Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '13

 
Kategori
Güncel
 

Fatih Sultan Mehmet Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, Gazi Mustafa Kemâl Türkiye hallerine

Fatih Sultan Mehmet Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman, Gazi Mustafa Kemâl Türkiye hallerine bakıp, ne düşünüyor acaba?!.

Taksim parkının yerine, Taş Kışlanın tekrardan inşa edilmesi için, her şeye engel olma cehtinin sabit olduğu Meşhur Kuruldan, henüz bir izin çıkmış değil. Şu an orada yapılmak istenen: Taksim meydanı düzenlemesi muvacehesinde, parkın bir yanından geçmesi gereken yol için, 9 adet ağacın, park içinde yerinin değiştirilmesinden ibaret bir mes’ele. Pek iyi de bu provokasyon neye? Ve neden yine bu yalan haberler? Kaldı ki, orada bu gürültüyü koparanlar arasında, Bir tane dahî gerçek İstanbullu da var mı acaba? Daha komiği, kışlaya ait olduğu saplanan bir kalıntı yüzünden, o bölümde meydan inşaatının da bir müddet durdurulmuş olması... Bu nasıl bir perhizdir ki; sonunda bu turşu, herkesin midesini bozacaktır!?. Kışlanın kalıntısı bile kıymetli ise, kışlayı niye yapmıyoruz. Yok değilse, mevcut inşaata neden devam edemiyoruz. Gaye sürekli bağcıyı dövmek.

Vay efendim, 3.Köprünün adı neden “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” konmuş?.. Yavuz Alevileri katletmişmiş!.. Bu iddia tarih bilmezliğin dik alâsıdır. Ortada bir harp ve ölenler var. Katle dair geçerli bir evrak bile yok. Ama bir kulp bulunmalı ya. Bağcıyı dövmeye devam. 2.Köprüye “Fatih Köprüsü” adı konmak istenince de kıyamet kopmuş, bu sebepten dolayı da, “Boğaziçi köprüsü” adı ”Atatürk Köprüsü” olarak değiştirilmişti. Bu ne menem bir akıl, ahlâk ve izandır? Bunu anlamak da mümkün değildir. Bütün köprülerin yapımına kafadan karşı çıkacaksın, sonra adına sanına maydanoz olacaksın! Kaldı ki; Fatih ya da Yavuz bizim düşmanlarımız mı? Hayır değil. O zaman nasıl bir mahzuru olabilir, köprülere bu isimlerin konmasının? Yavuz kendi döneminde, Osmanlı topraklarını Üç misli genişletmiş, Kutsî Emanetleri alarak, Mısır seferinden Üsküdar’a kadar döndüğünde; kendisini karşılamak için karşı yakada bekleyen halka karşı, böbürlenme yapıyormuş gibi ayıp olmasın, “-Bu zafer de Cenab-ı Hakk’tandır.” diyerek, gece yarısına kadar beklemiş, el ayak çekilince, İstanbul tarafına sessizce geçecek kadar, mütevazı davranmış bir padişahtır.  Bu lâfları edenlerin hem sülâlelerinde, hem de meclislerinde, yukarıda ismi geçen şahıslardan birinin, tırnağı bile olabilecek nitelikte, birileri varsa, şeref duyup susmayı tercih etsinler. Tenkit edeceklerse de, tarzlarını iyi belirlesinler. Çünkü bu tavırlar karşısında susan bir zümre var. Onlara da gına gelmiş durumda.

Bir yere, o yerle hiçbir alâkası olmayan kişilerin adlarını koymak, siyasilerin adlarını koymak, zalimlerin adlarını koymak, gayet anlamlı adı olan bir yerin, hiç düşünmeden adını değiştirip, oraya başka ve anlamsız ya da istenmeyecek bir ad koymak, Ve tabiî önüne gelen her yere, Atatürk adını koymak, sadece bize özgü bir manyaklıktır. Tabiî ilk köprüye “Sinan” ismi yaraşırdı. 2.Köprü Sultan Abdül Hamit ismini alabilirdi. Zira Sultan Abdül Hamit, Boğaza köprü ihtiyacını hissetmiş, projelerini bile çizdirmiş, parasızlıktan dolayı köprüyü yaptıramamıştı. Aman Allah’ım! Abdül hamit dendiğinde, kim bilir ne kıyametler kopardı. Hani şu Mustafa Kemâl’i Samsun’a büyük bir heyet ile görevli olarak yollayan ve milleti kurtarması için, donanımlı kılan, halâ herkesin vatan haini zannettiği padişahtan bahis ediyorum. 3.Köprü Mimar Başı Ahmet ismi ile anılabilirdi. Ancak mimar başı Ahmet’i bu ülkede tanıyan Kim? Biz Mithat Paşa Stadını İnönü Stadı yaptık. İnönü futboldan hiç anlamazdı. Muhtemelen nefret de ederdi. Kaldı ki, Mithat Paşanın günahı neydi? Asırlık Kayışdağı caddesi. Fahreddin kerim Gökay caddesi oldu. Bu zatı o cadde üzerinde oturan kimse sevmezdi. Anadolu’da değiştirilen binlerce yer yöre sokak mezra ismi var. Bu isimler o yöre insanının şahsiyetinin bir parçasıdır. Bu sebeple tüm Türkiye’de, eski isimlere dönülmesi şartı vardır.

 Şimdi iyi okuyun. İsviçreli’leri ve kantonları bir arada tutan İki ana unsur vardır. Hıristiyan olmaları ve kanunları. Onun için bayrakları haç şeklindedir. Adalet sembolü malum heykellerine, kaide olmuş olan, Dünya’nın bilinen Dört Kanun adamıdır. İkisinin ismini şu an hatırlayamıyorum. Ancak diğer İkisinden Biri Hamurabi, diğeri de Kanunî Sultan Süleyman’dır.  Keza, Amerikan Kanunlarını kanun yaptığı kabul edilen, Otuz Küsur kanun adamının, parlamento tahtında sayılan isimleri içinde Kanunî Sultan Süleyman’ın da ismi mevcuttur. Şimdi alayınıza soruyorum. Kanunî İsviçreli ya da Amerikalı mıdır? Ve Kanunî adına bir hukuk fakülteniz ya da bir fakültenin bir sınıfına verilmiş adı var mıdır? Bu suratlara bir gün, ecnebiler bile tükürecek olurlarsa, hiç şaşmam. Ne hazindir ki; bu milletin bir kısmı, minnet duygusunu, teşekkür etme adabını, tamamen defterinden silmiş olarak yaşamaktadır.

 Bu tür ciddi meselelerden geçtik. Provokasyon olmadığı müddetçe, Türkiye’de ciddiyete gerek de yoktur zaten. Biz sadece bağcı döveceğimiz zaman ciddi oluruz bizler. Daha günümüze doğru geldiğimizde görüyoruz ki; Adalet Bakanlığı önünde, sebebini anlayamadığımız, Dünya’da Bir benzerini de göremeyeceğimiz, İki adet heykel vardır. Bu heykellerden Biri erkek biri dişidir. Bu dişi heykelin, esasen bakire ve her halde, her konuda, bekâreti de sembolize etmesi gereken Bir heykel olması gerekmektedir. Oysa, diğer erkek heykeli ile sanki, aşna fişne de olabilirler gibi bir haldedir. Erkek heykelinin bakire sevgilisini korumak için, oraya kadar gelmişe benzer ukalâ bir hâli de var.. Biz özel hayata şimdilik girmeyelim. Herhalde Bir pazarcı kızı olduğu için, elinde terazi tutun, muhtemelen bir taraftan da adaleti temsil ettiğini zanneden, bu heykel hanım kızımızın, herhalde tecavüzcüsünü teşhis etmek için. gözleri de açıktır. Yani kendisi bayağı uyanık bir tip. Oysa hepimizin bildiği gibi, adalet heykeli olan virjinin, bir elinde kılıç, diğer elinde terazi vardır ve gözleri de bağlıdır. Gözü açık bu hatun kızımız ile erkek arkadaşının bütün zoru, Türk adaletine, hukuk sistemine ve hukuk adamlarımıza karşı olsa gerektir. Yani “-Türk tarzı adalet heykeli işte budur. Ve bu kadar olur.” demiş, yüksek rakımlı birileri. Ve bu heykeller de yanyana bu biçimde olmuşlar sanki. Başka bir yorum da gelmiyor aklıma. Kanuni’ye de adalet heykeli olarak, böylesi yaraşır bizim aklımızca. Ayıptır gülmesi ama, ben hayatımda bu kadar kaçık bir adalet heykeli yaklaşımını, hiç görmedim. Bu ailevi adalet heykellerini  AKP yaptırmış olsaydı, endişeli modernler, Dünya’yı AKP’nin başına yıkarlar, “-Bir de Üç çocuk eksik o heykelde.” diye tuttururlardı.  Bilen var mı, kimin ne fikirle, ne zaman, bu acaibeyi oraya yaptırdığını? Ve de bu hâli ile orada kalmasını kimin onayladığını? Bilinmesi gereken bir husus daha var ki; O husus: Yavuz’un da Kanuni’nin de Fatih’in de Gazi’nin de, aslında tüm geçmişimizin dahî, Bizlerin bu ucube hâllerimize bakıp, mezarda kemiklerinin sızım sızım sızlıyor olduğudur. Bundan adım gibi eminim. Zîra bu hâllerden dolayı, benim bile her yerim sızım sızım sızlıyor...

Haydar Volkan

Çiftehavızlar: 31.05.2013

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..