Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '14

 
Kategori
Güncel
 

Feyzioğlu haksız mı?

Feyzioğlu haksız mı?
 

Feyzioğlu'nun konuşması karşısında salonu terkeden Başbakan'ın salonu terk etmesi, bir tahammülsüzlük belirtisi.


1 Mayıs sonrasında, http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/gerilimden-cumhurbaskanligi-cikar-mi-58586 başlıklı yazımda şunları yazmıştım:

“Demek ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar gerilim siyaseti sürdürülerek, kendileri için bir kazanç kapısı elde etmeyi amaçlayanların ilk uygulamasıdır 1 Mayıs'taki şiddet!

Yani gerilim artacak; gerilim artınca da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylar bloklanacak!”

Yazı, bloglar arasında henüz kaybolmuştu ki Danıştay’ın 146. Kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun yaptığı sarsıcı konuşma geldi.

Ondan önce Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü olan 25 Nisan’da Haşim Kılıç konuşmuştu.

Kılıç’ın konuşmasından da son derece rahatsız olan Erdoğan, sonuna kadar dinlemiş; tepkisini resepsiyona katılmayarak vermişti. Sonrasında Kılıç’ın “cübbesini çıkarması” gerektiğine hükmetmişti.

“CÜBBENİ ÇIKAR” ÇAĞRISI!

Siyaset dünyası dışından yöneltilen eleştirilere yönelik Başbakanın verdiği kestirme cevapların başında gelir “cübbeni çıkar” çağrısı.

Dün Feyzioğlu konuşurken ayağa kalkıp müdahale ederken de, Afyon’da cevap verirken de aklında ve dilinde “cübbeni çıkar” repliği vardı.

Daha önce de kullanırdı.

O kadar sık kullanıyor ki bu sözüyle bir yandan halkın zihninde, “herkes kendi işini yapmalı” algısını güçlendirmeyi amaçlarken, diğer yandan kimsenin “memleketin ahval ve şeraitine dair” tek söz söylemesini istemiyor.

Evet, elbette herkes kendi işini yapsın!

Avukat avukatlığını, hakim hakimliğini, öğretim üyesi hocalığını, inanç önderi inanç önderliğini, sendika sendikalığını yapsın.

Yapsın da bütün bu alanlarda kılınızı kıpırdattığınızda, ister istemez Başbakanın faaliyet alanına girmiş oluyorsunuz.

O zaman da söylediğiniz sözün ağırlığını hafifletmek için “cübbeni çıkar” çağrısına muhatap oluyorsunuz!

Neden?

Depremzedelerin hala konteyner kentte niçin yaşadıklarını; basına yönelik kısıtlamalarda niçin dünyanın son sıralarında olduğumuzu; yargı bağımsızlığının niçin bu kadar ihlal edildiğini; 1 Mayıs’ta kutlamalara karşı niçin orantısız şiddet kullanıldığını; Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bir biçimde sosyal medyaya yönelik kısıtlamaların niçin yapıldığını ve demokratik ülkelerde eşi benzeri bulunmayan gizli tanık kurumunun niçin var olduğunu sormak her yurttaşın hakkı değil midir?

Bu sorular, öyle ya da böyle bu ülkenin belediye otobüslerinde, metrosunda, kahvehanelerinde, meydanlarında, bazen bir eksik bazen bir fazla soruluyor.

Metin Feyzioğlu’nun, bu soruları, hem bir hukukçu, hem yargı erkinin kurucu unsuru olan avukatların örgütlü gücü olan Baronun başkanı hem de bir yurttaş olarak, daha derli toplu bir biçimde sormuş olması niye rahatsız ediyor ki?

Sorular rahatsız ediyorsa ortada bir problem var demektir!

Nitekim az da olsa Van’da hala konteyner kentte yaşayan insanlarımız var; o insanların da insan gibi konutlarda yaşamasının sosyal devletin gereği olduğunu hatırlatmak Başbakanı neden bu kadar öfkelendiriyor ki?

Efendim, her şey ulu orta konuşulmaz ki” deniliyor.

Doğru yerde ve doğru zamanda konuşmak önemli!

“DİLSİZ ŞEYTAN”MI OLALIM?

Boşuna mı söylenmiştir; “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diye!

Bunu Feyzioğlu’nun yaptığı konuşmanın şu bölümü, zamanında konuşmanın ne kadar önemli olduğunun da işaretidir:

“Dünyanın bu güzel ülkesinde yaşayıp, 1960 askeri darbesi sonunda ülkemizin başbakanının, bakanlarının asılmalarının üzüntüsünü; üç fidanımız Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır? Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Komiser Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik evlatlarımızın yasını tutmayanımız olabilir mi? Uludere’de savaş uçaklarınca param parça edilen 34 yurttaşımızın; Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Reyhanlı’da katledilen canlarımızın dağlamadığı yürek var mıdır? Uludere katliamının takipsizlikle, Sivas davasının bir kısım sanıklar için zamanaşımıyla sonuçlanmasını içimize sindirebildik mi? Mardin Derik’te, Hakkâri Yüksekova’da, Şırnak Silopi’de, Muş Altınova’da, Bitlis Yaygın köyünde terörle mücadele adına işlenen cinayetleri ve daha nice faili meçhul cinayeti meşru görüp faillerini arayıp bulmaktan, cezalandırmaktan vazgeçebilir miyiz? Sırf komünist olduğu gerekçesiyle sürgün yiyen, cezalandırılan şairlerimizin, yazarlarımızın, Nazım Hikmetimizin çektiği acıları görmezden gelebilir miyiz? Peki, bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır? Hrant Dink’in yazısının içinden cımbızla iki cümle çekip, yazının tamamını okumaya gerek bile görmeyenlerce mahkûm edilmesini ve sonra katlini, boğazı düğümlenmeden, yüreği sıkışmadan konuşabilenimiz olabilir mi? Bu topraklar sayılamayacak kadar çok zulme tanıklık etti. Tuvalete bile gidemeyecek kadar ağır hasta olmasına rağmen her an kaçabilir diye yatağa zincirlenerek ölümüne seyirci kalınmış Kuddusi Okkır, Prof. Dr. Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Engin Aydın, Kaşif Kozinoğlu, Albay Halil Yıldız, Albay Ali Tarık Akça, Yarbay Ali Tatar ve en son Albay Murat Özenalp… Vicdanlarımız kanamıyor mu? 

“Bombalanmış, boşaltılmış köyler, yakılan ormanlar, faili meçhul cinayetler, altı bini çocuk tam on altı bin kayıp, çocuklarını bekleyen “cumartesi anneleri”, eşlerini babalarını bekleyen “vardiya bizde”ciler ve “sessiz çığlık”çılar, tırmanan çocuk işçiliği, şafak vakti operasyonları, sonu gelmeyen davalar, karartılan hayatlar, şiddet mağduru kadınlar, dinlemeler, fişlemeler, basılmadan yasaklanan kitaplar, Gezi olayları esnasında sırf yaralılara yardım ettiği için yargılanan doktorlar ve benzeri yürek yaraları çözümsüz bırakılabilir mi?”

Dikkat edildiği üzere, Feyzioğlu’nun, “Peki, bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır?” sözleri doğrudan Başbakan Erdoğan’ın anlata anlata bitiremediği 120 günlük hapis cezasının haksızlığına dikkat çekiyor.

Gelelim asıl soruya; sizce Başbakan Feyzioğlu’nun konuşma metninin neresinde “edepsizlik” bulmuş olabilir?

Açık ki konuşmanın bir önemi yok; Başbakan, 30 Mart’ta doruk noktasına çıkardığı gerilim siyasetini Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sürdürmek istiyor.

Davos’taki çıkışının yarattığı yankıyı da hatırlayarak, gerilim siyasetinin son kurbanı olarak Feyzioğlu’nu seçmiş.

Ama hatırlatmakta fayda var; “her kuşun eti yenmez”!

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..