Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Erdek Yazıları: Blue Moon ve Pezos, Zeytin, Köpük ve diğerleri (IV)

Erdek Yazıları: Blue Moon ve Pezos, Zeytin, Köpük ve diğerleri (IV)
 

milliyet.com


 Bakıyorum, “Erdek Yazıları…” arkadaşlarımız tarafından okunuyor. Tabii seviniyorum. Onun için çoğunlukla size “Blue Moon”da geçirdiğim saatleri aktardım. Erdek’in diğer yönlerine ışık tutamadık. Belki onlara da sıra gelir.

Sabahleyin, gazete ve bilmece faslını bitirdikten sonra çok güzel çayımın tadına vara vara içtiğimi söylemiştim (arada sırada da dudağımı, damağımı da şaklatırım ha..!) . Ondan sonra da Roman faslına geçerim.. Torbamın diğer gözünde bulunan romanımı çıkarırım.

Şimdiye kadar epey bir kitap okumuşum. Gazinoda bir kaptırıp, okuyup gidiyorum.. Okuyabildiğim kadarıyla. Gerisine evde devam ediyorum. Neler okudum..!

Ahmet Ümit’le başladım. “İstanbul Hatırası” bu yıl okuduğum ilk kitabıydı. Ümit bu kitabında  İstanbul’un bir kaç devrini birden inceliyor. Bazı tarihi paralardan başlayarak, roman bir polisiye hikayeye dönüyor ve cinayetler birbirini izliyor. Bu bana biraz Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” kitabını anımsattı. Hava aynı, atmosfer ve mekan aynı… İstanbul. Tarih … aynı tarih… Ahmet Ümit bir bakıma Orhan Pamuk’un kitabından oldukça etkilenmiş ama kendi kitabını yazmış. Öyle sanıyorum bu kitap haklı olarak “En çok Satan Kitap”lar arasına girmişti.

İkinci kitabı da aynı havada, İstanbul, Fatih Dönemi ve bir cinayet soruşturması çerçevesi içinde, Komiser Nevzat’ın yeni bir macerasını kovuşturuyordu.

Bu kitapları okurken hiç sıkılmadım. Çok sevdim. Ama kendine özgü, başeser miydiler, bu sorgulanabilir…

Sonra Orhan Pamuk kitaplarına daldım. “Beyaz Kale”, konusu 17.yüzyılda geçen, Napoli’den gelen bir gemide yakalanıp İstanbul’a getirilen bir gencin İstanbul anılarını gösteren bir kitap. Pamuk’un zor okunan kitaplarından biri.

Orhan Pamuk’un okuduğum diğer bir kitabı ise  “Sessiz Ev”. İstanbul’un uzak bir köşesinde, Tuzla ve Cennethisar’da geçen öyküde 90 yaşındaki Yatalak Fatma Hanım’ın çevresinde ve daha çok bir cüce’nin gözlerinden çevredeki olaylar; evin halkının davranışları anlatılıyor. Diyebilirim ki zor bir kitap. Anadolu halkından bir kesimin dünya değerlerini tartışması açısından önemli ama hiç de kolay okunmuyor.

Şimdi de Elif Şafak’dan “Şehrin Aynalarını” okuyorum. Bu kitabın gördüğüm kadarıyla Türkiye gerçekleriyle hiçbir ilgisi yok… Niye yazılmış, anlayamadım… Ama haksızlık yapmayalım. Daha kitabı bitiremedim. Bakalım…

Kitaplardan kafamı kaldırıp baktığımda, Kon – Tiki  ahbap çavuşları görüyorum. Onların ne zaman Gazinoya uğrayacakları hiç belli olmaz. Bazen sahilde ; bazen kumsalda onları dolaşırken görebilirim. Bu iki köpek ahbap çavuşlar ama Kon daima önde, Tiki arkada… onun peşinde…

Öğleye doğru Kon önde Tiki arkada Gazinoya öyle dalarlar… İzin filan almak yok.. Tereddüt yok. Babalarının malı gibi.

Her ikisinin de boyunlarında tasmaları var ama ben onların bir sahipleri olduğunu görmedim. Belli bir yerleri var mıdır? Bilmiyorum. Ama sanıyorum, büyük kentlerden buraya gelmiş ve burada terkedilmiş hayvanlardan bunlar. Birbirlerini bulmuşlar. Ha babam de babam, koşturup duruyorlar. Nerede sabah orada akşam. Bir bakıma özgürlüğün tadını çıkarıyorlar ama bir de bunun günlük nevale kısmı var, onu nasıl çözümlüyorlar bilemiyorum.

Kon, tam bir Dalmaçyalı… Tam demeyelim de belki biraz karışığı, Tiki ise kahverengi siyah arasında garip bir köpek. Her ikisi de kocaman, kocaman kulakları olan köpekler. Belki de bu kadar büyük kent esaretinden sonra burada terk edildiklerine bile memnun olmuşlardır. Hele ahbap çavuşlukları imrenilecek gibi. Kon nereye Tiki peşinde…

Peki bu ahbap çavuşlar Gazinoya niye geliyorlar. “Beach” kısmında yüzmek için… buradan onların zadegan zümresinden olduğunu anlayabilirsiniz.

Önce Kon geliyor, şöyle bir sağa sola baktıktan sonra, tabii gazino ahalisi de onlara bakıyorlar…  Sonra denize inen merdivenlere yöneliyor. Bu sırada Tiki, onu gözetliyor. Kon merdivenleri inip denize bir patisini sokuyor. Sonra Tiki’ye “Bugün de deniz hiç fena değil..” gibi bakarak merdivenlerden yavaş yavaş denize girerek açılıyor. Tiki onu bir süre seyrettikten sonra, merdivenlere hiç yönelmeden, kayalıkları izleyerek yavaş yavaş denize iniyor ve Kon’un arkasından o da yüzmeye başlıyor.

Peki, Tiki neden merdivenlerden inerek denize girmiyor?

Bunu birkaç gün sonra anladım. Denize giren kızlardan birisinin ayağı basamaklardan birinde kayınca kendisini zor bela denize attı. Merdivenlerin bazı basamakları yosun tutmuş, kaygan… insan her an kayabilir. Bunu bilmek lazım ve dikkatli olmak lazım..!

Peki, Tiki bu kadar zeki mi? Nerden biliyor merdivenlerin kaygan olduğunu da, kayalık yolu izliyor. Yoksa o, Kon’dan daha mı zeki… bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.

Sonra munzam sabah banyolarını aldıktan sonra, çıkıp Gazinonun ortasında bir güzel silkeleniyorlar… Tabii, Gazino’nun sahibi deli oluyor ama… Bir şey demiyor. Zaten onlar da alışıldık gezilerini tamamlamak için gazinodan çıkıp gidiyorlar.

Arkalarından da ben de Blue Moon’dan ayrılıyorum. Öğle oldu be… Hanım beni bekler. Özlemiştir.

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..