Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Eskimeyen dostuma bir mektup

(Beni maymun ettin sende olasın, aşkımı inkar edersen Darvin’den bulasın)

Her hafta sonu locada tek başına oturup kibarca önündeki ton balığı salatasını kurcalayıp kola içen bankacı abimiz, bu gece planladığı eylemi nihayet harekete geçirmiş gibi görünüyor.

Kendisinden biraz uzun boylu, sakin sakin konuşan tatlı bir hanımı yanına eklemeyi başarmış sonunda. Kadın her makyajını tazeleyip locanın merdivenlerini tırmandığında bizimkinin özgüven duyguları tavana vuruyor. ‘Hey millet işte bu kadın benim!’ der gibi kolasından büyükçe bir yudum alıp kasıldıkça kasılıyor.
Yine de bunu hak ettiğini söyleyebiliriz.
Ama bir strateji hatası yaptığı da ortada. Bir iki kadeh beyaz şarap bu ilk gece gezmesinin olası bazı aksiliklerini erteleyebilirdi.
- Bak Füsuncuğum Ben insanları bir bakışta tanırım, iyi mi kötü mü şıp diye anlarım.
- Ay ben de öyle...
- Ben denizi olmayan bir kentte yaşayamam.

- Ay ben de...

(İğnem düştü yerlere, karıştı gazellere, gözüm çapkın alışmış bakarım güzellere)
Sahnenin tam önüne .ok varmış gibi oturan şu kirli sakallı, kazma dişli adamın yanında kendi halı mağazasında çalıştırdığı Rus tezgahtar var.

Onların senaryoları belli.

Ama Rus hatunun pek tadı yok sanki. Belki de şarap yaramadı

Bu halıcı adam daha önce gözümüzün önünde yüz doları yakıp kül tablasına atmıştı. ‘Sen busun işte’ demişti yanındaki başka bir ecnebi kadına.

Daha önce benzerlerini görmesek bu sahneden etkilenebilirdik belki...

- Maria iyi misin gızım kaldırsana başını...

- Gitmek istiyor ben...

- Ulan bir daha seninle bi yere çıkanın...

- Ben istiyor uyumak...

(Damıtılmış birer birer, eski dostlar eski dostlar)

Aha bak bunları ilk kez görüyorum burada. Dört kişiler, üçü sap. Kız Antalya Lisesinde memurmuş. Sapların ikisi öğretmen diğeri de hukuk fakültesinde öğrenci. Şen şakrak sohbetleriyle birbirlerinin zihnini açıyorlar. Onlara müzik yapmak keyifli, gerçi az önce kulak misafiri oldum bizim Cem’in çaldığı kemanı pek ruhsuz bulmuşlar.

Cem’in kemanı ruhsuz mu bilemem. Ama bildiğim Cem kronik işsiz bir petrol mühendisidir ve özellikle karısından boşandıktan sonra sadece her akşam içip öğlene kadar yatmak için bizimle müzik yapıyor.

- ... abi ben ne bileyim bara annesiyle geleceğini..

- Aha ahı... Sapıksın oğlum sen, ağır cezalıksın.

- Pis şey...

- Cemiyet zararlısı...

(Ellerimde senetler, kapında sırılsıklam, görürsen beni şaşırma)

Bak bunlar da patronun Side’deki Rent a car’ının ortakları.

Oldum olası buradalar ve sürekli kırmızı et yiyip sert içkiler içerler. Kurdukları bu sistem nasıl işliyor bilmiyorum ama yaşantıları gerçekten çok sağlıksız.

Ne zaman ayılıp da işlerine güçlerine gidiyorlar, çoluk çocuklarını nasıl kollayıp okutuyorlar aklım almıyor.

Bir de sağ olsunlar hiç istekleri bitmez, bize kasetçalar muamelesi yapmaktan hiç gocunmazlar. Sadece şu yeşil ceketli olanını biraz severiz biz.

Lakabı bay yirmi milyondur.

Her seferinde nota sehpasının üzerine bi yirmilik bahşişi muhakkak bırakır.

- koçum bize bir sarımsaklı ekmek yolla...
- hocam duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini...
-hocam Ellerimde çiçekler şarkısı var mı?
-ben testi kebabı istiyorum.
(Aramakmış oysa sevmek, hastasıymış oysa millet)

Bu prenses görünümlü kraliçe de bizim restoranın halkla ilişkiler müdiresi.

Dört kişiden oluşan ‘yalandan nağmeler’ müzik gurubu bu boğaz tokluğuna yaptığı müziğin bütün ilhamını bu kadının kokusundan, yürüyüşünden, ses tonundan alıyor.

Onu ortalıkta görmediğimiz zaman müziğimizdeki enerjinin kayboluvermesi bir yana suratımızı da asıp ayrılık türküleri söylemeye başlıyoruz.

Biz dört çalgıcı, aramızda gizli bir anlaşma bile yapmışız sanki.

1) Kimse bu kadına aşık olmayacak.

2) Kimse ona ‘esaretine talibim’ demeyecek.

3) Özellikle Okan ve onun tuhaf şiirleri bu kadından uzak tutulacak.

İlk iki maddeye uyduğum için muhalefet şerhi koyduğum üçüncü maddeye uymamam yersiz ve amaçsız olurdu.

Keşke biraz da işe yarasa.
-Arkadaşlar bu akşam .... firmasından yüz kişilik bir grup gelecek ve bizden yemek müziği istiyorlar.
-Arkadaşlar ben size döneceğim.
-Arkadaşlar .... işi yattı.
(Tamburamın telleri, kara kızın gözleri. Kara kızı gözlerken kaybettim öküzleri)
Şu sigara dumanı içki kokuları içinde koşuşturup duran kerata da patronun ikinci evliliğinden olan ilköğretim talebesi oğlu.

Ne uyur, ne acıkır, ne susar öylece koşuşturup durur ortalıkta.

Buralarda maskot gibi bir şey olmuş velet. Tuncay’ın klarnetini kurcalar sürekli. Tuncay’ın canını al ses etmez ama klarnetine biz bile el süremeyiz, maraza çıkarır. Halbuki ne olacak ver çocuk oynasın işte kaldırıp yere çarpacak değil ya.

- Tuncay abi bu düğme ne işe yarıyor?

- Tuncay abi bunun sesi nereden çıkıyor?

- Tuncay abi... (Yavrum bi dur)

(Ne saray ne hamam ne han isteriz. Nerde gün batarsa orada yatarız. Bazı altımızda kuş tüyü döşek, bazı örtünecek yorgan bulunmaz. Bazı mısra gibi dudaklardayız bazı kimsin diye soran bulunmaz)
İşte babacan bir iş günü daha bitiyor.
Birazdan haftalıklarımızı alacağız. Bereketsizdir gerçi ama fena da para değildir.
Sana hiç geçim dertlerinden bahsetmeyeceğim bugün, zaten sokağa çıkıyorsan görüyorsundur olup biteni.
Şu yarım aklımı da bu eğlence dünyasının peşinde yormaktan, tüketmekten korkar oldum artık.
Geceyi gündüze, gündüzü geceye katarsın da yıllar sonra bir bakarsın, verem olduğunda içine tükürecek bir avuç kuma bile sahip olamamışsındır.
Hadi gel bu yazıya uygun bir filozof uyduralım ve onun çarpıcı bir lafıyla bitirelim bu zevkli mesaiyi.
‘Hayat çakıl taşı gibidir ama bazen de öyle değildir bu durumda biz ‘hayat çakıl taşı gibidir’ diyemeyiz.
Vilyim Saftirik.

Kendine iyi bak o üzerinde ‘hayatımı kurtar’ yazan tişörtü de giyme bir daha. Yakışmaz bizlere.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..