Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Fatima Harikalar Diyarında…

Fatima Harikalar Diyarında…
 

29.Eylül 2011 Perşembe DRESTEN/ Sophienkeller


“Yediğin içtiğin senin olsun; sen bize gördüklerini yaşadıklarını anlat” derler. 

Ben de zaten öyle yapmayı düşünüyorum.

Hatta duyduklarımı da ilave ederek “Dresten-Wels” tatilini ve  

Bende bıraktığı izlenimleri sizlere aktarmaya çalışacağım.

29 Eylül 2011 Perşembe günü 13.30 sularında Münih Havalimanına indiğimizde güneşli bir hava tarafından karşılanmamıza rağmen on yedi derece ısı beni ürpertti.

İzmir’in terleten sıcaklığını beraberimizde götürememiştik.

Eşimin: “Şükret yağmur yağmıyor” sözleri beni anında kendime getirmeye yetmişti.

Hedefimiz Dresten (Berlin’in doğusunda ve Berlin’e çok yakın)

İzmir-Dresten direk uçak bağlantısını denk getiremediğimiz için havaalanından kiraladığımız İsveç tankıyla hemen yola koyulduk. 

Ben, daha ufak tefek bir araçtan yana olduğumu dile getirdiysem de fayda etmedi. Koca sözünü ayda yılda bir kez dinlemenin faydası olduğuna artık inanıyorum.

Münih’i arkamızda bırakmış Dresten’e doğru (hızı burada belirtmesem de olur) sol şeritte yol alırken aniden narin ufak tefek bir model arkadan bindirme yaptı.

Gürültülü bu öpüşme sonucunda durmak zorunda kaldık.

Nasıl olduysa oturduğum yerden kıpırdamadım.

Eşimin eline fotoğraf makinesini tutuşturdum.

Vızır vızır yanımızdan akıp giden araçlar tam midemi bulandırmayı başaracaklardı ki eşim elinde kartlar kâğıtlar ve fotoğraf makinesi; yüzünde dayanılmaz bir tebessümle geri döndü.  Hemen yola koyuldu. Aynadan gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmemişti. Bizim İsveçliye arkadan toslayanın kırılmadık dişi kalmamış, ön tampon tarumar olmuştu.

Ve bizimkinin burnu dahi kanamamış; Allah için bir çizik almadan paçayı kurtarmıştı. Tabii ki bizde…
 

  Avusturya’dan bir otobüs dolusu “Kâğıt karton üretiminde uzman mühendisler ve eşleri: Türkiye’den katılacak olan çifti Dresten’de bekliyorlardı.

 Kırk yıldan bu yana yapılan geleneksel toplantının açılış merasimine nihayet yetişebilmiştik.

-----

Dresten ve Elbe nehri bir anda büyüledi.  Londra gibi açık hava müzesini anımsatan bu şehir anlatılamaz.  Bire bir onu yaşamak gerekli; şehir merkezinde bol yıldızlı otelimizin araç park yeri sayısı kısıtlıydı;  sadece bu eksiğinden dolayı değil: odanın tam ortasında yer alan duş kabininden ötürü de tavsiye etmek içimden gelmiyor.

İzmir’de de bir zamanlar pulman adlı bir otel vardı.

Aynı şirkete ait miydi bilemeyeceğim.

Ertesi gün uzman beyler:  Seminere katılmak ve çok modern yeni inşa edilmiş bir kâğıt fabrikasını ziyaret etmek niyetiyle sabahın erken saatlerinde topluca otelden ayrıldılar.

Otuz beş hanım baş başa kaldık.  Birlikte kahvaltı ettikten sonra deneyimli bir rehber hanımın gözetiminde Dresten kazan biz kepçe pırıl pırıl güneşin eşliğinde tarihi kenti keşfetmeye başladık.

Tam dört saat süren bu keşif gezisini bu sayfaya sığdırmam mümkün değil ama bana ilginç gelenlere değinmek isterim.

İkinci dünya savaşında harabeye dönen tüm tarihi binalar restore edilmiş. Yıllarca süren çalışmalar sonucunda ortaya çıkan tablo muhteşem; harcanan onca maddi manevi emeğe değmiş; teşekkür ederek kutlarım.

----

Oldukça yüksek; ağaçlı bir platformdan Elbe nehrini kucaklayan bu tarihi şehri izlerken gözümü haşmetli bir cami kubbesi alıyor aynı zamanda kalbim de hızlı hızlı çarpıyor.

Rehber hanımın verdiği bilgilerden sonra hayal kırıklığına uğruyorum. Benim gözümü alana; yaptığı “Çakma cami” yakıştırmasına hafiften bozuluyorum.

Yasak kaçak işleri (mermi imalatı vs.) kamufle etmek isteyenlere hizmet veren(bir zamanlar) kubbeye uzaktan bir buse gönderiyorum.

---

Gelmiş geçmiş krallar acayip yaşam öyküleri(Anası tarafından yanağından ısırılan, 365 evlada sahip olan, vergi sistemini bu yörede ilk kez hayata geçiren büyük küçük liderler) Kiliseler, müzeler daha neler neler…

---

Kültür gezisinden bitap düşen hanımların bir bölümü alış veriş etmek için guruptan ayrılıyorlar.

Ben tercihimi 140 yaşındaki yandan çarklı bir vapurla; Elbe nehri üzerinde süzülmekten yana kullanıyorum.

 Pişman da olmuyorum.

 Saraylar; eteklerini süsleyen bağlar bahçeler ve espri bombaları kadınlar…

Avusturya’dan Almanya’dan; Beyaz Rusya’dan; anlayacağınız tek yabancı ben değilim.

---

Elbe’nin iki meşhur köprüsünün altından geçiyoruz.

 Köprü deyip geçmemek lâzım “Mavi Harika” Otuzlu yılların başlarında kurulmuş,  bombardımanda yıkılmayan tek köprü; rengini: Güneş ışınlarının; gerçek renginden sarı pigmentleri yok etmesine borçlu (gri mavi)

“Mavi Harika” Dresten’in uğuru; turistleri çeken mıknatıs…

Diğer köprü kardeş ise pek uğurlu sayılmaz; çok genç ve Mavi Harika gibi çelik yığını ama istenmeyen çocuk…

Dresten onun yüzünden aldığı “İnsanlık Mirası” ödülünü geri vermek zorunda kalmış. Doğaseverler: Orada yaşayan bir yarasa türünü tehdit ettiği gerekçesiyle şikâyette bulunmuşlar.

---

Silah sanayinin merkezi olduğundan ikinci dünya savaşında epeyce hırpalanan Dresten: Şimdilerde duvarları bilmem kaç metre kalınlığında iki üç kat yerin altında bulunan mermi barut fabrikalarının dehlizlerini restoran, pastane olarak dünya turizmine açmış.

 Gurup halinde gitmek isteyenler aylar öncesinden yer ayırtmak zorundalar.

Barut Kulesi ya da barut fıçısı adını taşıyan bu mekânlarda cep telefonları görevlerini yerine getiremiyorlar.

---

Dresten’e; kalabalık grubumuza veda ediyoruz.

Kâğıt karton uzmanları derneği 2012 yılında Türkiye’de buluşmayı düşünüyorlar. Ben ve eşim onları davet ettik.

Büyük bir katılım olur mu? Katılım olur mu? Henüz belli değil.

Uçak yolculuğundan hoşlanmayanlar var.

---

Biz rotamızı Avusturya’ya çeviriyoruz. Wels(eşimin doğduğu kent) beş saat süren araba yolculuğundan sonra kendimizi özel kutlamanın ortasında buluyoruz.

 Evlerinin restorasyonunu tamamlayan kayın biraderim ve eltim büyük bir iş başardılar.

1806 Yılında inşa edilmiş bir konak yavrusu: Yeniden doğdu eskisinden çok daha güzel oldu. Şimdi bu binanın kocaman bahçesinde Sibirya kurdu  “Pamuk” koşturup duruyor.

Bizler de uzun soluklu bir çalışmanın ortaya çıkardığı bu eserin yeniden doğuşunu kutlamak için toplanmıştık.  

  

Eşimin yakın uzak akrabalarıyla birlikte yetmiş seksen civarında davetliler: Saat gece yarısını gösterdiğinde hep bir ağızdan

“İyi ki doğdun Alev” teranesini orkestra eşliğinde ciyak ciyak dile getirirken; hışımla eşime dönüyorum.

“Ben günahsızım” diyen eşimin imdadına oğul yetişiyor.

Oğul anasını dansa kaldırınca…

Alev Hanımın yelkenleri suya iniyor.

2 Ekim: Nerde olursam olayım peşimi bırakmıyor.

Çok gezen: Yerinden kıpırdamayandan daha çok bilir derler.

Ben bir ekleme yapmak isterim. Çok farklı espriler de duyar.

Hoşuma gitsin gitmesin değinmeden geçemeyeceğim.

Hepimiz biliriz. “ Alice im Wunderland” Alice Harikalar diyarında”  Avrupalı bunu değiştirmiş.

Otel lobisinde eşimi beklerken; yakınımdaki bir gurubun konuşmalarına istemeden kulak misafiri oldum.

Konuşmaları aktarmadan önce küçük bir açıklama yapmam gerekecek. Ürünleri raflara özenle yerleştirmeden kartonlar içinde alıcıya oldukça ucuza sunan ıvır zıvırı bolca olan marketler zinciri…

Geliri kısıtlı ve yabancı kökenlilerin ilk alış veriş durakları…

Naylon poşetli Fatima: Bu mekânlarda kendinden geçiyormuş.

 Kendi ülkesinde “Yoktan başka bir şey olmadığından” Kendini cennette sanıyormuş.

İşte bu yüzden Alis’in yerini Fatima almış.

“Fatima Harikalar Diyarında”

Ülkemin Fatma’sından söz etmiş olamazlar çünkü çok şükür artık bizde yok yok. Var sayalım bizim Fatma’dan söz ediyorlar. İşte o zaman onların adına üzülürüm.

Dünyadan haberleri yok derim.

11 Ekim 2011 Salı

Alev Meisel/ Yağmur sularının esir aldığı internetli Köyden

Not: Tatil gezisini anlatan resimleri yakında sayfamda izleyebilirsiniz. 

  

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..