Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '13

 
Kategori
Deneme
 

Eski radyo

Eski radyo
 

Bu ani esinti nereden geldi, bilemiyorum. Aylardır bir eski radyo merakı bütün kolları ile sarmaş dolaş sarıp sarmaladı beni. Bu tutku rüyalarımı dahi gasp eder oldu. Oysa bilinen şarkılardan biri (hani şu balık etli ve de butlu bir şarkıcının seslendirdigi), bu merakımı gidermem konusunda yol gösterip, tüyo verse de, çok şükür, bende hasıl olan merakıma kapılmayı göze alıp, o daracık ve tehlikeli çatı katlarına tırmanacak kadar da azıtmadım daha. Ama aylardır gittigim her yerde, egoma mal olmuş; hayalimdeki transistörlü, sarı ışıklı ve güzel mobilyalı radyoyu bulma hevesimin, kaygımın ve istegimin önüne geçemiyorum. Gözlerim iliştikleri her yer ve ortamda, gönlümde taht kuran, eski radyoyu arayıp, duruyorlar. Belki de insan yaşlandıkça, eskiye ragbet eder hale mi geliyor, diye de düşünmeden edemiyorum.

Ne yazık ki, şimdiye degin gördügüm eski radyolar; ya istedigim gibi degiller, ya da heves ettigim türe biraz yakın olsalar da, üzerlerine iliştirilen kırışık etiketlere yazılan kargacık-burgacık rakamlar, ederinin çok üzerinde. Bu demektir ki arz ve talep yüksek ve bu merak bir tek bana özgü degil. Şimdilik bir arayış içindeyim. Görünen o ki, daha beyhude olarak görmedigim bu arayış, daha uzun süre devam edecege de benziyor. Her tarafı kolaçan etmenin dışında yapılacak bir şey yok gibi.

Merak saldıgınız obje eski olunca, insan istemi dışında da olsa, geride bıraktıgı uzun yıllara da her defasında dönüp, bakmadan edemiyor. On bir yaşından sonra, köyden “her bahtı karanın görmek istedigi” büyük şehir – başkent Ankara’ya geldigımde, pilli radyolar yerlerini, elektrikli olanlara bırakmak zorunda kaldılar. Çünkü tam o yıl, devlet büyüklerimiz babalarının ceplerindeki paraları döküp, saçarak köye hizmet babında elektrik konforunu sunmuşlardı. Hızla dönen devranla birlikte, gerilere dönüp, bu şimdilerin bir yandan antik olmaya yüz tutmuş, nostaljik radyolarına merak salacagımı tasavvur etmem, o zamanlar elbette zordu.

Büyük şehrin getirecegi sorunların küçük olacagı beklentisi haliyle yanılgıydı. Hele de ilkokula başladıgın güne kadar bir kaç kelime Türkçe biliyor ve bu dili o yaştan sonra ögrenip, bu büyük metropole geliyorsan, işin ta başından, yabancısı oldugun bu hayata 2-0 yenik başlıyorsun demektir. Agır sayılabilecek bir Kürt aksanı ile yer alma ugraşısında oldugun toplum, hoş görünün istenen yakınlıgında olmayınca, yaşam senin için daha da güçleştigi gibi, çogu zaman da alay konusu olmaktan kendini kurtaramıyorsun. Kürt kökenli bir çocuk olmak, söz konusu olan, o yıllarda dünyanın en onur kırıcı ve mahcup edici bir zaman birimi idi ki, bu günümüze degin de böyle süregeldi.

Okul sıralarında teneffüs zili çalıp, kendini bahçeye attıgı an, Kürt kökenli çocuk sınıf arkadaşlarının en büyük maskarasına dönüşürdü. Etrafını hemen onlarca ögrenci sarar, merakla onların da müslüman olup, olmadıgı, Kur’ana ve Hz. Muhammed’e inanıp inanmadıgınızı soranlar oldugu gibi, ardınızda pantolon içine sakladıgınıza inandıkları kuyrugunuzun uzunlugunu merak edip, soracak kadar ileri gidenlerle karşılaşmamak da olası degildir. Onlar gibi konuşamamak çok üzüntü verirken, arkadaşlarının Türkçe konuşma esnasında, agızlarını ne kadar açtıklarına, dillerini nasıl oynatıp, ön dişlerine ne denli bastırdıklarına dikkat etsen de, nafile. Degişen pek bir şey olmaz. Bu aksan agırlıgının getirdigi ezikligi, o zaman için hissettigin utancı, aşagılanmayı ve ötekilenmeyi; son zamanlarda benim için bir tutku haline gelen eski bir radyo gibi, alıp bir taraflara veya olmadı, çatı katına kaldıramazsın. O agır aksan her daim bir gölge misali seninle birliktedir. Belki de diline Japon yapıştırıcıları ile yapıştırılmıştır, diye düşünmeden edemezsin. Neden söküp atamıyorum diye hayıflanıp durmanın bir getirisi olmaz. Yüregindeki kırıklıkları, ancak çocuk olarak seninle aynı konumda olan ve gayri insani küçümsemelere maruz kalan başka küçük bir insan anlayabilir. Başkaları tarafından kurulacak empati hissi biraz uzakçadır.

Her defasında etrafını çeviren ve dokunaklı yüregini hiçe sayıp, görmezlikten gelen, seni alaya almak isteyen arkadaşların, ne zaman ki etrafına üşüştüklerini gördügünde, hayalindeki “horozlu şeker” ansızın elinden kayıp, yerlere düşer gibi olur. Yerden almaya yeltensen de, o şeker artık, kuma, kire, utanca, eziklige, mahcubiyete, ötekileştirilmeye ve aşagılanmaya bulanmıştır.

Yaş kemale erip, ellili yıların üstünü, acelesi varmış gibi hızla ve büyük bir kıvraklıkla tırmanırken, bütün Kürt çocuklarının yaşadıgı duygular olan, bu nahoş hisleri ne denli eski bir radyo misali alıp, kendi nezdimde bir yerlere kaldırabildim bilemiyorum. Gönül ister ki; sadece Kürt çocuklarının degil, bütün gezegenimizin ve varsa diger gezegenlerdeki çocukların horozlu şekerleri utanç, eziklik, mahcubiyet, ötekileştirme ve aşagılamanın kumuna, kirine, pasına düşmesin ve buna göz yummayalım. Dünyanın en masum beşerleri olan çocuklar, bu altından kalkamayacakları, kişiligini kemiren ve hayata tutunmak adına var olması istenilen özgüvenlerini derinden sarsan, masum kalplerde onulmaz yaralar açan travmalara maruz kalmamalarıdır. Buna hiç kimselerin hakkı olmasa gerek. Agır da olsa kene misali yapışan aksanımızı da artık, eski radyolar misali bir yerlere saklama ugraşısı içine girmemizin de bir anlamı yok. Bulabilirsek güzelim nostaljik radyolarımızı alıp, evimizin baş köşesinde bir yer ayırıp, üzerine bir de baş tacımız annelerimizin, el işi göz nuru bir dantel örgüsünü kondurmaya ne dersiniz. Radyonuzun dügmesini açtıysanız, şarkıyı duyuyor olmalısınız.

“Çok geç kalmışız canım,

Vakit bu vakit degil.
Eski radyolar gibi,

Çatıya saklanmış aşk.”

Biraz arabesk koksa da, güzel bir şarkı. Ardından bir jazz kanalına yönelip, işte bu deyip, hep yarım kalan horozlu şekerlerimizi yemeye devam ederek, o muhteşem melodilere kulak verelim.

Fugees’den “Killing me softly with his song” ve ardından Nina Simone: “I put a spell on you.” Radyonuz hayırlı olsun, güzel melodilerle yüzünüz hep gülsün, horozlu şekeriniz hiç düşmesin-bitmesin. İyi dinlemeler.

Amsterdam, 13 Nisan 2013

 

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..