Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '16

 
Kategori
Deneme
 

Eski Türk filmleri penceresinden bugünkü dünya

Eski Türk filmleri penceresinden bugünkü dünya
 

Benim kuşak eski Türk filmlerini bilir.


Benim kuşağın sinema severleri eski ve çoğu siyah beyaz Türk filmlerini bilirler. O Erol Taş'ın, Hayati Hamzaoğlu'nun ağa rollerinde, bey rollerinde çok başarılı oldukları filmleri.

Köyde maraba olarak yaşarken bir şekilde öne itilen yağız delikanlıların bu ağalarla ve ağalık düzeniyle mücadelelerini konu alırdı bu filmler.

Bir kısmında köyün delikanlısının yoksul ama güzel sevgilisinin başına ağanın oğlu tebelleş olurdu. Saf bir sevginin ortasına diken gibi girer, “ben ağa oğluyum, bu kız şöyle ya da böyle benim olacak” der de başka bir şey demezdi bu ağa oğlu.

Adamlarını salardı ortalığa. Sıkıştırırdı köyün delikanlısını. O sıkıştırınca esas oğlanın annesi de sıkıştırırdı. “Yapma oğul, etme oğul, biz bunlarla uğraşamayız” derdi.

Ağa tarafı bir taraftan da kızın yoksul anne babasına yapışırdı her yoldan. Onlar da kızın başının etini yerlerdi. “Bırak bu çulsuz yoksul sevgiliyi; bak başına talih kuşu kondu; ağanın oğlu istiyor seni” diyerek onlar da kıza dar ederlerdi dünyayı.

İşler kızıştığında ağaların öfkesi görülmeye değerdi. Peh peh, Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu öyle güzel oynarlardı rollerini biz seyirciler bile hem kızar, hem korkardık onlardan.

Bir keresinde kendisi ile yapılan röportajda rahmetli Erol Taş gittiği yerlerde işin aslını bilmeyen sinema izleyicilerinin kendisini gerçek ağa zannedip saldırdıklarından söz etmişti gülerek.

Onu tanıyanlar gerçek yaşamda babacan, iyilik sever bir insan olduğunu anlatırlardı.

Evet, eminim ki, onlar iyi insanlardı. Onlar sadece geçimlerini sağlarken kendilerine önerilen rolleri en iyi şekilde yapan usta sanatçılardı.

Tabii, bu filmlerin şehir versiyonları da vardı. Şehirdeki mafya babaları ve onlarla mücadele etmek durumunda kalan saf, yiğit esas oğlanların mücadelelerini konu alan filmler.

Masum genç kızları kötü yola düşürüp buradan para kazananlar, genç, yoksul delikanlıları uyuşturucu hesaplarında harcayanlar ve onlarla mücadele eden yiğitler de vardı.

Dediğim gibi onların hepsi rol yapıyorlardı. Onlarınki sadece ekmek davasıydı.

Ne var ki, onların rolleri gerçek dünyadan çalınmış rollerdi. Yani gerçek dünya, gerçekten ağalarla, beylerle, krallarla, derebeyleriyle, şahlarla, mafya babalarıyla, uyuşturucu ve kadın tüccarlarıyla doluydu.

Filmlerin iyi gişe hasılatı yapmalarının bir nedeni de buydu. Pek çok toplumsal acıya dayanıyordu senaryolar. İnsanların yürek sızılarına, tanıklıklarına, kızgınlıklarına dokunuyordu. 

İzleyiciler, gerçek dünyada tokatlandığını görmedikleri bir şeyi hiç olmazsa filmlerde görüyorlardı. Ağaların, beylerin, mafya babalarının bu filmlerde yenilip rezil olduklarını izliyor, rahatlıyorlardı.

Şimdi o eski Türk filmleri dönemi geride kaldı. Herkesin cebinde akıllı telefon denen birleşik cihazlardan var ve o cihazlarla her gün yeni milyonlarcası üretilen videolara, seslere, yazılı verilere ulaşan insanın beğenileri de ilgi alanları da değişti.

Değişmeyen tek şey en küçüğünden en büyüğüne ağalık, beylik düzenleri. Yerkürenin her yerinde hala en küçüğünden en büyüğüne ağalık düzenleri devam ediyor.

Dünyanın Suriye sahnesi bu ağalık, beylik düzenlerinin en dolaşık görünen ama en net mesajları veren görüntüleriyle dolu.

Ağalar, marabalar, taşeronlar, bayiler, uşaklar, esas oğlanlar, masum ve sessiz kalabalıklar hepsi orada. En küçüğünden en büyüğüne bütün ağalar orada. Sahnede gözükmüyor olsalar da, dünyanın en büyük ağaları da orada. 

Ve işin kötüsü bu da bir film değil. Bir gerçek. Gerçeğin dibi...

Dünyanın ağalarının çirkin, kanlı dişlerini gösterdikleri ama yüzlerini hep maskeli tuttukları bir yağma yeri.

Bu sahnede gözüken en güçlü kişiler, en baba devletlerin yöneticileri bile birer kukla. Onların öne sürüp vekaletle savaştırdıkları da kukla. 

Tam arkalarında dünyanın kanını, iliğini emen ve paraya hükmeden güçler var.

O adları çok dile getirilmeyen, belki de getirilemeyen güçler.

Yıllar içinde sömüre sömüre öylesine fütursuz, öylesine vahşi hale gelmişler ki bırakın dur demeyi parmakla işaret edenlere bile tahammülleri yok. Youtube ve benzeri siteler bunları anlatan videolarla dolu. 

Dünyanın eski dünya olmadığını, çağdaş bunca haberleşme teknolojisinin o eski sırlarını rüzgar gibi dünyanın her yerine anında savurduğunu, kendilerini güneşe çıkarmaya başladığını görmezden geliyorlar.

Aslında biraz da aldırmıyorlar.

Karşılarındaki her ülkeden, her ulustan, her inançtan yoksul kalabalıkların kısa vadede kendileri karşısında bir araya gelip güç oluşturamayacaklarını biliyor ona göre davranıyorlar.

Ellerindeki dünyayı havaya uçurabilecek güçlerin farkındalar ve onlara güveniyorlar.

Bilmedikleri tek şey haberleşmenin bu kadar kolaylaştığı bu dünyada her an onların hesaplarını da allak bullak edecek gelişmelerin ortaya çıkabileceği gerçeği.

Eski Türk filmleri gibi miadlarının dolmuş olabileceği hiç mi hiç akıllarına gelmiyor.

Ama  dünyanın her yerinde işin farkına varan kalabalıklarda yavaş yavaş öyle bir umut yeşeriyor.

Saklı fildişi kulelerindeki baronlar bunun da farkındalar.

Ne kadar işe yarayacak bilmem ama kesinlikle buna karşı da bir şeyler hazırlıyorlar.

Sonu ne olur diye sorarsanız, her şeyi zaman gösterecek. 

Bu sömürgen baronların sonunu filmin arasında çıkmak, ömrünü tamamlamak zorunda olacaklarımız belki görmeyecek ama filmin sonuna kadar izleyecek olanlar, ömürleri buna yetenler mutlaka görecekler. 

Nasıl ki biz içimizdeki taşeronun sonunu gördüysek onlar da bunların sonunu görecekler.

Adalet eninde sonunda, şu ya da bu şekilde ve bu dünyada da tecelli edecek.

O eski Türk filmlerini izlemiş biri olarak ben buna inanıyorum. 


26/12/16
08.40

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..