Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Gel de Ağlama!

Gel de Ağlama!
 

İçimde bir yer kaskatı kesilmişti. Ruhum bedenime küçük kıskaçlarla tutturulmuştu sanki…  Akışkanlığımı yitirmiş sadece kemik bir kütleden ibaret olduğumu düşünüyordum.

Yıllar önce çocukken de bu başıma gelmişti. Koca bir portakal soluk boruma oturmuş, beni evvelâ morartmış ardından kaskatı kestirmiş, soluksuz bırakmıştı. O zaman rahmetli haminnem sırtıma olanca kuvvetiyle vurmuş, portakal dışarı fırlarken hem nefes almaya başlamış hem de o katılıktan kurtulup sırtımdaki acıyla ağlamaya başlamıştım. Başkaca bir katılık hatırlamıyorum hayatımda, bunun dışında ne zaman istersem ağlamış rahatlatmışımdır kendimi…

Fakat bu günler de ağlamamı gerektirecek bir yığın olay yaşamama karşın tek damla akmıyordu, gözlerimden.

Mesela; bizim patron midesine kelepçe taktırıp bir deri bir kemik kalmış buna rağmen kendini pişmiş, koca bir lahana gibi hissediyordu, gel de ağlama!

Sonra hanımın moda bir söylemi vardı bugünlerde, aslında beni ziyadesiyle huysuzlaştırıp, ağlatabilecek zavallılıkta bir tonlamayla yarı ağlar şekilde söylediği ; ‘’ Bir gün rahat yüzü görmedim. Ziya Bey’in eşi Münevver Hanım el üstünde tutuluyor. Görsen koca kadın bu yüzden pek bir şımarık.’’ sözleri…

Tabi ben hemen bön bön cevabı yetiştiriyorum. ‘’ Ellisinden sonra ne de yakışıyordur adı da Münevver olan bir zatı muhtereme şımarıklık.’’

Durur mu bizim ki üsteliyor; ‘’ Yemek yapmayı bile unuttum kuzum, Ziya Bey uğraşma dışarda yeriz, diyor. Nasıl titriyor üstüme anlatamam. Çocuklarda gidince evden daha bir düşkün oldu bana, deyip duruyor. Benim neyim eksik Münevver Hanım’dan.’’

‘’İyi, diyorum; bizim çocuklarda gitsin evden, masraflar da yarıya iner ben de sana daha bir düşkün olurum. Ama şimdi ayın sonunu zor getiriyorum. Düşkün olacak zaman değil hanım!’’

 Bizim ki başlıyor pıtır pıtır gözyaşlarını akıtmaya…  Eh…! Gel de ağlama!

Bir de kızım var ki, sormayın!...  Yıllar önce hayırsız bir adam yüzünden- görür görmez anlamıştım, kızıma layık olmayan uğursuz bir yüzü, zayıf bir karakteri vardı-  lise tahsilini yarıda bırakıp çok severek evlendiği o adam yüzünden, bütün istikbali mahvoldu. Sekiz yaşlarında bir erkek çocuğu ile baba evine dönmek zorunda kalışı hepimizi çok üzdü. Bana yük olmamak için- hayırsız damat esnaftı ve iflas etti, anlayacağınız ondan bir fayda yok- Terzi Eleni’nin yanında çalışıyor. Okula tekrar başladı. Kız liseye, torun ilkokula gidiyor. Çocuk- koca kadın oldu ama bana göre hâlâ çocuk- akşamları benden ziyade yorgun geliyor. Parmakları iğneden delik deşik. Bir lokma bir şey yiyip erkenden uyuyor. Sabah okula, oradan Matmazel Eleni’ye… Gel de ağlama!

Torun da bezdirdi canımdan; haylazlıkta üstüne yok. Evin, okulun, bırakın bunları hayatın merkezine kendini koymuş, sınır tanımaz bir özgür, el kadar çocuktan hepimiz korkar olduk. Yaşamak için savaşmak zorundaymış gibi davranıyor. Maazallah oğlanın yanında şöyle en saf, en korunmasız halinle oturamıyorsun. Sinirlerimizi, bedenimizi iyice kuşatıp öyle çıkıyoruz karşısına. Devir zor, kendi ayaklarının üstünde duran bir çocuk olsun diye çırpınırken, bencil, hırslı, insanlıktan uzak bir canavar yaratmışız, gel de ağlama!

Ama olmuyor, ne yapsam olmuyor. Ben ki; ufacık bir elemde koy verirdim kendimi, sanki yürek yok mübarek, robot gibiyim. Duygularım taşlaşmış.

Mesai arkadaşım İzzet Bey’e açtım konuyu.  ‘’ Deli misin yahu? Ne diye kendini ağlatıyorsun, ne güzel işte! Ne öyle kadın gibi, ağlayıp ne yapacaksın? Bırak bu duygusallıkları da bu akşam iki kadeh yuvarlayalım demez mi?  ‘’

Ben ne derdindeyim o ne? Kimseden hayır yok, anlaşılan bu işi kendim halletmeliyim. Çatlayacağım yoksa. Her şeye kulak kabartıyorum beni biraz ağlatıp rahatlatır mı diye? Nafile!

Sabahları erken kalkıyorum, ezanla birlikte. Benim kız benden de önce. Kahvaltıyı hazırlamış, bir yandan yavaş yavaş reçelli ekmeğini tırtıklarken yavrucak öte yandan hem kendi ödevlerini hem oğlanınkileri yapıyor. Sıkıysa yapmasın, parçalar annesini, kız kocadan kurtuldu ama oğlan babadan beter.

Bir bardak çayla, bir iki lokma atıştırdıktan sonra çıkıyorum ben, işe yürümek daha hesaplı. Sonra evdekiler ne yapar bilmem? Hanım daha ne kadar uyur? Kız, torunu nasıl uyandırıp okula hazırlar? Arada sırada bizde kalan kayınvalide-bu sıralar kalıyor- namazdan sonra sıcak yatağına döner mi? Hiçbir fikrim yok!

Ben öksüre tıksıra İstanbul’un dar, yokuş yukarı bir sokağında olan evimizden işin yolunu tutmakla meşgulümdür.

Bu sabah da erken saatlerde işe giderken; şu aylardır yakama yapışmış ağlayamama sıkıntısı aklımda bile yokken birden gözyaşlarım bir çeşme gibi boşalmaz mı?

Aniden karşıma yalın ayak, başıkabak, üzerinde ince bir dondan başka bir şeyi olmayan bir adam çıktı. Sabahın ayazında soğuk içine işlerken insanın adam sanırsınız sıcak bir ağustos sabahı kavurucu güneşin altında yürüyor. Gayet mutedil hareket ediyor bense üzerimdeki paltoya, atkıya, şapkaya rağmen soğuktan donuyorum.

Adamın tekin olmadığını düşünüp -fazlaca acımama rağmen- yanından sıvışmaya çalışırken, paltomun yakasını iki eliyle kavrayıp beni kıskıvrak yakalamaz mı oracık da?

Çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. Yok! Tutmak değil benim ki; korkumdan tek söz çıkmadı ağzımdan.

Ağzı leş gibi içki kokan adam, havanın soğukluğunda neredeyse donacak sözlerle konuşmaya başlıdı:

‘’ Benim için deli diyorlar, iftira ediyorlar.

Ben deli değilim, deli.

Deli olan gönlümdür, onu zincirlemeli

Öyle ama nasıl zincirlesinler

Ne ayağı var ne de eli…’’

Başladı ağlamaya ve devam etti deli deli konuşmaya:

‘’ Bir haber bekleyeceksin

İhtimal çiçekleri yine açmış olacak

Kaldırımlar yine köpük kokacak

 

Yıldızlı bir gece sessizce evime gel

Çalma kapımı, bakma yüzüme ve ağlama

Yolların gurbete girdiği yerde yolcular ağlamaz

Ağlar be güzelim, ağlar be tatlım

Bazen erkekler de ağlar

Sonbaharda gelen sevda

İnsan kalbini böyle dağlar’’

Yakamı tutan elleri sıcacıktı, çaresiz görünen bakışları, ne yaptığının ne söylediğinin farkında olmadan içli bir ağlayışla biraz soluklanıp devam etti:

‘’Ama yağmurlar gönlümce yağmalılar,

Ve balkonda sen dağlara karşı

Beni beklemelisin

Sokaklar yıllarca boş kalsa bile

Bir gün

Döneceğimi bilmelisin!’’

Büyüdü gözleri, birden beni fark etti, ne yaptığını fark etti, yakamı bıraktı.

’ Niye bakıyorsunuz öyle

 Bir ben miyim dünyada terk edilmiş

Yalnız benim sokaklarım mı yarım kalan!’’

Aynı çaresizlikle hızlıca uzaklaştı. Aylardır hiçbir akıllının yapamadığını gönlü kırık bir meczup yapmıştı. Hüngür hüngür, sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.

Bir delinin ardından döktüğüm gözyaşlarını, kavurucu sıcağın altında yağmur bekleyen çatlamış topraklar gibi coşkuyla karşıladı taş kesilmiş kalbimin ve ruhumun karanlıkları…

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..