetleri, Şah İsmail'in bölgesinde kervan soyup, halka zarar verip maksadı aşınca, bu kez Şah İsmail tarafından Kızılbaşlıklarına bakılmadan, temizlenip, yok edildi!...

Yavuz Sultan Selim Şah İsmail'i halletmeden bu işin çözülmeyeceğini biliyordu... 1517'de , Doğu seferiyle, Çaldıran'da bu işi bitirdi... Safevi devletini bölgeden çıkardı... 40.000'den fazla Kızılbaşı'da ölüm, hapis ve sürgünle tasfiye etti... Bunların idam ve hapisten kaçabilen bir kısmı da zor ve korunaklı bölge olan Dersim'e sığındılar!... Burdaki biraz daha farklılaşmış Alevi aşiret kültürünün yerel bir senteze oluşmasına da katkı sundular!...

O yörenin yazarlarından Seyfi Cengiz, Dersim'le ilgili çalışmasında şu yorumu yapar:

''DERSİM SİSTEMİ:
OTONOM DERSİM VE DERSİM KOMÜNÜ
Otonom Dersim’de 38‘e kadar birçok aşirette Komün hayatı vardı. Dersim Komünü’nü var eden koşullardan biri beş asırlık İslami kuşatmaydı, bu kuşatmanın dayattığı sürekli savunma ve direniş zorunluluğuydu. Bu özgün koşullar kavranmadıkça Dersim Komünü anlaşılmaz kalır. Dersim’de komünal yaşam tarzı ilkel aşiret evresinden çok bu koşulların dayattığı bir sonuçtu. Müslüman kuşatması altındaki Kızılbaş Dersim, ünlü ütopyalardakine benzer bir ada görünümü sunuyordu.

İç kesimlerde hemen her aşiretin kendi aşiret adıyla bilinen sınırları belli bir bölgesi vardı. Bu bölgede toprak, orman, otlak, mera tüm aşiretin ortak mülküydü. Bu bölgeden taşınan biri evini başka aşiretten birine vermezdi. O aşiretin üyesi olmaktan ileri gelen haklarını devredemezdi. Her aşiretin ve kabilenin kendi içinde bu aynı ortakçı ilişkiler egemendi. Belirli kabilelerin yerleşik bulunduğu köy toplumunda bu aynı model yürürlükteydi...''

Tarih bilimcisi Mustafa Akdağ' da, yukardaki bu 40.000 rakamına şüpheyle yaklaşarak, konuyla ilgili şunları söylemektedir:

"Şah İsmail'e bağlılıkları, sadece dini inanç olma çizgisini aşarak para yardımı, asker olarak gidip ordusuna katılma, kızılbaşlık propagandası yapmak ve Şah'a casusluk etmek gibi yollarla hizmet ettikleri sabit olanlar hakkında kovuşturma başladı; yakalananlar suç derecesine göre ya yerlerinden sürülüyorlar (özellikle Rumeli tarafına) ya da hapis ve idam ediliyorlardı!...

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan Mohaç savaşı sırasında gene Anadolu'da isyanlar çıkarken, Doğu Anadolu'da da Safevilerin saldırılarından dolayı gene kanlı olaylar oluyordu!... Şah İsmail'in başlattığı bu olumsuz süreçden Anadolu Alevileri de büyük ölçüde zarar görmeye başlamıştı... Heteredoks Türkmenler' in Safevilere yönelmesi, Sünni Kürtlerin de Osmanlıya yönelmesi(!), etnik yapıda onarılması zor yaralar açmış, Türkmen babalarını kucaklayan, ordusunda Hacı Bektaş Veli kudsiyetini yaşatan Osmanlı, Şahkulu ayaklanmasıyla başlayan olumsuzluklar içinde Alevileri de karşısına alıp, onlarla sert, uzlaşmaz bir tavır içine girmiştir...

Şah İsmail'de Tebriz'e girdiğinde daha sert yöntemlerle suçsuz 20.000 insanı yok etmiş, gene Sufi ve Sunni kökenli ulema ve bilim insanlarını da katletmiştir!... Gene Sünni ve Türkmen, Akkoyunlu, 40-50.000 insanı kılıçtan geçirttiği söylenir!... Tarih bilimcisi Ira Lapidius, Şah İsmail'in, çoğu Sünni olan İran'da, İslam tarihinde eşi az görülen bir zulümle, 12 İmam Şiiliğini dayatıp, İran'ı Şiileştirdiğini söyler!...

Yukarıda da değindiğimiz gibi, İttihak ve Terakki döneminde de savaş ve kırımdan kaçan bazı Ermeni köylülerinin Dersim'e sığınarak Alevi kültürü içinde saklandıkları ve o kültürle bütünleştikleri de olmuştur!... Ve 1916 yılının martında , I.Büyük Savaş'ın içinde, Osmanlı Doğu Cephesi'nde Ruslar ve işbirlikçileri Ermenilerin kurduğu Ermeni tugayıyla savaşırken, ilginçtir; onların da desteğiyle (!) Ovacık'da , bir mini ''Kırmanci Hükümeti'' kuruldu!...

Bu arada, Kürt Ulusalcıları da askeri ve siyasi gelişmelere karşı ayrı bir bağımsızlık hareketini , Ermenilere öykünerek , İttihak ve Terakki tarzı bir örgütlenmeyle başlatmışlardı!... Osmanlı Genel Kurmayı 16.Ordu komutanı Mustafa Kemal Paşa'yı bu hareketi bastırmakla görevlendirmiş, o da aldığı önlemlerle olayın çok yayılmasına imkan tanımamıştı!... Sonra bu görevi bir başka subaya devrederek, cepheye, emperyalistlerle savaşmaya gitmişti!... O yıllarda Şeyh Mahmut yönetiminde Kürt aşiretleri de, topraklarını korumak için Musul'da İngiliz emperyalistleriyle orantısız bir savaşı yürütmeye çalışıyorlardı!...

Komintern, Anadolu'da gelişmeye çalışan bu devrimci süreci ve karşısında yer alan hareketi şöyle yorumluyordu:

"Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye'nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal'e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir...''

Çıbanbaşı olarak tanımlanan bazı Kuzey Dersim aşiretlerinin cumhuriyet hükümeti nezdinde kendileri hakkında, sonunda olumsuz görüşlere yol açmalarının Yunanlılar'ın Anadolu'ya çıktıkları bir zamanda(!) yapılan Koçgiri başkaldırısı dışında (ki bu başkaldırıyı yapanlar, talepleri yerine getirilmezse, bu başkaldırı hareketini bütün Doğu Anadolu ve Diyarbakır'a kadar yaygınlaştırmakla Ankara'yı tehdit ediyorlardı ve zaten asıl amaçları da Sevr'e dayanarak, Koçgiri, Dersim, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis ve Vanı'ı da içine alan bir Kürt devleti kurmaktı!...) en önemli nedeni; ağırlıklı olarak eski Kürt emirliklerinin soyundan gelen dönemin bazı Kürt aydınlarının soruna ulusalcı yaklaşımlarının yanısıra, bu aşiretlerin geçmiş dönemlerden beri başlarına buyruk, özgür bir yaşamdan yana olmaları, ağalık düzeni içinde merkezi hükümete asker ve vergi vermeden yaşamalarını sürdürme istekleridir!...

Bu yeni kurulmakta olan ve dağılan imparatorluğun Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan oralarda yapılan kırımdan, çok kısa bir zaman önce ve bu kırım sürecinde kurtulup gelen, milyonlarca insanın Anadolu coğrafyasına sığındığı büyük bir demografik hareketin ertesinde, gene de yüzü Batı'ya dönük bir şekilde kurulmaya çalışılan bir ulus devlet için, varlığına tehdit oluşturan(!), devlet içinde başka bir devlet kurma anlayışı, doğal ki kabul edilebilir değildi!...

Bu yüzden benzer nedenlerden daha önce Osmanlı'nın da yaptığı gibi, bu birinci harekatın bitiminde de, Dersim merkezde teslim olmuş ve toparlanmış aşiret bireylerinden onar kişilik(!) 347 aile, batıdaki; Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli gibi illere sürgün ve iskan edilmişlerdir!...

Koçgiri Harekatı' ndan sonra Dersim'e kaçan ve ilginç ve birazda karanlık bir siyasi kişilik olan(!) Baytar Nuri Dersimi ve Alişer' i bölgede koruma altına alan ve ilerde Nuri Dersimi'nin dış devletlerle olan yazışmalarında ''Dersim Generali Seyyid Rıza'' , olarak anılacak Seyyid Rıza, bu insanların bölgedeki aşiretleri ulusal davaları uğruna birleştirme gayretlerine büyük destek verdi... Onların bilgi ve deneyimlerini, kendi siyasi hedefleri için de kullanmayı bildi...

On binlerce sivili ölümü ve bir insanlık dramına dönüşen bu harekatın çıkış noktası, daha önce de değindiğimiz gibi, bir karakolun basılması ve karakol birliğindeki 34 kişinin şehit edilmesiyle ivmelenir!...

Genel Kurmay başkanlığı bölgede yaşayanların anlayacağı farklı dillerde broşürler hazırlayıp, 7.Mayıs.1937 tarihinde uçakla insan yoğunluğunun olduğu çeşitli bölgelere bu broşürleri atar... Bu broşürlerde şöyle bir metin vardır:

"Cumhuriyet Hükümeti sizi şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde bunu anlamayanlar çoktur ki, ona hürmetsizlik ediyor veyahut içinizde bazıları şahsi menfaatlar için sizi kurban vermek istiyor. Cumhuriyet Hükümeti, bu gereği bildiği içindir ki, sizlere son ihtarını yapıyor!... Onun size son şartları şudur: Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet Hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum malacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Bu suretle siz kıymetli vatandaşlarımızdan hiçbirinin burnu kanamayacaktır. Aksi takdirde , yani dediklerimizi yapmazsanız her tarafını sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz. Cumhuriyet Hükümetinin bu son şefkat ve merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk ve çocuğunuzla beraber okuyun, düşünün ve çabuk cevap verin. Yoksa hiç istemediğimiz halde sizi mahfedecek olan kuvvetler harekete geçeceklerdir. Devlete itaat gerekir..."

Komintern, 17.Ağustos.1937 tarihli resmi yayın organlarında; 1930 yılı isyanının da arkasında da, Sovyetler'e karşı bir savaş üssü(!) olarak hizmet vermesi için bölgede bir ''Kürt Devleti'' nin kurulmasını isteyen İngilizlerin varolduğunu, bir makaleyle yayınlar... Ancak Dersim isyanında doğrudan böyle bir şeyin varolması söz konusu değildir.. . Gene de kuşatma ve hava bombardumanı isyancıları zor durumda bıraktığında, Seyyid Rıza'nın, Baytar Nuri (Dersimi...)'nin bölgeden çıkıp siyasi bir yardım almaya çalışmasını istediği söylenir!...

12.Mayıs.1937 yılında, 4.Genel müfettiş Korgeneral Apdullah Alpdoğan komutasındaki birlikler, başlayan isyana karşı, maksatını ilerki zamanlarda çok çok aşan(!) ''tedip ve tenkil'' harekatını başlatır. Başkaldırıp, karşı koyan aşiret köyleri yakılıp, yıkılır, gaz bombalarıyla mağaralara sığınan insanlar zehirlenir, ele geçirilen aşiret bireyleri yaşlı, kadın, çocuk demeden makinalılarla taranır!.. Hava bombardumanıyla şiddetle desteklenen bu askeri kuşatma harekatının sonunda; onbinlerce insan kırılıp, canından olur ve önemli bir kısmıda bölge dışına çıkartılır... Harekatın birinci bölümü 17.Eylül.1937 tarihinde sona erer. Seyyid Rıza , oğlu, kardeşi ve yakınları tutuklanır ve bunlardan yedisi başta Seyyid Rıza ve oğlu olmak üzere hızlı bir şekilde yargılanıp, Atatürk Elazığa gelmeden acilen idam edilir!...

Onun idamından sonra da devam eden direnişler, 1938 yılında gene bir başkaldırıya neden olur. 1938 Haziranında, bölgeyi boşaltmamak için direnen Keçel, Koçal, Körabbas ve Bal aşiretleri de direniş gösterir!... Ve bu direnişler, daha da sert bir şekilde büyük kırımlarla Eylül 1938'de bastırılır ve sürgünler de devam eder... Yüksek dağlara çekilen Demenan aşiretinden geriye kalanların silahlı direnişi, üç-dört yıl daha sürer!... Bölgeye girişler daha önceden yasaklanıp, özel izne bağlanmıştır ki, bölgeyle olan siyasi duyarlılık, günümüze kadar bir şekilde devam ederek gelir!...

Harekat devam ederken Amerikan maslahatgüzarı, ABD dışişlerine , 25.Haziran.1937 tarih ve 288 sıra no ile, aşağıdaki raporu göndermektedir:

"AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ BÜYÜKELÇİLİĞİ İstanbul, Türkiye, 25 Haziran 1937r)

Konu: Daha önce Dersim olarak bilinen Tunceli vilayetinde başgösteren Kürt aşiret isyanı.

Sayın Dışişleri Bakanı; Washington D.C.

Daha önce Dersim olarak bilinen Tunceli vilayetinde başgösteren bir takım karışıklıklara yönelik olarak, Başbakan General İsmet İnönü' nün 14 Haziran 1937 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda yaptığı konuşmanın bir tercümesini ekte takdim etmekten kıvanç duymaktayım. Ankara ve İstanbul'da birkaç haftadan bu yana, Dersimde meydana gelen ciddi mahiyette bir ayaklanmayı bastırmak üzere hükümetin ülkenin bu bölgesine önemli miktarda asker yığmakta olduğuna ilişkin rivayetler dolaşmaktadır.

Türkiye'nin doğu bölgesinde yeralan Dersim, yüzlerce yıldır hükümet için ciddi bir problem teşkil etmeye devam ediyor ve son on yıldan bu yana en az dört isyan baş-göstermiş bulunuyor. Dağlık olan coğrafi yapısından ötürü bölgenin erişilmesi güç bir konumda bulunması ve bölge halkının geri kalmışlığı problemin temel hatlarını oluşturmakta. Bu bölgede hüküm süren sert iklim koşulları toprağın işlenmesinde önemli güçlükler yaratıyor. Hırsızlık ve eşkiyalık yörede oldukça yaygın ve yalnız yöre insanları değil komşu vilayetlerde ikamet edenler de bundan etkileniyor. Toplumun sosyal yapısı tipik feodal özellikler taşıyor ve geniş halk yığınlarının hükümetle olan tek irtibatını aşiret reisleri temin ediyor. 1854 yılı itibariyle Osmanlı hükümeti siyasi reformlar getirmeyi denediyse de fazla başarı gösteremedi. Türk hükümeti ekonomik bir açıdan yaklaşarak problemi çözmeye çalışıyorsa da, yöre halkı yollar, köprüler, okullar vs. yapılmasına karşı koyuyor. Kürtlerin yoğun oldukları bu bölgedeki insanlara Türkiye'nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtlerden daha değişik gözle bakılıyor. Zira bunlar, diğerlerinin aksine geliştirilen reform hareketlerine rağmen karakterlerini korumada çok ısrarlı görünüyorlar.

En son ayaklanma, hükümetin, bölgenin sosyal ve ekonomik koşullarını ıslah etmek üzere geliştirdiği reform programını daha önce elde edilmiş haklara tecavüz şeklinde gören liderleri tarafından baş atıldı. Rus yapısı bazı silahların ele geçmesi hareketin komünist kışkırtıcılar tarafından teşvik edildiğini gösterdiği şeklindeki rivayetlere karşı daha yoğun olan düşünce ise, bu silahların Rus ihtilali sırasında bölgeye gelenler tarafından bırakılmış olduğu biçiminde. Bu hareketin Suriyeli kışkırtıcılar tarafından başlatılmış olduğunu ileri süren görüşleri destekleyici kanıtlar mevcut değil. Gerçekte, Dersimde geçerli koşulları bilen ve gelişmeleri iyi takip edenler, bu problemin izahında yabancı güçleri katmıyorlar.

Yerel basına göre ayaklanma, Generalin aşiret reislerini Erzurum'da toplayarak, onlara hükümetin bölgede yol ve diğer şekillerde girişeceği ıslah programını tanıtması üzerine başladı. Müzakereler esnasında aşiret reisleri her ne kadar dostane ve anlayışlı görünüyorlardıysa da toplantıdan sonra, bölgede sahip oldukları iktidarın elden gitmesi tehdidi karşısında, dönüş yolları üzerinde yeralan bütün köprüleri havaya uçurdular.

Bunu takiben hükümete bir ültimatom göndererek Türk idaresine, ancak, Der-sim'de jandarma bulundurulmaması, yeni köprülerin inşa edilmemesi, bölgede yeni bir idari gücün ihdas edilmemesi, silahlarının ellerinden alınmaması ve vergilerini hükümetle kendi aralarında yapılacak müzakerelerde elde edilecek sonuçlara göre ödemelerine izin verilmesi şartlarıyla itaat edeceklerini bildirdiler.

Bu inatçı davranışlar hükümetin enerjik olarak harekete geçmesine neden oldu. Mıntıkaya kuvvet gönderildi ve aşiret reislerine karşı savaş başlatıldı. İsyancıların çoğunun kısa bir süre içinde teslim oldukları iddia edilmekle beraber, reislerden Seyit Rıza adlı biri, adamları ile birlikte ülkenin ulaşılması güç bir kısmına çekildi. Çekildiği mevziler, ismine yukarıda temas edilen, Pilot Sabiha Gökçenin başarılı bombardımanlarına kadar zaptedilmezliğini korudu. Seyit Rıza'nın kendisi ise halen serbest vaziyettedir.

Başbakan, 14 Haziran 1937 tarihli konuşmasında her ne kadar ayaklanmanın bastırıldığını söylemekte ise de, bunun ne derece doğru olduğu henüz açıklık kazanmamıştır. Ayrıca, bu özel olayın kapanma ihtimali olmasına rağmen, bu huzursuzlukları doğuran sebeplerin ortadan kalkması için aylar, belki de yıllar geçecektir. Hükümet, bu bölge halkının bir kısmına Türkiye'nin diğer yerlerine nakledilmekte olduğunu, köprü ve yol yapımı ile ilgili bir programı başlattığını ve bölgeye medeniyetin götürüleceğini ilan etmiştir.

Dersimin, hükümetin karşılaştığı en fazla organize olmuş bir mukavemetin merkezi oluşuna rağmen, genel olarak doğu vilayetleri, sonsuz güçlükler arzeden problemlere sahiptirler ve ülkenin bu bölgelerinde üst düzey yetkililerince birçok teftişler düzenlenmiştir.

Başbakan General İsmet İnönü bir yıl kadar önce bölgeyi gezmiş ve yapılacak çok şey olduğunu söylemiştir. Yine, İçişleri Bakanı ve Halk Partisi başkanı Şükrü Kaya doğu vilayetlerini ziyaret ederek Hükümete bir rapor sunmuştur. Bu raporda Dersim vilayetlerindeki vahim durumun tasvir edildiği söylenmektedir.

Yakın zamanlarda 8-13 Haziran 1937 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Atatürk Erzurum 'a kadar gitmiş ve doğu vilayetlerinin valileri ve askeri yetkilileri ile konuşmuştur. Şüphesiz ki Atatürk onlardan bölgede yaşayan halkın dikkatle gözlenmesini istemiş ve bu seyahat milletin dikkatinin bu bölgelerdeki sorunlara çekilmesini sağlamıştır.

Şüphesiz hükümet, doğuda özellikle Dersim'de nizamı sağlama hususunda yalnız ülkenin iç düzeni bakımından değil, fakat muhtemelen gayrı memnun unsurların komşu ülkelerden gelen kışkırtıcılara yol gösterebileceğinden dolayı da ciddi endişelere sahiptir.

Saygılarımla

G. Howland Shaw

Maslahatgüzar"

İhsan Sabri Çağlayangil anılarında, Seyyid Rıza'nın idam sahnesini şöyle anlatır: '' Seyyid Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu... Ama Seyyid Rıza (kendi dilinde) meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: ''Evladi Kerbelayimi. Be günayimi. Ayibo. Zulimo. Cineyeta!... / Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız. Ayıptır, zulümdur, cinayettir!...'' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap, rap yürüdü. Çingeneyi itti!... İpi boynuna geçirdi!.... Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu ve kendini astı!... ''

Geceyarısıydı ve takvimler, 15.Kasım.1937 tarihini gösteriyordu...

Bir söylenceye göre, gömüleceği yer türbe olmasın diye, cenazesi yakıldı!... Ancak bir başka iddia da, cenazesinin yakılmayıp, bu güne dek açıklanmamış, bilinmiyen bir yere gömüldüğüdür!...

19.kasım.2009 / Perpa, 11:00

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..