Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '09

 
Kategori
Deneme
 

Gecenin sessizliğinde

Meşhur bir yazar yaşlı bir adamın yanına yaklaşıp sormuş: “Amca bey, nereye bakıyorsun böyle?”
Yaşlı adam gözlerini akan sudan ayırmadan cevap vermiş:
“ Hayatıma bakıyorum oğlum, akıp giden hayatıma…”

Evet, zaman su gibi akıp geçerken ve bizler bu zamanın içinde yoğrulup giderken, hayat şartları bizi zaman zaman kendi girdabına çekerek bir yerlere götürüyor ya da götürmeye çalışıyor. Ve tabi bu şartlar içinde girdabın neresinde olması gerektiğini iyi hesap edenler ancak kazanan insanlar oluyor. Hani Nasreddin hoca’ya sormuşlar: “Hocam cenaze namazı kılacağız ama cenazenin neresinde olalım?”
Hoca da cevap vermiş:
“İçinde olmayın da neresinde olursanız olun.”
Hepimiz hayatın içindeyiz ama adımlarımızı atarken çok iyi düşünmek gerekiyor; girdabın içinde miyiz, dışında mı? Çünkü kendi hayatlarımızın sadece seyircisi değiliz, aynı zamanda oyuncusuyuz da…

Yaşadığımız hayat şartları son derece acımasız olabiliyor çoğu zaman.
Zaman zaman öyle olaylar yaşıyoruz ki “ Ah bir güçlü olsam ! Ah elimde bir imkan olsaydı” diye hayıflanır dururuz ya!
Ama o güç, o imkan bir türlü elimize geçmez. Sineye çekmeye çalışırız.
Mecburen affetmeye çalışırız hayatı, yüreğimiz ezilse de.

Bir güreş müsabakasında taraftarlar alttaki güreşçiye yardım etmek için: “Ayağını al, ayağını! “ diye bağırınca, güreşçi üstündeki rakibini gösteriyor “Elimden gelse canını alacağım ama adam fırsat vermiyor ki…”
Tabi bir de madalyonun öbür yüzü var. Hayatta fırsatlar her zaman ele geçmez ama, geçtiği zaman da çoğu kez değerlendiremeyiz onları. Sonra da kaçırdığımız fırsatlara yanarız.
“ Ah o imkanlar şu anda elimde olacaktı ki…”
Tabi ki kaçan balık büyük oluyor.
Hayatın sillesi her an hazır; tabi mükafatları da..
Bazen bir cellat oluyor, bazen iyilik perisi…
Fırsatlar ve kaybedişler…
Ne olursa olsun yine de hayatı sevmek gerek.
Sevmek gerek çünkü onu yaşıyoruz, onun içinde yaşıyoruz.
…… ………. ………..

Vakit gece yarısını ne kadar geçti bilmiyorum.
Saate bakmak ta istemiyorum.
Sanki içimden bir ses, saate bakmayınca zamanın duracağını söylüyor.
Çünkü, işte o şarkı !
Rahmetli Ekrem Güyer’in bu şarkısı beni her zaman bir başka etkilemiştir.

“Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem… “

Hayatın akışı nasıl olursa olsun, hayat ne kadar sürerse sürsün, öyle sevgiler vardır ki; yıllarca, asırlarca, hatta ebediyete kadar sürer… Hayat akar gider, çok ateşi söndürür, hatta unutturur belki ama öyle şeyler yaşanır ki bazen; kıyamete kadar hayata kafa tutar ya, işte öyle sevgiler onlar…

Bir şarkı seyrini değiştirdi düşüncelerimin.
Ah şu geceler…
Ne yazacaktım, nereye gidiyorum…

*** *** ***
Sevmek…
Her şeyin başı sevmek…
Hayat sevgiyle başlar.
Sevmek ve affedici olmak her insanda olması gereken önemli hasletler.
Yaşananlar, yaşadıklarımız her ne olursa olsun, hayatı sevdiğimiz ve her doğan güne umutla baktığımız sürece hayatın zorlukları daha kolay aşılacaktır ama, mutlu sonlar sabretmeyi bilenler içindir yol biraz çileli olsa da.
Sevmek ise sabır ve çileyi beraberinde getirir ki affedicilik erdemine ulaşılabilsin, insan olgunlaşabilsin.
Ama her şeye rağmen affedemediklerimiz de olmuyor mu?
Bir türlü sindiremediğimiz…
Bazı şeyler de gerçekten sindirilecek gibi değildir zaten. Ama affetmeye çalışırız zor da olsa.
En azından öyle görünmeye çalışırız yüreğimizi eze eze.
Sevgi, insana affetmeyi de öğretiyor zamanla.

Bazı şarkılar vardır. Yıllarca dinlemişsinizdir.
Hatta belki de defalarca söylemişsinizdir.
Ama bir gün öyle bir an gelir ki…
Sanki ilk defa söylüyor, ilk defa dinliyormuşçasına anlamaya başlarsınız o şarkıları.
Sözlerindeki mana, namelerindeki tatlı akış yüreğinizi yakıverir bir anda.
O şarkının sizin için bestelendiğini düşünürsünüz.
Sözleri sizi anlatır…
Melodileri sizi anlatır…
Ve yıllardır öylesine dinlediğiniz o şarkıya bir anda sahipleniverirsiniz.
Artık daha bir farklı dinler, daha bir farklı söylersiniz o şarkıyı; en derin manalar yükleyip yüreğinizin derinliklerinde hissederek…
Yaşadıklarınızı, tıpkı daha önce seyrettiğiniz hüzünlü bir film gibi yeniden hatırlarsınız.
Kendinizle baş başa seyrederken o filmi, duyduğunuz acının tadını çıkarmak istersiniz her melodide…
Affetmeye çalışırsınız hayatı ve hüzünleri…
Unutmaktan korktuğunuz her şeyi yeniden, yeniden hatırlarsınız; hüzün yağmurlarında sırıl sıklam ıslanarak…
Hayat, çile, sabır…
Şarkılar ve şiirler bütünleşiverir insanın benliğinde.
Hayatın acımasız girdaplarında kaybedişler, yok oluşlar, ya da yok edişler…
Hepsi bir film şeridi…
Ya kazanılanlar nerede?
Nedir gerçek olan?
Hayat şiirlerde mi, şarkılarda mı?
Yoksa şiirler ve şarkılar, hayatın acı sağanaklarına karşı sığınılacak bir liman mıdır bizi saklayan?
Sürer gider sorular karanlık ve sessiz vakitlerde..
Gözlerde yangın, yürekte sızı…
Gecenin sessizliği ve karanlıkların ürkütücülüğünü; ışıkların romantizmi ile yakamozlarla sarmaş dolaş olan coşkulu duygular sarıverir bir anda…
Ve yürekten gözlere vuran birkaç damla göz yaşı…
Hayatın bir başka boyutuna yaslanmış duygularla,
İşte gece ve işte insan…
Ah şu geceler ! Neler düşündürür insana…
Hayatın en karanlık kısmı ama, yüreklerde bir çok şey o anlarda aydınlanır.
Ve gece bittiğinde;
Gün usul usul uyanırken,
Güneşe göz kırparken mahmur gözlerle sabahlar,
Bir merhaba, bir güler yüz ve sevgi dolu yüreklerle
işte umut dolu yeni bir gün açılıyor aydınlıklara.
Akıp gidişini uzun uzun seyrederken affedebildiniz mi hayatı?
Kim bilir daha neler yaşanacaktır su gibi geçen zaman içinde…
Kim bilir…


19 Eylül 2008 Erol Güldiken

 
Toplam blog
: 53
: 1368
Kayıt tarihi
: 31.10.08
 
 

Bestekar ve Yazar'ım. Sanat, kişisel gelişim ve hayata dair; elimin erdiği, dilimin döndüğü ve ka..