Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Erkek egemenliği mi? Yok canım!

Erkek egemenliği mi? Yok canım!
 

Biz erkekler egemen miyiz gerçekten? Belli başlı bütün sosyolojik kuramlar dini, etik, hukuksal, ekonomik, toplumsal ve bireysel açıdan erkek egemen bir dünyada yaşadığımızı öne sürer. Bu kuramlara ve savunucularına göre toplumsal yaşama damgasını vuran erkek bakışı, zihniyeti ve onun fiziksel gücüdür. İlk bakışta gerçekten tartışılmaz bir doğru gibi görünüyor bana da... Ancak sosyal bilimler söz konusu olduğunda kaçınılmaz biçimde karşımıza çıkan subjektivizm, kanıtlama sorunu ve kırılganlık bu teorinin de en zayıf yanını oluşturuyor bence.

Biraz çokbilmiş bir başlangıç yaptım ama burada ne erkek egemenliği konusunda sosyolojik bir tez ortaya atıp onu kanıtlamaya niyetim var, ne de öyle bir birikime sahibim. Sadece kişisel gözlem ve deneyimlerimden hareketle ulaştığım bazı sonuçları tartışmak istiyorum.

Canlıların üreme ve soyunu sürdürme çabasında cinsler arasında sınırları şöyle ya da böyle belirlenmiş bir işbölümü mevcuttur. Özellikle bizim de bir parçası olduğumuz memelilerde, dişi, yumurtlama ve erkek tarafından döllenmiş o yumurtayı rahminde büyüterek ortaya yeni bir canlı çıkarma yeteneğiyle donatılmıştır. Bu süreçte erkeğin yumurtayı dölleme işlemi dışında başka hiçbir biyolojik katkısı yoktur. Yumurtayı dölledikten sonra dişi erkeğe biyolojik anlamda hiçbir gereksinim duymaz. Özellikle insan dışındaki memeli hayvanlarda bu durum o kadar net, açık ve belirgindir ki, dişi, yeniden üreme döngüsünün başlangıcına gelinceye dek erkeği yanına bile yaklaştırmaz. Bu durum da üremede cinsler arasındaki rol paylaşımında dişiye kesin bir üstünlük sağlar. Türün soyunu sürdürmesi için aslında üreme yeteneğine sahip “bir tek” erkek bile yeterlidir. Ötekiler olmasa da olur. Yani biz erkekler esasında bir anlamda lüzumsuz yaratıklarız! Zaten öyle olduğu için eti yenen memeli hayvanların dişileri yavrulamaları için beslenirken erkeklerin birkaç damızlık dışında hemen hepsi mezbahayı boylar!

O mezbaha aslında biz erkek-insanların dünyası için de geçerlidir. Sadece bir farkla; hayvan mezbahasında insan-kasaplar yalnızca havyanları keserken insan mezbahasında bir erkekler birbirimizi keseriz. Ancak tarih içinde hayvan mezbahasıyla insan mezbahası arasında bazı küçük farklar ortaya çıkmıştır. Önceleri birbirimizi dolaysız biçimde öldürürken şimdilerde biraz daha soyut, az biraz daha kansız, daha şık ve daha kitabına uydurarak yapıyoruz bunu. Birbirimizi fiziken yok edip, önce erkek cinsinin ve dolaylı olarak tüm insanlığın ortadan kalkmasını engellemek için tarih içinde bazı kurallar geliştirdik. Bunlara, din, yasa, ahlak, etik, hukuk, töre, gelenek falan diyoruz işte...

Eşitlik diye bir kural geliştirdik mesela. Sonsuz bir mücadelede birbirimizi yok etmektense, yiyecekleri, mağaraları ve dişileri elimizden geldiğince eşit paylaşmaya çalışma ve herkesin hakkına razı olması esasına dayanan bir oyunun soyumuzu sürdürebilmemiz açısından daha mantıklı olduğunu anladık zamanla. Ama bu mücadele hiçbir zaman bitmedi, var olduğumuz sürece de bitmeyecek. Dedim ya, temelde “oyun” oynuyoruz, eşitlik ve ahlak oyunu... Oyunun sürmesi için birbirimizi fiilen öldürme gibi davranışlar yasaklanmıştır. Ama başka şekillerde öldürebilirsin. Bir başka erkeği egemenliğin altına alırsın. Köle ya da mürit yaparsın. Mesela bir savaşta öldürmek serbesttir, hatta ne kadar ve çok öldürebilirsen o kadar iyidir.

Fazla dağıtmadan esas konumuza dönelim. Erkekler birbiriyle böyle ölümüne mücadele edereken dişi -ya da en iyisi konumuzu insan dünyasıyıla sınırlayarak “kadın” diyelim bundan sonra- güzelliği, cinsel cazibesi ve üreme yeteneğiyle orada öylece durup kendisini dölleyecek en uygun erkeği bekler. Kadının seçen konumunda olması ona kesin bir üstünlük sağlar. Bir kadının yumurtasını döllemek için birçok erkek aday vardır ama bunların içinden sadece “bir teki” bunun için görevlendirilecektir kadın tarafından. Ötekiler mücadeleyi kaybettikten sonra tatminsiz bir şekilde köşelerine çekilecek, bu da onları en az gıda bulamamak kadar yıpratacaktır.

Güçlü ve şanslı “bir tek” erkek... İşte erkek egemenliğinden söz ederken aslında o bir tek erkeği kastediyoruz. Geriye kalan erkekler farkında bile olmadan kesim gününü bekleyen erkek koyunlar kadar çaresizdir aslında. O şanslı bir tek erkeğin esas efendisi de kadındır. Erkek bir defa mücadeleyi kazandıktan sonra işi orada bitmez. Kadına sahip olmayı sürdürmek için devamlı tetikte olması gerekir. Kadını elde etmek için sürekli kendisi kadar güçlü, genç, şanslı yeni adaylar çıkacak o da konumunu onlara karşı koruma savaşı vermek zorunda kalacaktır. Kadın bu mücadelede aslında tarafsızdır, beni “falanca erkek” kazansın diye düşünmez, beni kazanmayı “hak eden” kazansın der. Tabii bu temel kuralın üstü insanlığın yüz binlerce yıllık biyolojik, kültürel ve sosyoekonomik evriminde çeşitli sembollerle örtülmüş ve ilk bakışta anlaşılmaz hale gelmiştir.

Statü, devlet, iktidar, ekonomi, para, zenginlik, şöhret, bilgi, sanatsal hüner, bireysel yetenek, cesaret gibi kavramlar zamanla egemenliği farklı biçimlerde temsil eden sembollere dönüştü. Erkek, bir kadının gözdesi olmak yerine -ya da yanında- bu simgelerden birini ikame yöntemi olarak kullanmaya başladı. Yani zenginliğin ya da yüksek statünün sağladığı tatmin duygusu bir kadını döllemenin vereceği haz kadar doyurucu olabiliyordu. Bu durumda da zavallı erkekler arasında zamanla bu defa sadece kadınlar için değil bu türden donanımlar ve haz kaynakları için de ölümcül bir mücadele başladı. Ancak esas tatmin kaynağı her zaman kadındır. Bunun simgeleşmiş hali olan öteki bütün haz kaynakları temelde son durağa -kadına- giden yolun ara duraklarıdır sadece. Para içinde yüzen, muktedir, köşklerde, kaşanelerde yaşayan ama hiçbir kadının sevgisini kazanamamış bir erkek mutlu olabilir mi? Bunlara sahip olan bir erkek zaten kadınlara da sahip olur denecektir ama olamadığını varsayalım bir...

Şimdi bu sembollerin kavgasını yapıyoruz. Sözkonusu sembolleri “biz erkekler” yarattığımız ve mücadelesini de mecburen biz verdiğimiz için de halihazırdaki düzen “erkek egemen” olarak niteleniyor. Aslında o çok güçlü ve sarsılmaz görünen egemen erkek, bir kadının zincirli tutsağıdır: “Güzel bir kadın”ın...

.............
<ı>Not: Ocak ayında, Hrant Dink’in öldürüldüğü gün kaleme aldığım bir yazı. Yazımı yayınlandıktan birkaç dakika sonra o menfur cinayetin haberini almıştım. Bu yazım da arada kaynadı gitti. Sevgili Nazan Köseoğlu’nun blogunu http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=76219 <ı>okuyunca yeniden yayınlamak geldi aklıma.

Foto: http://willylorbo.deviantart.com/art/Slaughterhouse-and-clouds-47417046

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..