Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '14

 
Kategori
Güncel
 

Fukara ölümleri ve yarım kalan hayatlar

Fukara ölümleri ve yarım kalan hayatlar
 

Fukara ölümleri ve yarım kalan hayatlar

Her olay çeşitli kodlarıyla, tarihsel, kültürel, geleneksel, inançsal, sosyal ve ekonomik yönüyle, eğitim tarzıyla, devlet bakışıyla, ya da devlete bakışla, toplumsal algısıyla, demokrasiye yaklaşımıyla, yönetim anlayışıyla, ayrıca akışına bırakma, Yaradan’a sığınma(kader vs) ve benzeri alışkanlıklarıyla birçok boyut ve yönüyle ortaya çıkan yaşanmışlıklardır.

Yani her olay “sadece bir olaydır, o kadar” anlayışıyla değil; sebep- sonuç örgüsü içinde ortadadır.

Bir ülkede yaşananlar ve bu yaşananlara karşı olan yaklaşım, bakış ve değerlendirmeler, o ülke ve insanları hakkında birçok ipucu ve bilgi verir. Çokça veri ortaya koyar.

Günlerce siyasetçisinden vatandaşa, bürokratından yöneticisine, din adamından akademisyene, sendikacısından işçisine, gazetecisinden yazarına, doktorundan uzmanına, patronundan bakanına kadar onlarca kişinin konuşmalarını dinledik; olayla ( Soma) ilgili onlarca yüzlerce yazı okuduk. Olay sonrası yaşananları izledik.

Hepsindeolumlu-olumsuz yanlarıyla “biz” anlatılıyordu. “Biz”i ortaya koyuyordu, birçok yönümüzle. Olay öncesi, olay anı ve sonrası “biz”’i.

 *  *  *

Bunlardan biri, her acı bir olay ve ölümler sonunda olduğu gibi klişe sözlerle yetkililerin çıkıp demeç vermeleridir.

“Acınızı paylaşıyoruz, gereken yapılacaktır ”

Bu sözler karşısında ancak “breh, breh, breh!” denir.

Yahu bu gerekenleri niye önceden yapmanız gerekirken yapmazsınız?

Acının merkez üssünde bulunan yüreği dağlı insanlara bunu söylemek iyi mi gelecek sanıyorsunuz? Aksine iç yangını ve sızısını artırıyorsunuz.

Gerekeni yapmak; gelişmiş ülkelerdeki gibi sıfır ölüm için ne yapmalıyız diye kafa yormaktır; eksikli iş yerine belli ilişkilere dayalı “sorun yok” teftişi yaptırmamaktır.

Gereğini yapmak; taşeron firmaya az maliyetle, ömür tüketen bu işte işçinin emeğini üç kuruş paraya hor kullandırıp harcatarak servet kazandırmamaktır.

Gerekeni yapmak; acılı insanların doğal olan tepkilerine şiddet uygulamak, onlarca din adamını evlere yollayıp “takdir-i ilahi” telkinleriyle susturmak değildir.

Gerekeni yapmak mazeret bulmak yerine o makamı bırakıp gitmektir.

                       *   *   *

Hayatın her anında ve yerinde ölüm mümkün… Çünkü yaşamın “fıtratında” yani doğallığında bu var. Ancak, insan evladı bu fıtrat ve doğal akışı içinde olan ölümü değil de, kaza ile olabilecek ölümleri önlemeyi, en azından azaltmayı biliyor.

Depremin doğallığında (fıtratında) yıkım ve ölüm var. İyi de aynı şiddetteki deprem niye bizi daha çok öldürüyor?

Trafikte de kaza ve ölüm mümkündür. Tamamda, niye biz bu alanda da lideriz?

Her gün üç-dört, yılda bin civarında işçinin ölmesi, bu konuda da başı çekmemiz Allah’ın gazabı mı?

Sel felaketlerinde, kadın, çocuk ölümlerinde, inşaatlarda, tersanelerde vs. ha keza…

Üzerine düşeni yapmayan öğrencilerin geliştirdiği bir argüman vardır hani, şöyle derler:

“Ya, öğretmen bana taktı.”

Ben de bu pis ölümler karşısında gereğini yapmayanların,” Galiba Azrail bizim millete taktı.” dediklerini düşünüyorum.

Öyle demesek de tedbir almayıp, işe başlarken:”Allah kaza bela vermesin” diye havaleyi yapar, kaza ve ölüm olunca da: “Takdiri ilahi, ne yapalım” diye faturayı Yaradan’a keseriz.

Terör olaylarında ölen asker ailelerinin iç burkan, ”Neden?” diye sorgulanması gereken yoksul yaşamları medyada çokça yer almıştı, üzülerek izlediğimiz.

Madencilerin yaşamlarına baktığımızda da benzer şeyler görüyoruz.

Ve Refik Durbaş’ın şiirinden Zülfü Livaneli’nin bestelediği bir güzel türküden bir dize aklıma geliyor. “Ölüm hep bana, bana mı düşer usta..”

Sonuç olarak, yine yarım kalmış fukara hayatlar.

 
Toplam blog
: 35
: 156
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

Üniversite  mezunu, eğitimci. Okumaktan,  düşünmekten,  yazmaktan,  türkülerden, bağlamadan  vazg..