Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ergenekon davası ve Davos çıkışı Osmanlı'nın yeniden doğuşu için mi?

Ergenekon davası ve Davos çıkışı Osmanlı'nın yeniden doğuşu için mi?
 

TÜRKİYE 2015


Geçtiğimiz haftaki makale ( http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=158526 ) bir süredir Türkiye’de ve özellikle bölgemizde olup biteni günlük değerlendirmelerden uzak kalarak yaşan olayların perde arkasında neler olabileceği ve bu olayların Türkiye’yi nereye götürebileceğini düşünerek ülkemizin nerede durması gerektiğini kendine nasıl bir vizyon oluşturarak hangi adımları atmasının doğru olacağı üzerinde fikir oluşturmak ve var olan analizleri değerlendirme çabasının giriş yazısı olarak planlamıştım.

Bu yazının girişini 27.Ocak tarihinde yayınlanan bir yazıyla yapma sebebimiz gelecek tahminimizin Türkiye’nin Osmanlı’nın eski topraklarındaki ülkeler üzerinde yeniden etki ve egemenlik kazanabileceği; Türkiye’nin Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı olan 1299 yılındaki dünya konjonktürünü yeniden yakaladığı, doğru adımlar atarsa yeniden İslam dünyasının lideri olabileceği tezine dayanmamızdı.

Bu tezin neden bizim tarafımızdan kabul edildiğinin gerekçesini ikinci yazıya bırakmıştık. Ancak bu arada kabul ettiğimiz tezin usulü farklı da olsa sonucu aynı olan ABD’de CIA’ya yakınlığı sebebiyle “Gölge CIA” diye adlandırılan Strafor Kuruluşunun başındaki G.Friedman tarafından yazılan “Önümüzdeki Yüzyıl” isimli kitapta Türkiye’nin 2050 yılında süper güç olarak eski Osmanlı haritasındaki ülkeleri sınırlarına dahil edeceği öngörüsü haberi medyada yer aldı.

Böylelikle bizim de katıldığımız gelecek öngörüsünün duygusal değil sağlam gerekçe ve temelleri olan bir öngörü olduğu ABD’de Ortadoğu’nun geleceği ile ilgili tartışmalar yapıldığı ortaya çıkmış oldu.

Türkiye uzun yıllar soğuk savaş döneminin dengeleri içerisinde dışarıda komşularıyla içeride vatandaşlarıyla kavgalı, kendi içine kapalı, irtica, komünist istilası ve bölünme korkularıyla yaşamaya çalışan “Türküm Türkten başka dostu yok” ilkesini benimsemiş her devleti, kendi vatandaşı olsa bile her bireyi ve her grubu devletini ve vatanını yok etmeye çalışan unsurlar olarak kabul eden bir ülke konumundaydı.

Doksanlı yıllarda Sovyetlerin dağılması ile başlayan süreçte Türkiye’de Sovyetlerin egemenliğinden kurtularak bağımsızlık ilan eden Türk devletleriyle sağlam ilişkiler geliştirme ve 21inci yüzyılın Türk yüzyılı olacağı modası yaygın hale gelmişti.

Özellik Turgut Özal’ın topluma verdiği heyecan o yıllarda Özal dışındaki devletin kurumları bu vizyonu benimsememesi ve Rusya’nın bu devletler üzerinde etkinlik kurması ile bu gün için Türkiye’nin Orta Asya’da kurulacak bir Türk Birliği’nin şimdilerde mümkün olmadığı görülmüştür.

Orta Asya’daki Türk devletleri her ne kadar bağımsız devletler olsa da bu gün Rusya’nın egemenlik sahası içindedir.

Türkiye’nin burada kan bağı ile hareket ederek etkinlik kurabilmesi, mevcut paylaşım dengesini kendi lehine bozabilmesi bölgedeki mevcut denge içinde şu anda mümkün gözükmüyor.. Ancak önümüzdeki günler bu dengeleri Türkiye lehine değiştirme olasılığı yüksektir.

Türkiye bölgesel bir güç olmak yolunda ve zorundadır.

Etnik birliktelik oluşturarak Orta Asya’ya uzanarak Bölgesel Bir Güç olma şansı şimdilik mümkün olmaması karşısında Türkiye’nin “din” olgusu ile Ortadoğu’yu etkinliği altına alarak bu bölgenin Bölgesel Süper Gücü olma şansı vardır.

Türkiye coğrafyası itibariyle Avrupa topraklarında bir miktar toprağı olmakla birlikte esas itibariyle “din” olgusunun da etkisiyle Ortadoğu’da lider bir devlet olabilir..

Bölgemizde bölgesel güç olabilecek aday ülkelerin başında tarihsel geçmişi, mevcut devlet düzeni göz önüne alındığında en avantajlı devlet Türkiye’dir.

Ortadoğu coğrafyasında Bölgesel Güç olma hedefinde Türkiye ile birlikte İran ve Mısır vardır. Bu bölgede bu itibarla Türkiye’nin yarıştığı rakipleri İran ve Mısır’dır. Türkiye karşısında İran ve Mısır bu çaba içinde olsalar da Rusya-İran, Mısır-Fransa ittifakının Türkiye’nin tarihi geçmişi, Osmanlı tecrübesine ve sempatisine sahip olması karşısında fazlaca bir şansının olmadığı açıktır.

Üstelik ABD’nin bu bölgenin egemen gücünün İran, Mısır veya bir başka Arap devleti olacağına Türkiye’nin olmasına karşı çıkmamakla birlikte bunun yolunu kendi menfaatleri için açacağına inanıyorum. Osmanlı tecrübesine sahip bir ülke olan Türkiye’nin bu bölgeyi en sorunsuz, barışa en yakın bir biçimde yöneteceği açıktır.

Dünyanın bütün uzmanları petrolün ömrünün azaldığını be nedenle her alanda alternatif enerjiye geçiş süreci yaşandığını belirtmektedir. Petrol bittiğinde veya değerini yitirdiğinde Ortadoğu bu günkü öneminden uzaklaşacaktır.

Cetvelle enerji bölüşümü ve kontrolü amaçlı çizilmiş aşiret devletçiklerinden oluşan bu bölgenin petrol sonrası Dünya için sorun, kargaşa alanı olmaması için tıpkı eskiden olduğu gibi bir Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın ifadesiyle “Osmanlı Barışı” nın hâkim olduğu bir coğrafya olabilmesi için Türkiye’ye emanet edilmesi en doğru tercih olacaktır.

Bu bağlamda petrol zengini Arapların sermayeleriyle birlikte güvenlik ve barış içinde yaşamlarına devam edebileceği en akla yakın ülke yine Türkiye’dir.

Gelecek yıllar Ortadoğu’nun önemini yitirmesi karşısında Afrika’nın büyük devletlerin egemenlik ve etkinlik kurma mücadelelerinin yaşanacağı görülmektedir.

Türkiye petrol çağı sonrası Ortadoğu ile Afrika paylaşım savaşına hazır mıdır?

Türkiye yakın dönemde etkin bir güç olabilmesi için kendisini buna hazırlaması gereklidir.

Bence Türkiye’yi yöneten Hükümet dahil devletin üst yönetimi Türkiye’nin Ortadoğu’nun lider ülkesi olabilmesi ve yeniden Osmanlı devletinin egemenlik alanlarında etkinlik oluşturabilmesi için adım adım şartları olgunlaştırmaktadırlar.

Öte yandan son yıllarda daha önceden hiçbir ticari ilişkimizin dahi olmadığı Afrika ülkelerine Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde işadamlarıyla birlikte ziyaretler, çeşitli anlaşmalar yapılmaya başlanması bu yönde de devletimizin harlık içinde olduğunu göstermektedir.

Sovyetlerin dağılması sonrasında Türk Birliği oluşturma hedefinin sadece sözde kalması bunun için doğru hazırlık ve adımların atılmaması sebebiyle kaçan fırsat sonrasında Ortadoğu’da etkinlik kurmak ve oradan Afrika’ya uzanmak için devletin kurumlarının kararlılık içinde birlikte adımlar attıklarını gözlemlemekten dolayı ben heyecanlı olduğumu söylemeliyim.

1299 yılında Anadolu topraklarında ki beyliklerden bir beylik olan Osman Gazi o günkü dünyadaki konjonktürü değerlendirerek üç kıtada 700 yıl egemenlik sürecek Osmanlı Devleti’ni ortaya çıkarması gibi Türkiye’de 2009 yılının ayağına getirdiği fırsatı, konjonktürü değerlendirme çabası içindedir. Ben Devletin egemenlerinin Türkiye’yi bu sürece hazırladıklarına inanıyorum.

Ortadoğu’nun hakim ideolojisi dindir yani İslam dinidir.

Türkiye bölgesel bir güç olmak için hem ideolojisini bu amaca uygun yorumlarla esnetmek hem de ülkeyi yöneten kadroları amaca uygun belirlemesi gerekir.Bu durum belki de sevdiğimiz ve beğendiklerimizden vazgeçmeyi ve başkasını öne çıkarmayı gerektirebilir.

Ergenekon Davası’nı ben bu açıdan değerlendiriyorum.

Türkiye’nin parçalanmak bir yana sınırlarını egemenlik alanını genişletebilmesi ve bölgesel bir süper güç olabilmesi için Ergenekon davasının ve sonuçlarının son derece önemli olduğuna inanıyorum.Ergenekon davası AKP karşıtlığı ile AKP muhaliflerini susturmak amacıyla tasarlanmış bir dava gibi algılamak yanlıştır.

Ergenekon Davası kapsamında etkisiz hale getirilen kişi ve gruplara baktığımızda hakim ideolojisi İslam olan Ortadoğu’nun liderliğini yapabilmemiz için yapılacak dönüşünler için değişimin önünde engel olan, bu yöndeki başörtüsü yasağının kaldırılması, resmi ideolojinin yeniden yorumlanması, özgürlükler ve demokrasinin tanındığı yeni anayasal düzene geçilmesi önünde gerek kamuoyu oluşturmak gerekse çeşitli devletin çeşitli kurumlarında direnç oluşturmak yönleriyle genel olarak kendilerini bu anlamda “ulusalcı-devletçi” olarak tanımlayan kişiler olduğu görülmektedir.

Ergenekon Davası Türkiye’nin Bölgesel Güç Vizyonu için bir çeşit mıntıka temizliğidir.

Önümüzdeki günlerde örneğin yeni bir Anayasa yapılarak Başörtüsü yasağının kaldırılacağını, Avrupa Birliği’ne uyum süreci adıyla laiklik ilkesinin bu günkü katı yorumunun tedricen terk edilerek asli yorumu olan din özgürlüğü olarak yorumlanmaya başlanacağını, Alevi açılımı ile birlikte laiklik-dindarlık çatışmasının ortadan kaldırılacağını düşünüyorum ve bu adımları kısa zaman içinde göreceğiz.

Bölgesel güç olmak için komşularıyla iyi geçinmek ve kendi vatandaşlarıyla çatışmalarını ortadan kaldırmak gereklidir.

Türkiye kendi içinde en büyük sorunlu gruplar İslam ve Kürtleridir.Türkiye önceleri reddettiği Kürtlere artık resmen Kürt demekte ve devlet televizyonundan Kürtçe yayın yapamaya başlamıştır. Bir süre sonra laikliğin devletçi yorumunun da esnetilerek dinin baskı altına alma aracı olmaktan çıkacağını tahmin ediyorum.

Türkiye’nin Bölgesel Güç olabilmesi için Bülent Ecevit Hükümeti döneminde tarihi düşmanımız Yunanistan ile barışıp kardeş hale geldiğimiz gibi AKP Hükümeti döneminde Suriye, İran, Irak ile dostluk köprüleri kurulmasına ek olarak kısa bir süre içerisinde Ermenistan ile sınır kapısı açılması dahil yine Yunanistan örneğinde olduğu gibi iki dost ülke olacağımızı şimdiden söyleyebilirim.

Öte yandan Arap sermayesinin Türkiye’de büyük yatırımlar yapması, Hükümetin Merkez Bankasını İstanbul’a taşıma çalışması da Bölgesel Güç hedefine yönelik adımlardır. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınarak Ortadoğu’ya Osmanlının başkenti İstanbul hatırlatması yapılmaktadır.

Öte yandan Türkiye bu bölgede sempati ve doğal liderlik rolünü kabul ettirebilmesi için bu bölgenin tarihsel düşmanı İsrail ile işbirliğine devam etse de kamuoyu önünde çatışma görüntüsü vermesi gereklidir. Son Gazze olaylarından sonra başlayan ve Davos’ta diplomasi kurallarını alt üst eden tepkinin Ortadoğu halkları nezdinde Türkiye ve Türkiye Başbakan’ı Tayip Erdoğan’ın sempati ağını genişletmesi bir nevi bölgenin abisi konumuna gelmesi bence Türkiye’nin Ortadoğu Liderliğine giden yoldaki bilinçli adımlarıdır.

Bu analizlerden Türkiye’nin gelecekte bir din devleti olacağı anlamını çıkarmamak gerekir.Türkiye gelecekte yine laik bir devlet olarak kalacak ama bu günkünden çok daha demokratik bir devlet olacaktır.

Siyasi aktörlerimiz yani liderlerimizin daha uzun süre isimleri ve partileri değişse bile CHP gibi ulusalcı-devletçi veya MHP gibi milliyetçi renkte değil AKP, Erdoğan veya Gül gibi İslam dininin motiflerini üzerinde taşıyan isim ve kadrolardan oluşacağını söyleyebiliriz.

Çünkü, bir sonuca ulaşmak için hangi kadroların daha uygun olduğuna karar vermek gerekir. Yani şartlar gerektiriyorsa ABD’nin yaptığı gibi bir Obama seçmek gerekir. Türkiye kendi Obama’ sını önceden mi seçti yoksa gelecekte mi seçecek?

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..