Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Epilepsi

Epilepsi
 

14 yaşındaydım, orta kulak ameliyatı olmuştum ve kavurucu Ağustos sıcaklarında Bağlarbaşı; Üsküdardaki evimizden Cerrahpaşa hastahanesine gitmek zorunda kalıyorduk, pansumanlar esnasında. O zamanlar tıp da, ulaşım da bu kadar ileri değildi. Oldukça iptidai koşullarda gidilip geliniliyor, oldukça uzun saatler hastahane koridorlarında bekleniliyor ve işinizi halledip dönüyordunuz işte. Yine o pansumanlardan birinin dönüşünde oldu ilk bayılmam. Üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen hala dün gibi hatırlıyorum. Otobüse bindik. Önce sesler uzaklaşmaya başladı, sonra görüntüler, önce etraf yemyeşil, ardından kapkaranlık oldu. Gerisini hatırlamıyordum.

Yavaş yavaş sesleri duymaya başladım, uzakta birileri bana sesleniyordu sanki, birileri tokatlıyordu yanağımı hafif hafif gözlerimi açtım ne olduğunu idrak etmeye çalıştım. Annem yere oturmuş başımı kucağına almıştı. "Gözlerini açıyor!!!" dedi birileri. "Tamam, tamam kendine geliyor" diyorlardı. Adamın biri bileğimi tutmuş nabzımı sayıyordu. Üstüm başım sırılsıklam olmuştu. Belli ki su çarpmışlardı yüzüme falan. Kolonyayla karışık su kokuyordum. Saçlarım sırılsıklamdı.

Ve o gün ilk bayıldığımda bu baygınlıkların hayatımın kabusu olacağını, o günden 2003 yılına kadar binlerce kez bayılacağımı, bayılmalarıma teşhis konulamayacağını, önce kulak ameliyatından kaynaklanan bünye zayıflığı olarak algılanacağını, sonrada psikolojik diyeceklerini, fakat onların azalacağı yerde artarak devam edeceğini hatta ve hatta bazen günde iki keze kadar çıkacağını, bayılmalarım için psikolojik tedavi görüp ilaçlar yüzünden 80 kilolara kadar çıkacağımı, ilaçların hiç bir işe yaramayacağını ve bayılmaların süreceğini o hastahane senin bu hastahane benim dolaşıp hastalığım için bir servet harcayacağımı, en sonunda 2003 yılında Türkiye'nin en iyi iki profesörüne gidip EPİLEPSİ teşhisinin koyulacağını ve o günden bu güne bayılmalarımın geçmemekle beraber yarıdan fazla azalacağını bilmiyordum.

Genellikle de aşırı gergin olduğum zamanlarda kontağın kapanması etrafımdaki insanların da yıllarca bana inanmamasına ve rol yaptığımı düşünmlerine neden olmuştu. Bir hastalığınızın olması ve dikkate alınmaması ne acı verici bir durumdur bilirmisiniz? Kendimden nefret etmeye başlamıştım bayılma nöbetlerim geldiğinde. Hastalığımla barışıncaya kadar geçirdiği süreç hayatımın en acı süreci oldu. O benim düşmanımdı keza. Pek çok işimden atılmama, eşimden ayrılmama, akrabalarım tarafından dışlanmama, sosyal hayatımın yarı yarıya hatta daha bile fazla yok olmasına neden olmuştu.

Sinirlenmeyeceksin, yorulmayacaksın, üzülmeyeceksin, gerilmeyeceksin, saatlerce bilgisayar, kitap, televizyon gibi nesnelere sabitlenmeyeceksin, alkol almayacaksın, çay, kahve , çikolata tüketmeyeceksin, kalabalık ortamlarda fazla bulunmayacaksın, uzun yolcuklara çıkmayacaksın, uzun yolda araba kullanmayacaksın filan, filan, filan.

Sinirlenmeyeceksin; hastalığın kendisi sinir yapıyordu zaten. Yorulmayacaksın; bu gün yorulmadığınız bir iş var mı ya da hayat? Üzülmeyeceksin, hayatınızın gerçeği üzüntüler üzerine kuruluysa? Gerilmeyeceksin; yolda yürürken bile önünüzde konuşan iki yeni yetme çocuk ".....na koyiiiim oooolluuuumm o hoca ........cocuğunun teki" diyorsa ".......ha koyiimm" dediği yanında konuştuğu arkadaşı, "....... çocuğu" dediği öğretmeniyse gelin de gerilmeyin. Dikkat edin bakın günde kaç kez tanık oluyorsunuz böyle bir muhabbete. Ve bu çocuklar ottan çıkmadı bir anne, baba çocuğu. Saatlerce bilgisayar, kitap ve televizyon, sizin yaşam modeliniz ve yaşama sebebiniz ise özellikle de kitaplar? Alkol çay kahve çikolata kaç kişinin vaz geçebileceği şeyler? Hadi Alkolü eleyelim, TV yi eleyelim, kalabalık ortamları eleyelim, araç kullanmayı eleyelim. O kadar da insafsız olmayalım doktorlara karşı. Ama onlar derler ki bunardan birini bile yapmayacaksın. Onlar bize karşı daha insafsız değiller mi?

Etrafımdaki insanlar önce inanmadıkları için, sonra hasta birinin sorumluluklarını almaktan korktukları için, daha sonra etraflarında hasta birini görmek istemedikleri için yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Önceleri suçluyordum onları. Sonradan hak vermeye başladım. Dedim ya hem hastalığımdan, hem de kendimden nefret eder olmuştum.

Hayatıma, çalışmama engel oluyordu. Erken emekli olmak istiyordum işim icabı(ofis işi yaptığım için) çalışmana bir engel yok deniyordu. Ama oluyordu işte. Zaman zaman dayanılmaz baş ağrıları şeklinde, zaman zaman sinir ve kontrol edilmeyen öfke nöbetleri şeklinde zaman zaman da bayılma nöbetleri olarak gelip buluyordu. Bir türlü de teşhis konamıyordu. Ne zaman ki Prof.Dr.Ayşin Dervent ile ve Prof.Dr. Korkut ALKAN ile tanıştım ve her ikisi de aynı teşhisi koyup aynı tedaviyi uygulamaya başladı ve bana hastalığımın seyrini anlattı o gün bu gündür eskiye oranla çok daha iyiyim.

Şimdi o ve ben başbaşayız. Ömrümün sonuna kadar beni bırakmayacağını biliyorum. O'nu da tanıyorum artık ne zaman, nerede, ne şekilde karşıma çıkacağını biliyorum ve O'na göre tedbirimi alıyorum. O'nu tanıyor ve svemye çalışıyorum sevmezsem ve üzerne gidersem bana daha büyük kötülükleri olacaktır. Sonucun lüm olacağını bilsem hiç sorun yok fakat ne yazık ki bu hastalık öldürücü değil süründürücü bir hastalık O'nunla dost olmaktan başka çare bırakmıyor insana.

 
Toplam blog
: 167
: 1867
Kayıt tarihi
: 20.04.07
 
 

01/06/1967 Rize/fındıklı doğumlu olmama rağmen doğum yerimi hiç görmedim. Türkiye'nin hemen her ilin..