Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '14

 
Kategori
Tarım / Hayvancılık
 

GDO ile nereye kadar 1: Kimler yararlanıyor! Hayali bir Endüstri mi ?

GDO ile nereye kadar 1: Kimler yararlanıyor! Hayali bir Endüstri mi ?
 

Günümüzde toplumlar, maalesef çoğunlukla değişik odakların amaç ve çıkarları doğrultusunda bilgilendirilmektedirler. Bu aşamada, ne yazık ki medya da, tarafsızlığını bir kenara itip, sansasyon – rating çerçevesinde kalem oynatmakta veya mikrofon tutmaktadır. İşte bu kapsamda, GDO (transgenik, biyotek) gibi ekonomik bir konu, topluma objektif ve bilimsel bir şekilde yansıtılamamış ve başta AB olmak üzere birçok ülkede, yıllarca süren yasal düzenlemeler tamamlanamamıştır. Bu nedenle, birçok ülke, sosyo-ekonomik sorunlar yaşamış ve hala yaşamaktadır. Öyle ki AB’de de 2012 yılındaki bir EFSA raporuna göre, 79.000 gıda örneğinin %97’sinde rastlanan ilaç kalıntısı öne çıkartılmazken, GDO olayı, hala çözümlenmemiş bir dosya olarak ortada durmaktadır[1].  Bunun temelinde, toplumun ve dolayısıyla yasa koyucularının, değişik nedenlerle sağlıklı bilgilenememiş olmaları yatmaktadır. “Taraf” ve “karşıtların” olaylara hep “madalyonun tek tarafından” bakmaları nedeniyle, konu sağlıklı tartışılamamaktadır. Unutmamak gerekir ki temelde doğru olmayan bilgilendirme sonucu olarak, teknolojik yeniliklere kapılar kapanmakta, çıkarılan yasa  ve yönetmelikler ülkenin ekonomik ilerlemesini engelliyebilmektedir ve sonuçta bazı ülkeler ekonomik zararlar yaşayabilmektedir. kurtulamamaktadır.

Avrupa’da da, GDO ile ilgili söz konusu kavram kargaşasına ve belirsizliğe bir yorum getirmek amacı ile aslında GDO karşıtı olarak bilinen “Friends of the Earth” bir rapor yayınladı[2]: “Who benefits from gm crops? An industry built on myths” (GDO lu bitkilerden kimler yararlanıyor! Hayallere dayalı bir endüstri). Söz konusu raporun birinci bölümünde, GDO’lu çeşitlerin ekim alanlarından, hangi ülkelerde, kaç milyon çiftçi tarafından ekildiği,  hangi avantajları olduğu gibi durum saptamasına yer verilmiştir. İkinci bölümde ise olayın biyo çeşitliliğe olumsuz etkisi olabileceği, insan sağlığına etkisinin belirsizliği, çok dar bir alanda, az sayıda çiftçi tarafından ekildiği, gıda güvenirliğine bir katkısı olamayacağı gibi bir seri GDO karşıtı görüşler öne çıkarılmıştır. Ne yazık ki savlarının alternatiflerine yer verilmemiştir. Hâlbuki söz konusu karşıt görüşlere, tohumculuk endüstrisinin verilecek yanıtları vardır. İşte bu yazı dizisinde, iki tarafın üzerinde anlaşamadığı onlarca başlıktan bazıları, “karşıtların” soruları ve ”tarafların” görüşleriyle irdelenmeğe çalışılacaktır.

GDO’lu ürünler dar bir alanda, çok az bir çiftçi kitlesi tarafından ekilmektedir (Raporun 46. Sayfası):          

-Yukarıdaki grafikten de anlaşılacağı gibi 1996 yılından 2013 yılına kadar her yıl %10 artarak 175 milyon Hektara ulaşmıştır.  Bu alan 1.3 milyar Ha’ın %13’üne karşılık gelmektedir. Dünya tohumculuk pazarının 1/3’ü olan 13 milyar US$ transgenik tohuma aittir. 2013 yılında dünyada 18 milyon üretici transgenik tohumu kullanmıştır.

Transgenik ürünlerde verim yükselmemektedir

-Gerçekten de ilk bakışta teorik olarak verim artışı olamaz gibi bir algı oluşmaktadır. Örneğin mısırda, sap kurdu için ilaçlama yapıldığında alınacak ürün, transgenik tohum kullanıldığından farklı olamaz. Burada ilaç ve ilaç uygulama masraflarından yapılacak tasarruf, ortalama %30’ları bulabilmektedir. Diğer taraftan yabancı ot ilacına dayanıklı soya ekimiyle sağlanacak bir haftalık anıza uygulama şansı, üreticiye bir yılda iki ürün (buğday ve soya) alma fırsatı vermektedir. Bu nedenle, Arjantin’de milyonlarca hektarlık soya ekimi yapılırken, tohumluğun %100 GDO’lu olmasına şaşmamak gerek. Söz konusu durumda, verim artışı dile getirilmese de, birim alandan kaldırılan ürün artışı hiç de göz ardı edilemez.

Biyotek bitkiler antibiyotiğe dirence neden olabilmektedir

- Bir genin gen teknolojisiyle bir başka organizmaya aktarılmasında, bakterilerin genomunda bulunan ve GDO geliştirilme aşamasında markör olarak kullanılan, belirli antibiyotiklere dayanıklılık, gen aktarımının gerçekleştiğini görmek için kullanılmakta idi. Bu aşamada söz konusu dayanıklılık genini taşıyan küçük genom parçacıklarından (plazmid) yararlanılmaktadır. Antibiyotiğe dayanıklılığın insana geçme endişesi ancak plazmitdeki dayanıklılık geninin barsak florasındaki Escherichia coli bakterisi tarafından alınıp genomuna bağlanması ve bu genin proteininin sentezlenmesi durumunda söz konusu olabilir. Gıda ile alınan DNA mide asidi ve enzimlerle yapı taşlarına parçalanır. 300-1500 nukleotidlik bir DNA parçasının zarar görmeksizin bu işlemi aşması mümkün değildir. Bunun yanı sıra bağırsak florasındaki bakterinin de bu parçayı kendi genomuna ekleyebilmesi için bu DNA parçasına benzer bir sekansa sahip olması gerekir. Dayanıklılık geninin çalışabilmesi için de bu geni çalıştıracak olan promoter sekansının bulunması şarttır. Görüldüğü gibi bu risk pratik olarak söz konusu olamaz. Aslında bazı firmaların geliştirdiği transgenik mısır çeşitlerinin geliştirilmesi aşamasında markör olarak insanlara da kullanılan antibiyotikler kullanılmıştı. Penisilin grubundan olan bu “ampisilin” sadece prokaryotik (bakteriler) canlılarda aktif olacak şekilde tasarlanmıştır. Bu nedenle söz konusu antibiyotik ökaryotik (hayvan, bitki, insan gibi) canlılarda kullanılmamaktadır. 12 yıldan beri antibiyotikler yerine yeşil floresans protein ve mannoz gibi maddeleri kullanmaya başlamışlardır (daha fazla bilgi!).

“Biyotek bitkiler çevreyi olumsuz etkilemektedir!”; “Transgenik ürünler sağlığa zararlıdır!”; “GDO’nun ilaç kullanımında bir katkısı yoktur!” ve benzeri onlarca soru gelecek yayınlarda ele alınacaktır.

Nazimi Açıkgöz

Not: Bu yazı “AÇLIK KAPIDA MI?” (https://nazimiacikgoz.wordpress.com/) sitesinde yayınlanan aynı başlıklı makaleden özetlenmiştir.

 

 
Toplam blog
: 145
: 432
Kayıt tarihi
: 04.01.12
 
 

1964 yılında Ankara Üniversitesini bitiren Nazimi Açıkgöz, doktorasını 1972 yılında Münih Teknik ..