Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '21

 
Kategori
Felsefe
 

Felsefede Zaman ve Hegel

Einstein'ın zaman teorisine göre, zaman da uzayda bir nesnedir. Uzay, kütle çekiminin etkisiyle büküldükçe ışığın yolu uzar ve zaman göreceleşir. Böylece Einstein,  yaklaşık 14 milyar yıl önce meydana gelen büyük patlamayla ortaya çıkan evrenin başlattığı zamanın teorisini yapmıştır.
 
Einstein'ın zamanı bilimin zamanıdır. Ancak varlık, bilimin konusu değildir. Bilim, "zaman nedir?" Diye sorar, ama varolanların varlık nedeni olan "varlık nedir?" Diye sormaz. Çünkü varlığı soruşturmak felsefenin görevidir ve varlığın da bir zamanı vardır.
 
Binlerce yıldır; sanatçılar, ilahiyatçılar, filozoflar, bilim insanları zamanın ne olduğunu araştıragelmişlerdir.
 
Hatta Tanrı bile kutsi hadislerden birinde ( Buhari  ) “Zamana küfretmeyin zira zaman Allah’tır.” Demekte ama aynı Tanrı aynı zamanda “Ben zamandan ve mekândan münezzehim.” Diyerek zamanı tekrar çıkmaza sokmaktadır.
 
Öyleyse zaman nedir?
 
Tanrı’nın zamanı Tanrı’ya, insanın zamanı insana mıdır? 
 
Yani mutlak ve görece olmak üzere birbirinden farklı iki ayrı zaman mı vardır?
 
Çünkü VARLIK: varlıklı olma, variyetli olma, varlığa sahip olma, gelip geçici olmama, oluş ve bozuluş sürecinde olmama, başka bir deyişle, olmakta olan değil, olmakta olanı olduran olmaktır.
 
VAROLAN ise: bir süreç içinde varolan, oluş, bozuluş gibi hallerden geçendir. Varlığa göreceli olanlardır. Varlık kimseye görece değildir. Ama varlık her şey için görece olandır.
 
Varolanı varlıktan koparan şey ölümdür. Çünkü ölüm, zamanı kesintiye uğratır ve ölümsüz, kesintisiz zamanı zamansala çevirir. 
 
Ölüm, insanın düşüşüdür. İnsan düşüşe doğru yürüyen bir varolandır. 
 
Ölüm, insan zihni aracılığıyla, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir düşüncesi olmayan hayatın içine düşünceyi sokan kuvvettir.
Düşünmek de bir düşüştür. Düşmek, düş kurmak ve düşünmek aynı kökten türetilmişlerdir ve her biri eksikliği sembolize eder.
 
İşte bu çelişki, mutlağın mutlak zamanıyla varolanın zamansallığını bir arada, iç içe düşünmemizi zorlaştırır, hatta neredeyse imkânsız kılar. 
 
Hegel’in felsefesinde zaman, karşımıza tarih olarak çıkar. Çünkü Hegel’e göre Mutlak,  Varlık, Zaman ve Tarih aynı şeydir.
 
Hegel, Zihnin Tecellisi ( Mutlak Aklın Fenomenolojisi ) adlı eserinde insan zihninin ( tinin ) evrimininin dökümünü çıkarır.
 
Tarihin akışı içinde evrilen insan, mağaralarda yaşarken mağara duvarlarına çizdiği resimlerle bilincinde olmadan sanat aracılığıyla  hakikati ararken, avcı göçer toplumda basit dinleri, tarım uygarlığında ise semavi dinleri keşfederek evrilmiştir.
 
Hegel, protestanlığı  yüceltir ve Hristiyan ilahiyatından yola çıkar. Mutlak varlık kendi muradıyla İsa kılığında dünyada belirmiştir. Maksadı çığrından çıkmış kötülüklere son vermektir. Ancak kötülük azalmak şöyle dursun, daha da şiddetlenir. Bunun üzerine Tanrı – göreceli - dünya – zaman – daki varlığını çarmıha çaktırmak suretiyle sona erdirir. Çarmıh yalnızca kendi tekelinde olan yaratma gücünün diyetidir. Bu diyet; hiçbir eylemde bulunmasa, hatta mutlak bir dinginlik halinde olsa bile - var - lık – ol – mak - lığının kaçınılmaz sonuçları açısından “duyduğu” sorumluluktan kaynaklanır.
 
Konuyu sadeleştirmek açısından günümüzden bir örnek vermek istiyorum. Tarihin Sonu adlı kitabın yazarı Francis Fukuyama, bundan böyle bizler için yeni bir zamanın kalmadığını; şimdiye kadar hiç söylenmemiş büyük bir sözün artık olmadığını,  bir bakıma, tarihin, doğurganlığını yitirdiğini yazarken, kendi çapında bir zaman teorisi geliştirmiştir.
 
Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabıyla biz amatörlerin karşısına çıkan ünlü fizikçi Stephen Hawking, günümüz filozoflarının, parçacık fiziği bağlamında göreceli zamanı layıkıyla kavrayamadıklarını söyler.
 
Ancak ben, konuyu son derece basite indirgeyerek açıklayabilmek için kullanacağım bir mecaz ile yazımı bitirmek istiyorum. 
 
Yürüyüşe çıkmıştım. Yolumun üzerindeki çocuk bahçesine uğradım. Her “zaman” olduğu gibi yine çocuk kaynıyordu. Bakıcılar, anneler, babalar, pür dikkat onları gözlüyorlardı. Ben de, bir köşeye oturup, olup biteni izlemeye başladım.
 
Bu esnada, üç ya da dört yaşlarında bir çocuk, annesine, “anne, babam ne zaman gelecek?” Diye sordu. Kadının verdiği cevabı hiç unutmuyorum.  “Bak oğlum,” dedi kadın,  “yatıp kalkacağız; ondan sonra bir kez daha yatıp kalkacağız; işte baban o zaman gelecek.”
 
Artık, kendimize, Zaman’ı ne kadar kavrayabildiğimizi, ya da kavrayıp karayamayacağımızı sorabiliriz sanırım.
 
Ahmet Güreşçioğlu
 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..