Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '13

 
Kategori
Öykü
 

Bugün 24 Nisan, neşe dolmuyor insan

Bugün 24 Nisan, neşe dolmuyor insan
 

Dagların piri, Agrı’nın eteklerine bahar; bir serçe misali gelip, yumuşakça kondu.  Üstelik de, var olan renklerin bütün cümbüşü ve tonlarıyla. Öyle ki birbirini kıskandıracak albenideki bin bir çeşit çiçek, adeta kol kola girip, binlerce yıldır pek çok medeniyete ev sahipligi yapan bu yorgun toprakları, büyük bir direnç sergileyerek patır patır çatlatıp, solugu yeryüzünde aldılar. Dört bir yanı narin kelebekler ve her türlü börtü böcek sardı. Yazları dahi serin olan bu diyara,  bahar mevsimi; nisan ayının son günleri olmasına ragmen, daha bir acele ile gelince, “tabiat ana” milyonlarca yıl süregeldigi gibi, olanca maharetini gösterip,  o şaşkınlıkla, bu güzelim- magrur cografyada yer alan yeryüzüne cömertçe bahşedilen bütün bitkileri, binlerce elin yordamı ile serpiştirerek, en usta ressamın dahi çizemeyecegi tablolarını bir çırpıda çizip, en nadide- mis amber kokularını da ekleyip, kutsal Agrı Dagının eteklerinde sergiledi. Oldukça yukarılardaki başının, bir türlü kurtulamadıgı duman ve çarşaf beyazı karı; nasırlı elleri ile hafif aralayan bu büyüleyici tabiat yükseltisi, göz kırpıp, gülümseyerek baharın bu güzelim sunumundan  olan, memnuniyetini belirtiyordu.

 

Yukarıda okuduğunuz bahar betimlemesi, benim anlatımımla, söylediklerimi bu satırlardan sonra kaleme alan kişiye ait. Bundan sonrası benim yüregimin olanca ezikligi ile aktaracaklarımın,  yazıya dönüşmesi olacak. Kesin bir yıl vermekte zorlanacagım ama, Agrı Dagı’nın eteklerindeki yaklaşık yüz haneli köyümüzde, yüzlerce yıldır birlikte huzur ve barış ortamı içinde yaşadığımız Ermeni komşularımızın hunharca canlarına kıyıldıgı yıl ben yaklaşık altmış yaşındaydım. Şimdilerde kullanılan yeni takvimi pek bilemiyorum. Dogum tarihim, tevellüdüm bin iki yüz yetmişe tekabül ediyor. Bana bu Agrı Dagı eteklerinde Seyfo Dayı derler. Kalem ve de kagıdını alıp, söyleyeceklerimi yazan  genç adam; senin de gördügün gibi iyice yaşlandım artık. Seksenli yaşları devirdiysem de, elden ayaktan düşmedim henüz. Saçlarım bütünü ile kar beyazı olsalar da, şuurum yerinde. Lakin yıllardır, beni yiyip bitiren, altından kalkılmaz bir utançla kıvranır dururum. Bu biçareligin utancı, bir şey yapamamış olmanın, içimi gün be gün kemirmesinin hicabı. Birilerine dilim döndügünce anlatıp, yazılı haliyle, daha sonraki kuşaklara, kör olası gözlerimin şahit oldukları, benim biçaresizligim aktarılabilse, bu arlanmanın getirmiş oldugu yükten bir nebze de olsa kurtulurum, diye düşünüyorum.

Bahar mevsimi tam da yukarıda anlatıldıgı gibiydi. Köyümüzde hiç tanımadıgım adamlar dolaşıyor, evlere girip, çıkıyorlar , gizlice müslüman olanlarla konuşuyor ve sık sık Ermeni kardeşlerimizin evlerini işaret ediyorlardı. Komşu köylerde de çevrede bulunan gayri müslümlere saldırıların oldugunu, pek çok insanın katledildigi söyleniyordu. Bizim köyümüzde böyle bir şey elbette olamazdı. Ama bu adamlar neler anlatıyorlardı, sakın aynı tezgahı burada da kurmaya çalışmasınlar. Kuşkularım iyice arttı. Oglum Mısto ile de hararetle konuştuklarını gördüm. Komşularımız Hasan, Kazım, Memo, Hüseyin, İbo ve Mehmet Ali de telaşlı bir şekilde koşturuyorlardı. Ermeni komşularımız Bızdık* Nerses, tombulca ve neşe dolu, sürekli kıkır kıkır gülen karısı Tatuş, çocukları dünyalar güzeli Gumaç ve Jivan, pos bıyıklı Alek ve sarı bukleli karısı Rime, demirci ustası Nubar ve karısı Sosi ve diger hiristiyan köylülerimiz, adeta ölüm sessizligi ile  evlerine kapanmışlardı. Hepsinin kapılarını, tek tek hızla çalıp, hal ve hatırlarını sorup, neler olup bittiğini ögrenmek istedim. Ama sahiplerinin coşkulu bir sevecenlik ve gülümsemeyle açtıgı kapılar, yüzüme kapalı kaldı. Bütün yalvarmalarım ve ısrarlarım kar etmedi. Komşularımdan bir ses çıkmadı. Kirvem Tevos kapının ardından beni kovarken, karısı Mari, O’na;

“Seyfo Dayının ne suçu var?”  diye sertçe çıkıştı. Kızları Peruz, ogulları Suren ve Ohan’ın kapının ardından aglama sesleri geliyordu. Benimle konuşmak istemedi.

“Artık ne akraba, ne de kirveyiz. İyi günler geride kaldı. Bir daha da kapımıza gelme.” Diye, çok üzgün bir sesle bagırdı. Boynu bükük Tevos’un kapısının önünde yıgıldım kaldım.  Çocukların aglama sesleri hala geliyordu. Tevos onları yatıştırmaya çalışıyordu. Güneş bütün ögle sıcaklıgı ile üzerimdeydi. Evin etrafında kömür karası kargalar, çirkin sesleri ile gaklayıp, kah evin avlu duvarına, kah çatıya konuyorlardı. Onları kovmak için ellerimi sessizce havaya kaldırıp, salladım. Ama kargalar hiç oralı olmadılar. Bahçedeki elma ağacının bütün çiçeklerini yere döktüler. Büyük bir felaketin adımlarını duyuyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Tevos ve Mari gözlerimin önüne geldi. Birbirlerini ne çok seviyorlardı. Onların aşkı bütün Agrı Dagı eteklerinde bir efsane gibi anlatılırdı. Köy içinde zaman zaman el ele tutuşup, dolaşılardı ki, bu bizim yöremizde pek uygun karşılanmazsa da, insanlar zamanla aşıklara gülümseyerek bakacak kadar, hoşgörülü hale geldiler. Bu tevazunun oluşması için az çabalamadım. Derken art arda bir birbirinden güzel üç tane çocukları oldu. Tevos’a ricada bulunup, torunum İsmet’in sünnetinde kirvemiz olmalarını istedim. Köyde büyük bir sünnet dügünü yaptık. Tevos ve Mari dügünden iki  gün önce Dogu Beyazıt’a gidip, kocaman bir altın almışlar. At arabasını da pek çok yiyecek ile istifleme doldurup geldiler. Ailecek çok mahcup olmuştuk. Tevos;

“Seyfo Dayı, sen beni kirveniz, akrabanız olma şerefi ile onurlandırdın. Benim yaptıgımın lafı mı olur, bu bahşettigin şerefin karşısında. deyip. egilip hürmetle elimi öptü. Ardından şipşirin allı güllü elbisesi ile gelin kızım Mari salınarak gelip, saygıyla elimi öptü. Tevos’u iki defa öpmek yetmemişti.

“Gel Tevos, içimden geldi seni bir daha öpeyim.” diyerek çıkık elmacık kemiklerinin yer aldıgı yüzünü şefkatle  avuçlarımın arasına alıp, iki defa daha öptüm. Mari egilip, gözlerimin içine bakarak;

“Barev** Seyfo Dayı. Hani Mari kirveni öpmek yok mu?“ diye sitem etti. Kirvemiz Mari geline de kollarımı açıp, sevgiyle sarıldım. Mari hemen Misto’nun karısı ile evde büyük bir temizlige girişti. Her tarafı kısa zamanda tertemiz yaptılar. Tevos hazırlıklar için koşturup, durdu. Evimizin avlusunda büyük bir şenlik oldu. Halayın başından Tevos ve Mari eksik olmadılar. Halaya ara verdiklerinde de, gelen misafirlere hizmet etmek üzere koşturup durdular. Mari büyük tepsilere  dizdigi nar kırmızısı şerbetleri, büyük bir gülümseme ile gelen misafirlere ikram ediyordu. Tencereler dolusu meşhur Ermeni yemegi “aylazan” hazırladı. Aman Allahım tadı hala damagımda. Ne kadar da çok yemiştim. Begendigimi görünce, dügün sonrası, kapılarının önünde oturdugum bugün, bir hafta öncesine kadar, aylazan yemegini yaptıgında, benim payımı büyükçe kalayı ayna gibi parlayan bakır bir kapta getirip, hanımım Ayşe’ye verdi.

Komşularımız Tatuş, Nerses, Rime, Tigris ve digerleri de, hepsi el pençe karşımda durup, bir yardımlarının olup, olamayacagını soruyorlardı. Bütün komşularımız ile bir aile gibiydik. Onların bayramları bizim, bizim bayramlarımız da onlarındı. Yasımızda da, şenligimizde de ayrı gayrımız hiç yoktu. Bir hayli güzel, insanlık dolu yıllardı. Görünen o ki, insanlık hayatımızdan el etek çekecege benziyordu. Şaşılacak derecede beceri sahibi insanlardı. Hepsi birer zanaatkardı. Ellerinden gelmeyecek iş yoktu. Tahtayı ustalıkla oyar, demiri tam tavında döver, insanda hayranlık bırakarak, bütün nesnelere adeta can verip, anlam katarlardı. Bizim konuştugumuz Kürtçeyi ve aynı zamanda Türkçeyi çok güzel konuştukları halde, ne garip ki; bizler onlarca  yıldır birlikte yaşadıgımız bu güzelim insanlardan, neden tek kelime Ermenice öğrenememiştik?    

Kargalar gaklamaları ile akşam karanlıgını getirdi. Yarım saat daha bekledim. Karnım acıkmaya başlamıştı. Gitsem iyi olacaktı, Ansızın uzaktan garip seslerin geldigini duydum. Bütün köylü bir araya gelmişti. Ellerindeki meşalelerin aydınlıgında tüfeklerin namluları, satırlar, kazma ve baltalar görünüyordu. Guruplar halinde başlarında köyümüzde dolaşan o garip yabancılar vardı. “Allahu ekber” sesleri birbirine karışıyordu. “Kafirlere ölüm”diye  avazları çıktıgı kadar bagırıyorlardı. Ne yapacagımı şaşırdım. Oglum Mısto da aralarındaydı. Mısto’nun yer aldığı grup, Tevos’un evine dogru hızla geldiler. Tevos’un çocuklarının aglama sesleri tekrar gelmeye başladı. Mari korku ile çıglıklar atıyordu. Pencereden meşaleleri görmüş olmalıydılar. Beklenen utanç anı gelmişti. Tevos’un kapısına geldim. Ellerimi açıp, kendimi siper etmeye çalıştım. Oglum olacak o deyyus beni görünce bagırdı.

“Baba çekil oradan. Git o kafirlerin evinin önünden. Sakın bize engel olma. Allahu Ekberrrrr.....” diye bagırıyordu. Başlarındaki yabancı da;

“Hucum... Ümmeti müslimin. Kafirlere ölüm. İslamiyet adına ileri. Kafirlere ölümmm.” Diyerek gırtlagını yırtarcasına haykırıyordu. Engel olmak için ileri çıktım. Yalvardım yakardım.

“Yapmayın, etmeyin, onlar bizim köylülerimiz, akrabalarımız, kirvelerimiz, hısımlarımız. Allah aşkına yaptıgınız doğru degil. Bu insanlıga sıgmaz. Bizim inancımıza saygı duyuyorlar. Bizler de onların inancına saygı duymalıyız. Bugüne degin bizlere iğne ucu kadar olsun, bir zararları olmadı. Yalvarırım yapmayın” diye yakarırken, beni tekme tokat yara bere içinde kenara attılar. Ardından Tevos’un o maharetli elleri ile oyarak işledigi tahta kapıyı kırdılar. İçeri daldılar. Kısa aralıklarla inlemeler halinde, önce Mari’nin, ardından, Tevos ve çocuklarının çıglıkları yüregime saplandı. Evden çıkan boyu devrilesi, olmaz olasıca, oglum demeye hicap duydugum Mısto en önce çıktı. Elindeki baltadan kanlar damlarken göz göze geldik. Kendimi toparlayıp, kalkamıyordum. Var gücümle kendisine dogru, büyük bir tiksinti ile tükürdüm. Diger evlere dogru acele ile gittiler. Sürünerek açık olan kapıdan girdim. Kirvelerim, akrabalarım, dostlarım, kardeşlerim kanlar içinde yatıyorlardı. Sürünmeye devam ederek, Tevos´a ulaştım. Kızıla çalan bıyıkları kana bulanmıştı. Az ileride Mari ve çocukları da kanlar içinde yatıyorlardı. Tevos’un cansız bedenine sarılıp, hıçkıra hıçkıra agladım, agladım. Cigerim alevlenip, yanmıştı. Bu nasıl bir vahşetti. İnanılır gibi degildi.

Onlara engel olamamıştım. Kirvemiz, akrabamız olmayı onur olarak gören, Tevos’un katledilmesinin önüne geçememiştim. Bu insanlık dışı katliamın önüne geçerek insanlarımızı, Kirvem, oglum, akrabam Tevos’un duydugu onura erdirememiştim. İnsanlarımız soysuzluga dört nala, koşar adım gitmişlerdi.

O vahşette altmış yaşlarındaydım. Cennetin cehenneme çevrildigi o günü aktarmaya çalıştıgım şimdilerde seksenli yaşlardayım. O günden sonra hanımım Ayşe’yi alıp, ardıma bakmadan Dogu Beyazıt’a taşındım. Kör olası, ogmayası Mısto deyyusunun, katliamın ardından Tevos’un evine taşındıgını duydum. O gün bugündür, kendisini ne gördüm, ne de tek kelime konuştum. Kendisine haber saldım. Ha bugün, ha yarın hakkın rahmetine kavuşurum. Mezarıma kesinlikle gelmesin. Gelirse, yattıgım tabuttan kalkar, dirilir ve O’nu kendi ellerimle bogarım. O’nu bogamayan ellerimin yerine, babalık hakkım zehir- zıkkım, haram olup, bogsun o deyyusu.

İkamet ettigim Dogu Beyazıt’ta her 23 nisanda, çocukların şiirler ezberledigini, coşkuyla neşe ile dolduklarını heyecanla haykırdıklarını duyuyorum. Oysa ben degil 24 nisan, altında ezildiğim bu utançla geçen hiç bir günde neşe ile dolamıyorum.  Tabiatta yer edinen bütün canlıları sevmeme ragmen, kargalara da artık sıcak bakamıyorum. Ah… İçim kan aglıyor. Gözlerimden fışkıran yaşam sevincimi; yüregimden, bedenimden, beynimden ve benligimden, o kahrolası günde söküp aldılar. Kalbimi acıtan bu ar duygusuyla, neşe dolamıyorum!
 
 Amsterdam, 24 Nisan 2013
 
*Ermenicede kısa boylu, bodur anlamanda.
 **Ermenicede merhaba anlamında.

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..