Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '13

 
Kategori
Öykü
 

Elmacık kemiğinde öğütülen gün

Köprüdeyim şimdi. Alttan geçen yorgun suyu seyrediyorum. Oltacılar sabırsız bir ifadeyle, kendilerini bekleyen sondan habersiz balıklara bakıyor. Ağızlarını sulandıran eşsiz bir yem tedirgin bir koşturmaca içine sokmuş onları. Bir solucan! Onların sonu, insanınsa zaferi. Küçük bedenlerin midemizde ki yeri neydi bilmem! İnsana bu nefis lezzeti sunan bedenleri kaçımız reddederiz? Onlar yem oldukları için mutlu mudur sanki… Vejetaryenleri kutlamak geldi içimden. Vejetaryen olmaya kaç var?

Köprüde sadece balık tutanlar yoktu. Fotoğraf da çekiyorlardı. Doğanın bize sunduğu güzellikleri makineye aktarıyorlardı şimdi. Kim bilir, kaçı bir dergiye görsel konu olacak?

Balıkların can pazarını ise kimse duyumsamıyor. Aşağıda, olmadığımız yerlerde, bir şeyler ölüyor. Balıklar kendi dünyalarında yalnız, hayatta kalmak için mücadele veriyor, onların mücadelesiyse insanları ilgilendirmiyor.

Sarışın, kıvırcık saçlı bir genç kızdı fotoğraf çeken. Bunu sadece hobi olduğu için yapmadığı her halinden belliydi.

 Sabahın erken saatlerinde insanlar, sadece işlerine gitmek için yoldaydı. Akşamdan kalma yorgunlukları, çökkün yanaklarından aşağıya doğru hızla gidiyordu, bir saat sonra güne başlamak için…

Balık tutanlardan biri yanındakine;

 “Bak!” dedi.

 “Bir şey geldi.”

Ve hızla oltayı sararak çekti. Bir kaya balığı. Minik, hareketli oyuncak gibi... Adam bundan memnun olmadı. E! Ufacık şey onu doyurmaya yetmezdi. Oysa hayalinde kocaman bir lüfer vardı. Lüferi yakalasa bu akşam midesine indirse sonra tekrar yakalamaya gelse. Yakaladıkça insanın iştahı kabarıyordu. Sonra tekrar, sonra tekrar… Ama bu küçük şey onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Sinirlendi. Ve suya geri attı. Kaya balığı atılınca ne olduğunu şaşırdı. Önce suya çarpmanın şaşkınlığıyla hızla sıçradı. Sonra bir daha gelmemek üzere derinliklerde kayboldu. Balık hafızası bu! Bir daha yemi görünce hatırlar mı bilinmez. Ama onu yem yapacak insanlardan ve büyük balıklardan kaçacak bir kaya bulmaya koştu kendi derinlerinde.

Kız insanlara pek aldırmadan fotoğraflamaya devam ediyordu etrafı. Bir kare daha çekti. Ara verdi. Köprüdeki balık tutanlara baktı. Aklından neler geçti? Belki yakalanan balıkları da çekecekti. Neden öldükten sonra fotoğraflayacaktı?

İnsanların:

“Of! Çok güzel balıklar”

Diye iştahlarını kabartmak için mi? Fotoğraf makinesini toplamaya başladı.

Balıkçılar da fotoğraflar istediler. O, Sadece çevreyi fotoğraflamaya geldiğini söyleyerek reddetti. Neden kendilerini bir kez karelemediklerini soran bakışlar altında gitti. İnsanlar, kurmalı oyuncak gibi tekrar başlarını denize çevirip balık tutmaya devam etti. Akşama kadar kim bilir kaç kova dolacaktı? Kimileri için şanslı, kimisi içinde şansız bir gün olacaktı.

Kendilerini bekleyen ziyafetten ağızlar sulanıyordu.

“Of! Yanında rakı.”

Tekrar edecekti her şey. Kısır döngü. Tekrar gelecekler, başka birileri tekrar gelecekti. Hayatlarının bir gününde, akşam yanında kafalarını uyuşturan ve uyuşturduğu içinde keyif aldıkları bir sıvıyla uyuyacaklardı.

Mutlu geçen bu günlerin sonu gelecek. Tabiattaki her şey gibi… Balıkların, bizim midemizde veya başka balıkların midesinde hayatlarının son bulduğu gibi. Biz de bir şeylerin midesinde öğütülecek değil miydik?

Hüzünlü, günlük yapılacak şeylerin telaşıyla gitmeye karar verdim. Köprüdeki martıların çığlıkları, yemek bulmak için hızla birbirlerini itişleri… Daha sonra düşünmek istedim. Denizin yosun kokusunu tekrar içime doldurdum. Uzaklara, uzaktaki kıyılara bakarken ufuk çizgisinin beni uçsuz bucaksız sonsuzluğa yükselttiğini hissettim. Sabah ayazı elmacık kemiklerime vuran akşamın çökkünlüğünü sildi. Elmacık kemiklerinde akşamın çökkünlüğü duran insanlar, tozlanan bedenlerle beraber yürümeye başladı.

“Gürültüye bulanmış hızla hareket ediyorlar”

Dingin geçen saatlerden sonra başlayan kaosun ortasındaydım. Keyif aldığım söylenemezdi.

“Parlayan sabah güneşi yine de bir umut…”

İçimizi ısıtan bu sarı sıcaklık, beni keyifli duygulara itti. Mesela simitçiler…

Birçoğumuzun severek yediği, bir çoğumuzun da sadece karın doyurmak için başvurduğu sabahların kralı simit, balık tutmaya çalışan insanlarla çelişki oluşturuyordu. Canlı yakalanan doğanın parçası ve karşısında acıkan insanın kurtarıcısı… Birbirlerinin yerini tutamazlardı elbet. Karşılaştırıldığında simit sempatik bir yiyecek… Kimse onları canlı yakalayıp ölmelerine neden olamaz ki! İnsanlar ve susamlı iri halkalar… Balık tutanlarla yan yana olduğu için simit tezgahı aklıma getirmişti bütün bunları. İşe gidenler, balıkçılara bakmadan, kesin bir kararlılıkla kısa boylu, esmer simitçiden alışveriş ediyorlardı. Sabahleyin bütün para bozmaktan sıkılan simitçi suratını astı. Öyle ya! Her zaman bozuk nereden bulacak? Hele erken saatler de…

“İnsanlar, bozuk paralarını hazırlasınlar. Zaten evde iki çocukla, bir kadını doyurmak için uğraşıyorum.” Herkese bozuk para yetiştiremezdi ki! Balıkçılardan bir kaçı da acıkmış, kendilerine simit almışlardı. Bir elinde oltaları, diğer ellerinde simitleri… Güneş, sıcak yüzünü daha fazla hissettirmeye başladı. Sıcak, insanların yüzüne tozlu bir şeyler gibi yapıştı. Balıklar da ısınan sudan yorgun, oltalara takıldılar. Tıpkı bizim, yorulmuş beyinlerimizin, bir yerlere takılıp kalması gibi, takıldılar oltalara.

Şimdiden akşamı özledim. Evin dinginliğini… Kalabalığın karmaşık ruhundan kurtulup akşamın koyu ama dingin ruhuna kendini bırakmak… Yaşam bunları istemekten ibaretti sanki. Güneşin enerjisi, suyun üzerinde ışık demetleri oluşturyordu. Ama su yutmak istiyordu onları. Yutup yok etmek. Yalnız bu saatte zor bir istek bu!  Güneş ışınları galip gelecekti. Yorgun su, vazgeçti. Güneşle ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yenilecekti. Doğa, güneşin zaferini istiyordu, suyun değil.

Birden yürümekten vazgeçtim. Merdivenlerden aşağıya doğru indim. Suya daha yaklaştım. Seyretmek istiyordum. Bir çocuk ağlaması çok yakınımdaydı. Annesi yürütmek için çekiştiriyordu. Balon için ağlıyordu. Olta ipleri belki de başka bir şeyi, balonu çağrıştırıyordu onda. Küçük bir çocuk başka ne isteyebilirdi ki! Anne ona söz verdi. Çocuk da, annesinin onu susturmak için söz verdiğini düşünmüş olacak ki, arttırdı ağlamasını. İstiyordu işte! Yok öyle kandırmaca! İsteğini yapmazsa bütün gün ağlayacak görüntüsü vardı. Anne anlamıştı şimdi çocuğu. Bir şeyler söyledi ona. Suyun sesi yutmuştu annenin sesini. Duyamamıştım ne söylediğini. Ama küçük çocuk tedirgin, inanmıştı çaresiz annesine. Hızla merdivenlerden çıktılar.

Gün şimdiden çok sesliydi. Sevinçli ve hüzünlü sesler birbirlerini yutmakla meşguldü. İçinde bulunduğumuz döngü gibi. Kurtulursak, tıpkı denize atılan kaya balığıydık.

Bir gün bıkacaktı bedenlerimiz bütün bunlardan. Ama şimdi çalışma zamanı. Bedenlerimiz isteksizce, bize bıktığını anlatana kadar çalışma zamanı.

Bahçe için gülfidanı alıp karışık bir şekilde ekecektim onları. Onlar henüz yorulmamışlardı. Bende bu işleri yaparken onlardan aldığım güçle çalışıyordum. Suyun enerjisi beni harekete geçirdi. Yavaşça çıktım köprü merdivenlerini.

 Çökkün kemikler bir boşluk oluşturmuştu suratlar da. Boşluklar dolmalıydı. Ölü balıklar sessizce kovaları doldururken, elmacık kemiklerini tamamlamalıydı insanların.

Yine yolda yürümeye başladım. Bu sefer sıcak arttı. Bahçem için istediğim güllerin hayali doldurmuştu beynimi. Arabaların sesini dinlemeden, kendi iç dünyamla barışık fidanları almaya gideceğim dükkâna doğru yürümeye koyuldum. Burnumda egzoz kokusu, beynimin bir köşesinde gül kokusu. Birbirlerine karışsın istemedim. Dükkan dan içeriye girdim.

Balıklar terk ettikleri sudan kovaya doğru, suratlarında buz ifadeyle hareket ediyorlardı. Kurulmuş oyuncak hareketli insanlar, atıyorlardı onları kovalarına. Sadece akşam yiyeceklerini düşlüyorlardı. Ben de bahçemde ki güllerimi.

Dükkandan çıktığımda koyu bir bulut üzerimizde duruyordu. Birden iri iri yağmur atıştırmaya başladı. Ve hızlı bir şekilde arttı. Balıkçılar oltalarını hızla topladılar. Kovanın içindeki balıklar kıpırdandı. Yağmur öyle bir yağmaya başladı ki! Bazıları köprü altına indi. Yağmurun dinmesini bekleseler de, balıklar kaçmıştı. Eve gidip bu sevimsiz yağmuru düşüneceklerdi şimdi. Hayaller suya düştü. Tam da böyle oldu. Bazıları, balıkçıdan balık alıp akşama karılarını kandıracaktı. Kim bilir? İçimden onlara gülmek geliyordu. Mutlu olmuştum. Bir günlük de olsa yorulmuş balıkların ömürleri uzamıştı işte.

“Kaya balıkları!”

 “Keşke!”

 Dedim kendi kendime.

 “Bir şeyler bizi de böyle bir yerlere bıraksa…”

Bir yerlere çarpıp kendimizi çıldırmış hissetsek. Ve yüzsek özgürlüğün derinlerine... Elmacık kemiklerimiz dolsa mutluluktan. Hayaldi ama belki bir zaman diliminde gerçek olurdu. Koşarak vapura bindim, elmacık kemikleri öğütülmüş insanlar arasında bir yer bulmalıydım.

 
Toplam blog
: 16
: 103
Kayıt tarihi
: 08.12.12
 
 

İstanbul doğumluyum. Öykü yazıyorum. İncelikler/ Aşklar adındaki öykü kitabım Kanguru yayınlarınd..