Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '07

 
Kategori
Mizah
 

Ev hanımlarına "işsiz" mi dediniz?

Ev hanımlarına "işsiz" mi dediniz?
 

Çeşitli amaçlarla hazırlanan bilgi formlarında ev hanımlarının mesleği bölümünü “işsiz”, “çalışmıyor”, “sadece ev kadını” biçiminde dolduran bay ve bayanların, bu bölümü değerlendirmeden önce bir kez daha düşünmelerini öneririm.

Eylül ortalarında işten ayrıldım. Fırsat fırsattır diyerek, evde hem dinlenip hem de bilgisayarda yapmam gereken işlerime vakit ayırmak istedim. Yaklaşık on gün kadar önce, odama kapanıp bloglarda gezindiğim bir öğle saatinde, annemin salondan gelen çığlığıyla fırladım yerimden. Çiçeklerin tozunu almak için çıktığı koltuğundan üzerinden bir anlık tansiyon düşmesi sonucu dengesini kaybeden annem, kolunun üzerine düşerek bileğini beş yerden kırmış. Hemen hastaneye koşturuldu, röntgen çekildi, kol alçıya alındı… Doktor, alçının bir ay kadar kalacağını söyledi.

Aynı günün akşamı, Deniz’in bir yorumuna yanıt verirken, “Anneme ev işlerinde yardım edeceğim; blog yazmak için de artık bol vaktim olacak” şeklinde, son derece bilinçsiz bir cümle kurmuşum. Nedir yani yardım edilecek iş? Sabah makineyle şöyle bir yerler süpürülür, bulaşıklar makineye dizilir, arada belki toz alınır, ufak tefek işler çıkarsa da onlara el atılır… Yemekleri zaten akşam işten gelen kız kardeşim hazırlıyor. İki kız kardeş, bir de ben; evde toplam beş kişiyiz. Yapsam yapsam ne yapabilirim ki en fazla? Valide sultanı evde yalnız bırakamayacağımdan, zaman geçirmek için oturup bol bol yazarım diye planlıyorum.

Sabah ilk iş, mutfağa girip sultanımızın kahvaltısını hazırlamak. Çay demlenir, masası hazırlanır, yiyecekleri tabağına doldurulur, tek eliyle çatal bıçak kullanamadığından her şey özenle dilimlenir… Kahvaltı masası toplanır, temizlenir, kirliler makineye doldurulur… Sigaranın ardından elektrik süpürgesi açılır, her taraf süpürülür…

- Anne, yahu daha dün süpürmedik mi biz bu evi?
- Evladım, cam çerçeve açık. Tozlanıyor işte ev.

Süpürgeyi toplayıp yerine koyduktan sonra bilgisayarın başına oturabilmek için odama yönelecek gibi oluyorum, içerden sultanımın sesi geliyor:

- Aaaalllpp..

Bulunduğumuz yerden “Efendiiiiiimmm” diye seslenemiyoruz tabi şimdi; hiç sesimizi çıkarmadan yanına gidiyoruz.

- Markete çık da bir şeyler al. Kardeşin akşam yemek yapacak.

Alış veriş listesi elimizde, paşa paşa gidiyoruz süpermarkete. Baldo pirinç, bilmem bir şeyli tuz, et reyonundan falan filan, bilumum ıvır zıvır… Her dört reyonda bir anneme telefon ediyorum:

- Şunu istemişsin ama, bunun bu kadar çeşidi var. Hangisini alayım?

Alışveriş sonrasında eve dönmekle bitmiyormuş iş. Zira bugüne dek, alınanları mutfak masasının üzerine koymak yeterliydi. Her şey poşetinden tek tek çıkarılır, kimi buzdolabına, kimi sepete, kimi başka bir yere konur…

Odaya geçilir, bilgisayarın başına oturulur, aradan henüz yarım saat geçmemiştir ki:

- Aaaaallllpppp…
- Şu kolumu sıyırıp tansiyonumu ölçsene.

Tansiyonunun normal olmasından dolayı mutlu olan elli iki yaşındaki annem, yanına beni de alarak banyoya gider. Gösterdiği çekmeceden bir bez almamı ister. Temizleyicinin yerini gösterir:

- Şu lavaboyla aynayı bi silelim.
- Nassı yani??? Bütün gün, içinde su akan lavabo kirleniyor mu ki?
- Evladım sen hiç yalnız yaşamadın mı?
- İyi de, o zaman kız arkadaşlar geliyordu eve.
- Evinin işini elin kızına mı yaptırıyordun?
- Yoo… Ben bir şey söylemiyordum; kendileri yapıyorlardı işte.

Lavabo silinir, yerlerin suyu alınır… Odada aşağı yukarı bir saatlik bir zaman geçmiştir ki:

- Aallpptekiiiiiinnn..

Adımı uzun okuduğuna göre uğraştıracak bir iş var yine.

- Söylemeyi unuttum bak. Çöpler atılacaktı be oğlum.
- Anne, iki gün önce üç torba çöp çıkardım ben bu evden. Konu komşu bizim mutfağı konteyner niyetine mi kullanıyor anlamadım ki!
- Sen üç günde bir mi gidiyorsun tuvalete?

Aldın mı ağzının payını! Çeri çöpü toplayıp çıkıyoruz evden. Dönüşte tekrar odaya geçiş, bilgisayar başına oturmaya teşebbüs ediş… Biraz oyalanabildikten sonra saati fark edip, bu kez annemin seslenmesine gerek bırakmadan (zira salt kendisi için bir şey talep edebilen biri değildir annem) mutfağa gidip öğle yemeği hazırlıklarına başlanır. Yemek yenir, masa toplanır, silinir, bulaşıklar önce sudan geçirilir, sonra makineye dizilir (ki ilerleyen zamanda bu makinenin boşaltılması, tabak çanağın yerleştirilmesi filan da var)…

Öğle yemeğinden sonra 1-2 saatlik boş zaman bulabilirsem kendime, yapılacak işlerlerimle ilgileniyorum. Tabi kısa aralıklarla gidip Valide Hanım’ın ne yaptığına bakmak durumunda olduğumdan, kesintisiz bir oturma durumum olmuyor o sandalyede.

Valide Hanım yine seslenir içerden. Balkondaki çamaşırlar kurumuştur artık ve toplanma zamanıdır. Bu şu demek: O çamaşırlar toplanacak, sepete konacak, ütülenecek, katlanacak, dolaplara yerleştirilecek… Bir tek cümle, belki 2-3 saatlik bir işi barındırıyor içinde. Ben sadece toplayıp sepete atma kısmına bakıyorum; ütü ve sonrasını kızlar hallediyorlar.

Akşam olup da ailenin diğer bireyleri eve geldiğinde, biraz daha hafifler gibi oluyor benim işim. Babam bir yandan, iki kız kardeşim bir yandan, herkes bir şeyler yapıyor (ve o bir şeyler, nasıl oluyorsa bir türlü bitmek bilmiyor!)…

Akşam yemeğinden sonra bir kez daha masa toplanıp da masa silinmesi, tabak çanağın suya tutulup makineye dizilmesi, makinenin çalıştırılması seremonisi başladığında, daralmaya başladığımı hissettim. Aynı şeyi gün içinde belki dört kere yaptık biz yahu!

Yemekten sonra kardeşlerden biri ütüye başladı, diğeri ertesi günün yemeklerinin hazırlığına girişti, bana yine balkona çamaşır asmak düştü….

Akşamları dışarı atıyorum kendimi; nasıl olsa evde birileri var. Ve lakin gece de bitmiyormuş bu ev işi dedikleri. İllaki silinip süpürülecek bir yer bulunuyor, mutlaka bir şeylerin sökülüp takılması gerekiyor…

Ben, iki kız kardeşim, arada babam, gün içinde sık sık gelen kuzenim… Toplamda beş kişinin yaptığı işi, elli iki yaşındaki annem hemen her gün ve tek başına mı yapıyor yani? Kaba bir hesapla, bu kadının oturup keyif çayı içmeye zamanı yok! Eee? Ama aynı kadın kitap okumaya, bilgisayarda oyalanmaya, arkadaşına gitmeye veya misafir ağırlamaya, film izlemeye ve daha birçok şeye de zaman ayırabiliyor.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak; ben ev kadını olsam ve birileri beni “işsiz”, “çalışmıyor” gibi sıfatlarla tanımlamaya kalksa, hiç gözümü kırpmadan öldürürdüm sanıyorum.

O bilgi formlarını hazırlayan baylar ve de bayanlar… Şöyle bir ay boyunca evde annenizle yalnız kalın bakayım; bir daha ev hanımları için “çalışmıyor” diyebiliyor musunuz!...

Not: Bu ara bizim evde var bir aksilik. Yazıyı yazarken içerden yine annemin sesi geldi. Bir tuhaflık sezinlediğimden, yine koşarak çıktım odadan. Banyodaki vanalardan biri patlamış ve banyodan dışarı tazyikli su fışkırıyor. Tabi ben öyle yalınayak fayansın üzerinde suyu kapatmak için koşmaya çalışırken; o ayak kay, önce kapının köşesine vur, ayağın dış kısmı hafifçe parçalansın ve o acıyla yere yıkıl… Sonra emekleyerek gidip ana vanayı kapa… Daha sonra da iki saat yatağın üzerinde kıvran dur. Dün de babam merdiven düşmüş ama şans eseri önemli bir şey olmadan atlatmış. Annem bir kolunu kullanamıyor, ben tek ayak üzerinde aksayarak yürüyorum ve tüm gün evde iki çolak baş başayız… Muhteşem ikili dedikleri böyle bir şey olsa gerek…

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..