Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '07

 
Kategori
İstanbul
 

Eskiden kalmaydı İstanbul

Eskiden kalmaydı İstanbul
 

Çekin ellerinizi inci gerdanlığı boynuna takılı, mavi yazmalı, gül dudaklı, altın saçlı, narin elli, ince belli dilberimden. Çekin ellerinizi gönüllerin sultanı, yedi cihanın hülyası, dertlilerin devası, aşıkların yuvası, şehirlerin en alası Şehri İstanbul’dan.

Anlatmak mümkün değil ki içimde yanan ateşi. Bir sevgilinin dünyadan ayrılış gibi izlemekteyim her gün yıkılıp yok edilişini. Nasıl da isterdim alıp uzaklara götürmeyi seni. Her güne uyandığımda birileri demir elleriyle deşmekte göğsünü, her gece yattığımda birileri kanla yıkamakta sokaklarını caddelerini, birileri yavaş yavaş kıymakta sana yok etmekte ve ben çaresiz seyretmekteyim asırlardır sükunetini koruyan bedeninin sona doğru gidişini.

Yazdan kalma bir akşam, ılık rüzgarların esmekte denizden ki bu poyraz olsa gerek, Eminönü’nde bir vapur iskelesinde bekleşen insanların kalabalığı arasında seyretmekteyim seni. Arkamda 100 yıllık bir İmparatorluğun bıraktığı haşmetli kubbelerin arkasında çil çil altınları, çeşit çeşit baharatçı dükkanları, halıcıları, boyacıları ile bir Kapalı Çarşı. Kuşlar şakıyor altın kafeslerde, bir çocuğun bakışları havada asılı duruyor, bir kadın telaşla adımlamakta kaldırımları, ezan sesleri yükselmekte, vapur düdükleri, martı çığlıkları...

Geçmişle gelecek arasında gidip geliyorum. Bir Osmanlı Sultanı oluyorum Topkapı Sarayı’nda ya da bir Matmazel Eleni, Bible House İmmanuel Kilisesi’nde. Eski İstanbul’u yaşıyorum beynimde, hiç yaşamadığım sadece hayallerimde gezindiğim lale bahçelerinden geçiyorum, bir sarayın bahçesinde havuz başı sefasındayım sazlar çalınmakta Çamlıca’nın bahçelerinde, Üsküdar’ a gider iken yağmurlar yağmakta, mehtapla bir gecede Kanlıca’da sandal sefası yapmaktayım ve Şehri İstanbul dolmakta ciğerlerime. Büyük Ada’da akşam olmakta son vapur kalktı kalkacak yetişmek için acele ediyor ayaklarım, oh şimdi bir de çay içerim şöyle demli, iki dostla karşılaşırsam da muhabbetle geçer yol. Bitmesin bu hayal ben yaşayamamışlığımın çıkmaz sokaklarında gezineyim.

“Abla abla mendil alsana”....”Ne efendim”. “Katibime kolalı da mendil ne güzel yaraşır”. “Abla ne katibi ya deli misin nesin”. “Abla bir mendil alacaksın alt tarafı deli numarası yapmana ne gerek var”. Aman be çocuk tam da bir paşa ile göz süz üşmekteydim, mendilimi atmıştım yere öylece geçmekteydim.

Bu şehir içine alıyor beni, yaşamadıklarımın hatırasını kurduruyor bana. 100 yıl geriye götürüyor Eminönü beni. Kapalı Çarşıda bir şadırvanın başında içiyorum bir bardak tavşan kanı çayımı. Etrafımda kubbeler yükseliyor minareleri altın sarısı, bir yandan çanlar çalıyor, “akşam simidi bunlar” diye bağırmakta bir adam, iskeleye yetişmek gerek boğaz vapuru kaçarsa ne olacak. Şimdi bir sandal sefası yapılmaz mı şöyle Haliç’te, Ada vapuru sireni çalıyor. Boğazın üstüne ay düşmüş yine bu gece. Ünlü üstadın şarkısını fısıldıyor ayın aksinin vurduğu suyun oynak dalgaları. "İstanbul’u sevmezse gönül Aşkı ne anlar, aşkı ne anlar? Düşsün suya yer erisin eski zemanlar, ah eski zemanlar.

Güfte: “Münir Nurettin Selçuk”
Fotoğraf: www.unikampus.net

 
Toplam blog
: 61
: 1378
Kayıt tarihi
: 13.07.07
 
 

Sadece yazmayı seviyorum hepsi bu. ..