Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Eski sevdaların ardından...

Eski sevdaların ardından...
 

Merhaba, en eski sevdan neydi diye sorduğunda elinde mikrofon olan çocuk, "hatırlamıyorum" diye cevapladı İstiklal Caddesi'nde yürüyen kız... İçim burkuldu, canım sıkıldı hiç tanımadığım bu kıza... Sırf ilk sevdamın ya da ilk sevdası olduğumun "hatırlamıyorum" cevabı verebilme ihtimalinin içimi kemirmesine izin verdiği için...

İlk sevdam futbol topumdu benim, plastikten beyaz üzeri siyah çizgili... Mahalle maçlarının olmazsa olmazı, patladığında yenisini alabilmek için herkesin dayılarından dedelerinden para dilendiği...

Sonra Melda'ydı ilkokulun beş senesinde kedi gibi dibinden ayrılmadığım; Orhan'la Cenk'le uğruna kavga ettiğim, dansa davetlerin Aslı'yla gözdesi... İzini kaybettim şimdilerde, bir türlü bulamıyorum...

Lise'de şıpsevdi oldum... O yaşların verdiği bir ayran gönüllülük, otobüste saçlarını arkaya atan kız bile uyutmamıştı beni iki hafta. Yaz aşkları vardı, Arzu'yla başlayan ve bir türlü bitemeyen... Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı ve en popüler kızlara yaranmak için yapılmayanın kalmadığı... İlk beraberliğim vardı hiç unutmadığım tam onyedisinde... Hala konuşurken yüzümüzde tatlı bir tebessüm... Ona çok şey borçluyum...

Ve şimdi geriye dönüp baktığımda tek aşkı yaşadığım kadını lise sınıflarında bulduğumu görüyorum. Küçücük bir sevdanın okyanusları aşıp sığ limanlarda karaya oturduğunu... Allah herkese böyle bir sevda masalı nasip eder inşallah, ayaklarını yerden kesen, yapmam dediklerini yaptıran, yağmurlu havalarda bile gökyüzünü sadece yıldızlardan ibaret gösteren, hayatının anlamı o oldukça Küçücük bir kedinin kocaman bir göbekte huzurla uykusunu birleştiren... İmkanlar kısıtlıyken insan daha çok değerini biliyor sevginin, sevgilisinin; ne cep telefonu, ne araba, ne de para... Hiç biri yoktu belki ama inanılmaz bir coşku vardı, Çengelköy'de surların dibinde, Çamlıca Tepesi'nde tel örgülerde, tanımadığımız bir çocuğun verdiği gülde, Metallica'da, Erenköy'de, Ağva'da... Buram buram bir sevda masalıydı bir sabun köpüğü misali yok olup giden... Şanslıyım hala seviyorum Küçücük'ümü... O da beni...

Sonra gerçek sevginin, mantığın, birlikteliğin belki de evliliğin ne demek olduğunu anlamaya çok yaklaştığım kadın... Hayatımın üçte birine yakınını geçirdiğim ve beni ben yapan kadın... Özleminle hala yanıp tutuştuğum, içimdeki kocaman boşluğu silip atamadığım, yerine yenisini koyamadığım... Bir erkek beraber olduğu kadın kadar vardır derler ya, ben dünyalar kadar vardım; benliğimi hissettim onunla, adam olduğumu... Neler yapabileceğimi, nelere göğüs gerebileceğimi onunla gördüm ve her şeyden herkesten çok sevdim... Ve inanılmaz bir tezat ama oması gereken; çok sevdiğim için artık ona zarar veremezdim, bitti... Ve ben yedi sekiz senedir onsuzum... Boşlukta sallanan içi boşalmış koca bir ağaç gibi, denizlerde savrulan hayalet bir gemi...

Sonraları uzun bir boşluk... Kurtulmaya çalıştığım bir yalnızlık... Arada çıkan kıvılcımlar, ki kıvılcım sevda ateşi için olmazsa olmazlardandır...

Mozaik pastanın yarattığı bir mucize ve Küçük Prens'in kurdurduğu hayaller...

İlk buluşmamızda mantı yediğimiz ve hayat şurubu olabildiğim Küçücük bir sevda masalı... Öyle bir sevda ki fırtınalı bir gecede denizin dalgalarıyla, gökyüzünde şimşekler üzerine kurulu... Herkesten kaçarak yaşanan, tüm kurallara karşı koyan, hayattaki tek aşkımın adını alan, yeniden bir Küçücük yaratan ve Şişman Bir Masal Kahramanı'nın hayatını aydınlatan sevda... Yazık ki kaderi öbür Küçücük sevdayla aynı olan bir sabun köpüğü misali yok olan... Neyse ki hala hayatımda, ve hep orada olacak; ne yazık ki gözüm hep üzerinde... Kimsenin zarar vermesine izin veremem...

Bir de adını koyamadığımız bir efsane var... Ben İki Aile'de yeniden yaşamaya başladım bu efsaneyi... Sonra şarkılarda çıktı yeniden ortaya... Çocukluğumun unutulmayan, hiç yaşanamayan, nedense sırası hiç gelemeyen çok masum bir sevda masalıydı... Allahtan herkesi mutlu eden bir sonu oldu... Evli şimdi, allah bozmasın çok da tatlı bir adamla hem de... Yalnız bir şarkı var ki hiç bir zaman gerçek olamayacak; "Elbet bir gün buluşacağız, bu öyle yarım kalmayacak..." kulağımdan gitmiyor...

Bir uzakdoğu efsanesi var... Sevgilim olsa belki de o kadar beni mutlu edemeyecek bir kadın... Sesini duyduğumda geceleri uyumak için hiç bir şeye ihtiyaç bırakmayan... Yüzünü gördüğümde gözlerimi bile açmaya gerek duyurmayan... Yanında olduğumda da dokunmak için başka hiç bir şey aratmayan... O'nu anlatabileceğim tek kelime ulaşılamayan... Kedileri kadar şanslı olamadım, ya da acı çektiren sevgilileri kadar... Tek tesellim her yok oldu dediğimde yeniden bir anda parlayıp ortaya çıkan bir yıldızım var... Hakettiği kadar olmasa da zam almış tatlım...

Bir ada delisi var hayatımda... Şu an için yazmanın erken olduğunu düşünmüştüm ilk başta... Sonra olamayacakların farkındalık başladığında yaşananın keyfini paylaşma gerekliliği hissettim... Bana rüzgar olduğumu hissettirenin hayatını düzeltemediğim için üzüldüğüm bir yonca yaprağı... Bakış açısını bir türlü çeviremediğim, sadece yüzüne anlık da olsa gülümseme yerleştirebildiğim... Vazgeçme bu hayattan, nefes almaktan, sevmekten... Telefonla olmayan, hep yanında olabilecek omzunun üzerindeki yel olan bir sevdayı bulabilmen dileğiyle...

Ben bile bu kadar mutluluk veren kadının hayatımda olmasını haketmediğimi düşünüyorum bazen... Sonra çok şanslı olduğumu düşünüyorum, Tanrı'nın bana bahşettiği bu kadar güzelliği bir daha yaşayamasam da şimdiye dek yaşadıklarımın benim için çok büyük bir talih olduğunu biliyorum...

Son nefesime kadar seveceğimi, mutlu etmek için yaşayacağımı ve hiçbirinin diğerinin yerini alamayacağını biliyorum... Kalbim çok büyük, her sevdaya yer var... Ama şu aralar tek bir tane, hayatımın tek anlamı, beni anlayan ve sömürmeyen en saf sevgim, Naz'ım...

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 24
: 670
Kayıt tarihi
: 07.03.07
 
 

İyi bir tahsil hayatı; Galatasaray Lisesi, ardından Boğaziçi... Etiket olarak iyi de sonuç olarak ne..